Şiir için bazen beylik laflar edilir. Şiir tanımlamalarına gidilir. Oysa şiir kuraldışıdır. Bütün kuşatmaları yara yara sisteme kafa tutar. Aslında kafa tutan şairdir. Şairin kalbinin bildirisidir şiir
Özgün Enver Bulut
Bazı metinler okunurken, okuru başka metinlere doğru götürür. Böylece çoklu bir okuma başlar. Bu şiir için de böyledir. Bir şiir kitabını eline alan okur, onun duygusundan başka başka şiirlere gider. Şiirin yarattığı heyecan, estetik, doğadaki sesle buluşur. Zaten şiirin özü sestir. O ses bir kez yakalandı mı ışıkla göz göze gelinmiş demektir.
Şêrko Bêkes’in şiirlerini okurken özgün ve tarifsiz bir estetiğin dili ile karşılaştım. Sanatın her türü var. Dizelerden resim çiziyor, rüzgârdan aşk ateşine selam gönderiyor, bir ülkenin ağıdını söylüyor, bir dilin zarafetinden lirik pasajlar oluşturuyor. Kendine has, tatlı bir söylemi var. Kısa şiirleri zaman zaman ironi, çoğunlukla derin bir felsefe içerir. “Çok şey var/ paslanır/ unutulur/ ve yok olup gider/ padişahların tacı/ tahtı ve asası gibi!/ Öyle şeyler de var ki/ çürümez, unutulmaz/ ve asla ölmez/ şapkası, asası/ ve ayakkabıları gibi/ Charlie Chaplin’in!”*
Şiir için bazen beylik laflar edilir. Şiir tanımlamalarına gidilir. Oysa şiir kuraldışıdır. Bütün kuşatmaları yara yara sisteme kafa tutar. Aslında kafa tutan şairdir. Şairin kalbinin bildirisidir şiir. O bildiri bir dağ başında yazılıp aşağılara fırlatılabilir, aşağılarda yazılıp bir uçurtmanın kuyruğunda sallana sallana yukarılara süzülebilir. Şairin yanında sevgili olan vardır. Sevgili şiirdeki “sen” olandır. “Sen olmasan, sen gidince, sen orada değilsen, sen uzaksan…” Ne çok yakışır şiire. Çünkü “sende” yaşamdır. Yaşamdaki güzellikler, tatlar, renkler, özlemler, kavuşmalar, gitmeler, gelmeler…
“Sonbahar geldiğinde/ Ve cadde kenarlarında/ Sarı elbiseler içinde yalnızlığıyla oturduğunda/ Söylüyorlar, söylüyorlar ve söylüyorlar…/ Ama benim ve şiirlerim için/ O güzellikler soğuktur/ Her yer, her şey/ Tanrı’nın cenneti bile/ Çirkindir/ Eğer sen orada değilsen!”**
Aslında Şêrko Bêkes şiirleri hep yanıbaşımdaydı ve bugüne kadar onun şiirleri hakkında yazmamam benim eksikliğim. Bu lirik şairi çok okuyup da yazmamak, onun şiirlerinden söz etmemek sadece Bêkes’in şiirlerine değil, şiirseverlere de haksızlık. Kısa gibi şiirler, aslında kısa da. Ancak o kısa şiirden büyük anlamlar, uzun dizeler fışkırıyor. “Bir kuş tohumu götürdü/ Bir taşa verdi/ Taş da yağmuru istedi/ Yağmur yağdı ve onu öptü/ Öpücüğün yerinde bir gül yeşerdi/ O taraftan bir aşık geldi/ Sevgilisini görmek üzere buluşma yerine gidiyordu/ Gülü kökünden kesip sevgilisine verdi/ Sevgilisi gülü saçlarına bağladı/ Çok geçmeden/ Poyraz beraberinde saçlarının kokusunu götürdü/ Ve şehir sevgisinin kokusuna gömüldü!”
Bir sevda şairi. Diline sevdalı, ülkesine sevdalı. Kürtlerin derin yaralarını kalbinde taşır, yaşar. Bütün dinler birkaç sözcüğü referans alarak yoluna devam eder. Hepsinin beslediği sözcük de günah kavramıdır. Şiir bunu da reddeder. O günaha değil, o günahı işleyen zalimin zalimliğine ve günahına isyan eder. Şêrko Bêkes’in dizeleri de böyledir. Halepçe’ye “ilk ve sonuncu ses” şiiri ile dokunur. Dokunmakla kalmaz, özgürlük ve aşkın dizleriyle ağıda ortak olur. “Hava öldü,/ Gökyüzü öldü/ İlkbahar öldü/ Anne, baba ve çocuk/ Saat on birde/ Halepçe’nin boş bir odasının tavanı altında/ Birbirini kucaklayan/ Üç taş heykele dönüştüler!/ On birden sonra/ Şehir boğulmuş bir güvercindi.” Şiir, Bêkes’in o yumuşak diliyle devam eder. Şiirin son dizelerinde ise o büyük direnme ruhunu verir. Tarihi mahkum eder. Katliamların özgürlük ruhunu yok edememesinin sesini yükseltir. “O şehirde tek bir ses, bir nağme/ Dağların kulaklarına ulaşıyordu/ Zehirli ortamın içinde/ Yaşam için kürekliyordu/ On birden sonra/ O odadan yükselen tek ses o teyp kasetinin sesiydi/ Özgürlük ve aşkın marşını çalıyordu!”
Bêkes’in şiirlerini okurken ondaki o mesel diline, doğanın diline, öğretici diline, masallara değen diline tanıklık etmek mümkün. Saddam rejimi Kürtler için zulüm rejimidir. Yakılan köyler, kadın, çocuk, yaşlı ayırmaksızın büyük katliamlar yapılmıştır. İşte o katliamlardan biri de Enfal’de yapılandır. “Çok hüzünlü bir su/ Bir kuş söyledi:/ Çünkü/ Her seferinde buluta ulaşıyor/ Ama yağmadan pişman oluyor/ İnce bir dalga/ Söyledi:/ Hayır, balık için yastadır/ Çayırdaki bir ağaç/ Söyledi:/ O vadide/ Bir dereyi kaybetmiş/ Bir Köprü/ Söyledi:/ Hayır, bir barajı öldürülmüş/ Güneş dedi:/ Gölge kalbini daraltmış/ Gölge söyledi:/ Bedeninin yarısını buharlaştırdı/ Kırmızı güneş/ Bir kız söyledi:/ Hayır/ Sizden hiç kimse bilmiyor/ Birkaç yıl önce/ Yanında Enfal geçti.”
Bu yazı Bêkes’in biyografisinden kesitler vermeyi amaçlamıyor. Onun şiirine doğadaki bütün canlıların kattığı sese, şiirindeki masumiyete ve masalsı diline, teslim olmayan dizelerine odaklanıyor. Kısa şiirlerindeki lirizmi ve derin felsefeyi anlamaya çalışıyor. Onun şiirini besleyen tek bir zerreden, buğday başağına yüklediği anlamın derinliğine uzanıyor. “Bu aralar/ her gece bir başak/ girer oldu rüyama/ beni tahıl yapar kendine/ sabahları uyandığımda/ ne o görünür ortalıkta/ ne de ben tahıl olurum/ Daha bir acıkır ömrüm böylece!”
Bêkes’in şairliği bir zorunluluktan kaynaklanmıyordu. Şair bir babanın, yetişmesinde büyük katkıları olan bir annenin evinden açılan pencereden, doğanın şiirsel ahengi giriyordu. O bunu yaşadı ve duygularını ekti.
*Küçük Aynalar, Çarçıra Yayınları, Çev: Abdullah Babekir Pişdarî/ Azad Şatehî, 1993
** Güneyden Şiir Yağmuru, Çev: Şîrvan Rehim/ Azad Dilwar/ Baker Schwani, Belge, 2011
(Şiir alıntıları iki kitaptan alınmıştır.)