“Yolun sahibi anadır. Sır ondadır. Nur candadır. Can canan ile ananın deryasında damladır.”
İnsanın kutsalları nasıl oluştu, kutsal olan ile toplumsallık arasında nasıl bir ilişki vardır? İlk kutsalların kaynağı nedir? Kadını yolun (yaşamın) sahibi yapan gerçeklik nedir? Kadında bulunan sır ne anlama geliyor? Ananın deryasındaki damla neyi ifade ediyor? Bütün yaşamın anlamının kadın ile özdeş tutulmasının nedenleri nelerdir?
Kutsamak aslında toplumun kendi kendisini, gayretini, eylemini, varoluşunu, üretimini ifade eder. İktidarcı zihniyetler kendilerini inşa etmeden önceki tüm kutsallıklar toplumsal olanı işaret ederdi. Dolayısıyla toplumsal olan ahlaki idi ve ana kadının sıfatlarıydı. Bundan dolayıdır; Alevi inancında “Yolun sahibi anadır” deniliyor. Başka bir ifade ile “Toplumsal yaşamın kaynağı, ahlaki ve politik yaşamın menşei ana kadındır” denilmektedir. Kadının “Mürşid î Kâmilullah” sıfatı kendi hakikatidir.
“Rahim kapısı Hak kapısıdır” kelamı metaforik anlamda hayatın, yaşamın kapısını ifade eder. Bu yönü ile “doğum” yeniden doğuşun, yaşamın ifadesidir. Ana kadın, doğumun, ölümün, yaşamın, hayatın bütün güçlerini bedeninde taşır. “Doğum kapısının Hak kapısı olduğu” söylemi bu gerçeklikten kaynaklıdır. Binlerce yıldır kadının doğurganlığı ve anneliği yaşamın kaynağı olarak kabul edilmiş ve kutsanmıştır.
Kürtçe’deki “Xwedê” kelimesi tanrısallıkla ana arasındaki ilişkiyi çok güzel bir şekilde ifade etmiştir. Xwe; kendi, dê;kelimesi ise anne, Kendinden veren, oluşturmak, vermek anlamına gelir. Xwedê kelimesi günümüzde özellikle Reya Heq Alevi süreklerinin toplumsal hafızasında “Tanrı” kavramına karşılık gelir. Türkçe’de “H” sesi ile başlayan kelimeler olmadığı için “Hüda” şeklinde söylenir. Yine Xweza kelimesi de dişil özellikler taşımaktadır. Xwe – kendi, za – doğurmak kelimelerinden oluşarak “kendi kendini doğuran” anlamına gelir. Kendi kendini var eden, doğuran, Hak kapısı olan, Hakkı var eden, oluşturan kadınlık ve dişilikle ilgili kelimelerdir. Özellikle “özgürlük etimolojisi” perspektifinden bakıldığında ilk Xweda’ların ana kadın olarak tanımlanması toplumsal hakikate uygundur. Bu kelimenin efsunlu anlamı Reya Heq Kürt Alevi süreklerinde (Yarsanî-Yaresan, Ehl – i Hak, Reya Heq) Gotın (deyişlerinde) zirvesini yaşamaktadır. “Da” kelimesi bir sinomiler harikası olarak bütün kutsallıkların kaynağıdır. “Din, teoloji, teori ve paradigmanın en nihayetindeki kök hali da”dır. Tabiatın (xweza) anaya benzetilmesi bu hakikatin toplumsal hafızadaki karşılığıdır.
Doğum kapısının Hak kapısı iken, günümüzde rant kapısına dönmesi hangi zihniyetin sonucudur? Doğan her can Hakkın görünür olma hali iken, her çocuk masum i pak iken, Hakkı bedeninde taşırken, eril zihniyete sermaye olmasını nasıl okumalıyız? Kapitalist modernist anlayışın yaşam bilimini, Hak deryasını çarpıtarak, doğum kapısını işgal etmesi, cümle canı sermaye olarak görmesi, doğumhanelerde müşteri beklemesi, iktidarını bu kapıya bağlaması “Xweda”yi öldürmesi anlamına gelmiyor mu? Milyonlarca doların, Endüstriyel Tıp ‘ın, Tıbbî Mühendisliğin özellikle doğum ve çocuk üzerinde sermaye biriktirmesini “bilimsel gelişme” olarak tanımlamak, yaşanan bilim ikdidarını “meşrulaştırmak” değil mi? Ortaçağ’da egemenler, yoksulların ve kadınların üzerinden kendilerini var ederken buna karşı direnenler “cadı avı” ile yok edildiler. Günümüzde ise “doğum kapısını – Hak kapısı” rant kapısına çevirenler, bu alanda akademik kariyer yapanlar, çocuk doğumlarında rant elde edenler kadınlara Ortaçağı yaşatmaktadırlar.
Doğan her çocuğu ucuz iş gücü, bir sermaye, sömürü nesnesi olarak gören bir anlayış söz konusudur. Bu anlayış doğumdan önce kadın bedenini rant alanına çevirerek, doğumla beraber ana ve çocuğu sömürgeleştiren bir anlayış söz konusudur.
Tanrı krallar döneminde, ölen tanrı krallarla beraber onlarca kadının ve kölenin diri diri gömüldüğünü biliyoruz. Öbür dünyada kendilerine hizmet etsinler diye. Aslında günümüzde değişen çok şey olmamıştır. Kapitalist – Modernist anlayışın modern tanrı kuralları sermaye biriktiren tapınaklarında (işletmelerinde) kadının doğurganlığına müdahale ederek kadını ve çocuğunu diri diri öldürmeye devam ediyor. Devlette devamlılık esastır demek, bu olsa gerektir.
Yenidoğan çetesi, cinsiyetçi, ırkçı, eril bir zihniyetle kadının nesneleştirilmesini esas almıştır. Bu cinsiyetçi tutum tıp alanında kendini göstermiştir. Daha önceleri Diyarbakır’da kadınların rızası alınmadan kısırlaştırıldığını, zamanı geçmiş aşıların kullanıldığını, bundan dolayı ciddi sağlık sorunlarının yaşandığını bilmeyen yoktur.
Gelinen aşamada tekçi tekçi – cinsiyetçi anlayış kadınların doğurganlığını, yeni doğan çocukları eril zihniyetin iktidar hesaplarına göre şekillendirmektedir. Bu çetenin arkasında olanlara bakıldığında ırkçı, cinsiyetçi, dinci, tekçi bir anlayışa sahip oldukları görülür. Yine egemenlerin “ötekiler” listesinde “kadınlar” her zaman ezilen ilk sınıftır.
Kadınlar çocuk doğurup doğurmamak ya da kendi evlatları üzerinde söz sahibi olamamaktadırlar. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı, devlet erkanı, bir kısım akademisyen kadını nesne olarak kabul etmektedir. Jinekoloji’yi JinQuji’ye (kadın kırımına) çeviren, ticarileştiren tıbbi anlayış aynı zamanda kadınlardan çalınan tıp demektir.
Hastalığı sadece fizyolojik bir soruna indirgeyen, bunu da çetelere teslim eden, yeni doğmuş bebelerin ölümü üzerinden rant sağlayan bir anlayış örgütlü bir anlayıştır. Tek başına, kişilerin yapacağı bir kötülük değildir; sistemseldir, çürümenin kokusudur. Bilimin iktidarla özdeşleştirilmesinin trajik halinin zirveleşmesidir.
Toplumun kontrol ve denetim altına alınmasında, demir kafese konulmasında, iktidarın belirlediği ölçülere göre dizayn edilmesinde okullar, kışlalar, hapishaneler, tımarhaneler kadar hastahaneler, tıp bilimi de son derece ideolojik bir role sahiptir. Yenidoğan çetesi ile tekrar gündeme gelen bir gerçek vardır; kimin hasta kimin sağlıklı olduğu, hastalığın ne olup olmadığı, kimin nasıl öleceği, kimin deli, kimin akıllı olduğuna karar veren, bilim iktidarını oluşturan, otorite haline gelen tıp bilimi, egemenlerin hizmetinde hala kadınlara karşı kullanılmaktadır. Hastahanelerde hastalar çok sıkı bir şekilde kontrol altına alındığı, özel güvenlikle bir yerden bir yere nakil edildiği, gözetim altında tutulduğu, kiminin tahliyesi, kiminin yatarına karar verildiği hapishanelere dönüşmüştür.
Temellerini şifacı tanrıçaların attığı tıp bilimi erkek egemenlerin elinde cinsiyetçi bir karaktere bürünerek iktidarın hizmetine girmektedir. Tıp biliminin iktidarın ve sermayenin denetiminden kurularak tanrıçaların, şifacı kadınların ruhuyla birleşmesi, bireyi toplum ve doğa ile ele alması; kişiyi ruhsal, zihinsel ve bedensel bütünlüğü içinde değerlendirmesi en gerçekçi tıbbı bakış açısıdır.