Birey, toplum ve doğa arasındaki ikrarlı ilişkinin kapitalist modernist anlayışlar tarafından bozulmasının sancılarını kriz ve kaos düzeyinde yaşıyoruz. Doğadaki varoluşsal akıl özgürlükten yana hareket ederken, aynı zamanda bütünsel bir yaklaşım söz konusudur. “Doğanın kendine özgü, kendine ait bir dili, mantığı ve aklı vardır. Her şey diyalektiksel bir oluşum, değişim, dönüşüm, ilişki, akış ve gelişme içindedir.”
Doğadaki her şey birbiri ile uyumlu ve denge halindedir. Bütün evren semah dönerken sürekli bu uyum yenilenir, dairesel bir devinimle birbirinin varlık nedeni olur. İnsanın çevresiyle ilişkiye geçip toplumsallaşmayı inşa etmeye başladığı andan itibaren bu denge yavaş yavaş bozulsa da binlerce yıl doğa ile uyumlu yaşam devam etmiştir. Toplumun inancı, kültürü, ritüelleri, kutsallığı bu ikrarlı ilişkiyi canlı tutmuş, yeni kuşaklara aktarmıştır.
Kapitalist modernist anlayışla birlikte birey, toplum ve doğa arasındaki holistik ve simbiyotik ilişki tersine dönmüş; doğa insanın hakimiyeti altına alınmış, daha fazla kâr daha fazla sömürüyü beraber getirmiştir. Böylelikle doğa sömürü, talan, yağma mekanına dönüşerek nesne haline gelmiştir. Kadın üzerinde geliştirilen sömürü ağı ile doğanın nesne haline getirilerek sömürülmesi aynı şekilde gelişmiştir.
İnsanın doğa ile uyumlu yaşaması aynı zamanda özgür yaşamın da ilkesidir. Doğanın sürekli doğum halinde ve devinimde olması, varlığını yenilemesi, kendi doğumunu gerçekleştirmesi belki de en güzel şekilde Kürtçe’de Xweza (Tabiat) kelimesi ile anlatılmıştır. Xwe (Kendi), Za (Doğum) yani kendi doğumunu gerçekleştirme hali. Bir nevi Ana Kadın’ın bedeni ve doğa arasında kurulan ilişki dilin diyalektiğine yansımıştır. “Doğada zihin, esneklik ve kendini inşa etme gücü vardır”
İnsanın doğayı Hakkın görünür olduğu mekan olarak görmesi, doğa ile optimal ilişki geliştirmesine yol açmış, bu zihniyet rıza toplumunun temel kutsalı haline gelmiştir.
Kapitalist modernist anlayışın birey, toplum ve doğaya yaklaşımı son tahlilde ideolojiktir. Bütün varlığını, zihin dünyasını, ideolojik ve zor aygıtları ile rıza toplumu, tarım ve köy toplumu karşıtlığı üzerinde inşa etmiştir. Birçok orman yangınının köylerden başlaması, enerji ve maden şirketlerinin köylerde talana başlamaları, derelerin yok edilmesi ideolojik bakış acısının sonucudur. Tıpkı Yukarı Mezopotamya’nın eşitlikçi, özgürlükçü, tanrıçalık kültürünü temsil eden Abzu ile Tiamat ikilisinin; aşağı Mezopotamya’nın devletli, sınıflı toplumu temsil eden Kurnaz Enki ile oğlu Marduk arasındaki çatışması gibi. Yani kurnaz Enki evini Abzu’nun cesedi (Neolotik kültür) üzerinde inşa etmesi bu karşıtlığın boyutunu göstermektedir.
Onlarca yıldır ekolojik krizin ideolojik nedenlerinden çok, sonuçları üzerinden konuşuldu. Yaşanan felaketlere bütünsel yaklaşılmadı; birbirinden bağımsız sorunlarmış gibi bir algı oluşturuldu. Bireylerin ve şirketlerin gereken hassasiyet ve sorumluluğu yerine getirmedikleri, çöplerin düzenli toplanılmadığı, fabrikalara amaca uygun bacaların takılmadığı, çevreci zihniyete sahip olunmadığı şeklinde belirlendi.
Son dönemlerde meydana gelen orman yangınlarına bakış açısı da sonuçlar üzerinden değerlendirmeye yönelikti. Yangından sonra ranta açılacak, kontrol ve denetime alınacak mekan aynı zamanda tahakküm kurulacak, tekleştirilecek toplum demektir.
Yangınları önlemek için daha az yanan bazı meyve ağaçlarının dikilmesinin önerilmesi “ekosistemde ne kadar çeşitlilik var ise o sistem o kadar istikrarlıdır” ilkesine aykırıdır.