Tecrit konferansında konuşan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, Kürt sorununda diyalog ve barışın adresi olarak İmralı’yı işaret ederek, ‘Öcalan’ın muhataplığının siyasal pozisyonunun hayati bir önemi var’ dedi
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), İstanbul’da bulunan Taksim Elit World Otel’de ‘Tecrit Siyasetine Karşı Barış ve Özgürlük Mücadelesi’ başlıklı bir konferans düzenliyor. Tecride Karşı Uluslararası Hukukçular Delegasyonu’nun da aralarında olduğu hukukçular, siyasetçiler ve gazetecilerin sunum yapacağı konferans, ÖHD Eş Genel Başkanı Ekin Yeter, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Sözcüsü Ayşegül Doğan ve Türkiye Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz’ın açılış konuşması ile başladı.
Konferansta DEM Parti Wan Milletvekili Pervin Buldan, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Eren Keskin, Asrın Hukuk Bürosu avukatları, 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can ile çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi yer aldı.
2013 sonrası kriz ve kaos
ÖHD Eş Genel Başkanı Ekini Yeter, “İmralı tecrit rejimi, yasaların ve uluslararası mevzuat hükümlerinin askıya alınması ve demokratik kamuoyunun taleplerinin görmezden gelinmesi, hatta bu meşru ve hukuki taleplerin yargılanması ile derinleşti ve işkence niteliğinde olan bu uygulama kalıcı bir hale getirildi” dedi.
Özellikle 2013 yılında başlayan diyalog sürecinin sonlandırılmasıyla ülkenin kaos ve kriz ortamına sürüklendiğini söyleyen Yeter, “Kürt halkının tarihsel süreçte ekonomik, kültürel vb. yağmalanmış tüm değerleri ile tekçi, faşist ulus devlet zihniyeti ile kaybettirilen hakikati, bir bütünen yok sayılması yetmezmiş gibi insani en temel haklar çerçevesinde diller ve halkların hak eşitliği temelinde ulus devlet faşizmi sorununun tüm çözüm yolları tıkatıldı. Katliamlar ve faili meçhullerle yüzleşilmedi, Alevilere ve diğer inançlara yönelik ayrımcı uygulamalar arttırılarak sürdürüldü. Rojava’da halk iradesinin IŞİD eliyle boğulmasına yönelik stratejiler sınır ötesi operasyonlar ile, Kürdün bir dikili ağacı olmasın anlayışı ile, tüm kazanımlara ve sivil halkın yaşadığı bölgelere saldırılar ile sürdürüldü. Kimyasal silahlar ile savaş suçları işlendi, özyönetim süreçlerinde kentler yıkıldı ve Kürt halkını benliğinden biraz daha koparması hedeflenen yapılaşma ve kültürel yozlaşma halka dayatıldı. Kayyum atamaları ile halkın iradesi gasp edildi, hapishanelerde onlarca hasta mahpus yaşamını yitirdi, yüzlerce hak savunucusu, gazeteci, öğrenci, siyasetçi tutuklandı ve yargılandı. Kimyasal silahlarla savaş suçları işlendi” ifadelerini kullandı.
Tüm bu kriz ve kaos ortamının tecritten bağımsız olmadığını vurgulayan Yeter, “Kürt halkının ve ezilen halkların her mensubunun dili tecrit altındadır. Orman yangılarında ekolojimiz tecrit altındadır. Tecrit kelimesi yazan pankartlarımız tecrit altındadır. İmralı tecrit rejimi kapsamında bir halkın hakikati tecrit altındadır” dedi.
‘Öcalan devleti sıklıkla diyalog kurmaya çağırdı’
Kürsüye çıkan DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, 2 Mart darbesinin yıl dönümü olduğunu hatılatarak, üzerinden 30 yıl geçen darbenin yaşandığı 90’lı yılların en karanlık yıllar olduğunu dile getirdi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 1993’ten itibaren ateşkes çağrıları ile başlayan barış çabalarına değinen Doğan, Öcalan’ın çok sayıda ateşkes ilan ettiğini, ancak bu çabalarının sonuçsuz kaldığını ifade etti. Öcalan’ın sürekli barış ve diyalog arayışında olduğunu belirten Doğan, “Sayın Öcalan, Türkiye’de birlikte yaşam projesinden bahsediyordu. 93 yılı bunun ilk görünür olduğu alandı. Sayın Öcalan devleti sıklıkla diyalog kurmaya çağırdı” diye belirti.
Doğan, “Geriye baktığımızda 93 ateşkesi amacına ulaşsaydı, doksanların karanlığı derinleşmeyebilirdi. Hepimizin belleğine kazınan köyler yakılmayacak, yargısız infazlar, işkence ve kayıplar yaşanmayacaktı. Gazeteler bombalanmayacak, gazeteciler öldürülmeyecek, Lice ve Şırnak günlerce abluka altında kalmayacaktı. Bir milletvekili sokak ortasında kurşunlanarak katledilmeyecekti. 2 Mart darbesi yaşanmayacaktı. Provokasyonlar ne yazık ki ateşkesi boşa çıkardı” ifadelerini kullandı.
‘Diyalog ve barış arayışlarının adresi İmralı oldu’
Daha sonra bir ateşkes süreci yaşansa da 1998 yılında uluslararası komplo ile Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edildiğini belirten Doğan, bu tarihten sonra tecride giden taşların adım adım döşendiğini dile getirdi. Doğan, “Yüzyıllık Kürt sorunu derinleştirildi. Sayın Öcalan üzerinde 99’dan bu yana bir tecrit yaşıyor. Kullanılması yasalarca hak olan hiçbir hakkını kullanamadı. Diyalog ve barış arayışlarının yeni adresi İmralı oldu” ifadelerini kullandı.
Komplo sonrası toplam 7 kez ateşkes ilan edildiğine dikkat çeken Doğan, “Tecrit doğrudan barış girişimine, Türkiye’de demokratik bir şekilde yaşama, tecrit artık hepimizin hayatına sirayet ediyor. O yüzden önemli. Bu diyalog arayışları içerisinde 21 Mart 2013’te başlayan bir süreç vardı. Bu sürecin ayrı bir önemi vardır. 2013, Türkiye’de Kürt sorunu başta olmak üzere demokrasi eşitlik ve adalet için tarihi bir süreçtir” dedi.
‘Öcalan’ın muhataplığının hayati önemi var’
Abdullah Öcalan’ın 2013 yılında Amed Newrozu’nda paylaşılan mektubunu da okuyan Doğan, şunları söyledi:
“O gün Sayın Öcalan’ın seslendikleri aslında bugün de aynı misyonla karşı karşıyalar. Maalesef akamete uğrayan çözüm sürecinin sonunda bütün ülke ateşe atıldı. Savaş siyaseti, hepimizin yaşadığı üzere temel bir siyaset haline geldi. Türkiye’nin son yüzyılına damgasını vuran en önemli şey demokratik siyasetten korkudur. Bunun en açık görüldüğü alan ise Kürt korkusudur. Korku yalnızca konuşmamızı engellemiyor, dayanışma duygumuzu da zayıflatıyor. Bu süreçlerin tamamı Sayın Öcalan sayesinde mümkün oldu. Bir ada hapishanesinde yıllardır tecritte, mutlak iletişimsizlikle tutulan bir insan, bulunduğu hapishaneden barış girişimlerine demokratik çözüm arayışlarına bu kadar ön ayak olup, bu kadar katkı sağlayabildi. Farklı fiziksel koşullarda olsa nasıl bir Türkiye’de yaşayacaktık? Neleri kazanmış olurduk, diye hepimizi düşünmeye davet ediyorum.”
Abdullah Öcalan’ın fiziki koşullarının hayati bir önem taşıdığının altını çizen Doğan, “Sayın Öcalan’a siyasal pozisyonunun Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yollarla çözümüne dair muhataplığının önemi apaçık bir hakikat olarak ortaya çıkıyor. Bu arayışlara baktığımızda bu hakikat zaten saklanabilir bir hakikat değil. Öcalan’ın muhataplığının siyasal pozisyonunun hayati bir önemi var” dedi.
Bunun yerin İmralı’da başvurulan tecridin diğer cezaevlerine de yansıdığına işaret eden Doğan, “Tecrit, her yerde ve hepimizi rehin alıyor. Türkiye yıllardır onurlu, kalıcı barışını arıyor ve bu mümkün. Barış çağrıları karşılık bulsaydı bugün tecridi değil barışı yaşıyor olacaktık. Sesimizi çoğaltacağız ve bu mutlaka bu tecridi yeneceğiz” diyerek sözlerini sonlandırdı.
‘Kürt sorununda bir yola girilecekse adres Öcalan’
Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz ise, “Kürt sorununun çözümünü, ciddiye alınabilir sistematik köklü çözümünü getirecek bir parlamento yok. Bizim de çatışma, savaş ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle yaşadığımız büyük bir problem var. Abdullah Öcalan’ın üstlendiği bir rol var. Şunu kabul etmeliyiz; Kürt sorununda bir yola girilecekse, bunun en önemli ya da ilk adresi 99’dan sonra hep İmralı, Abdullah Öcalan olmuştur. Kürt sorununda normalleşme eğilimi olmuşsa bunun ilk işareti her zaman Öcalan’ın İmralı’da aile ve avukatlarıyla yaptığı görüşme ile başlıyor” dedi.
Tahmaz, “Dünya deneyimlerinden biliyoruz ki çözmek istiyorsanız, çözüm çatışan tarafların temsilcileri ile olur. Kürt siyasal hareketi Abdullah Öcalan’ı muhatap olarak gösteriyor. Beğenir veya beğenmezsiniz ama ‘ben bunu böyle yapmayacağım’ diyemezsiniz. Samimiyseniz, muhatabıyla sorunu çözersiniz. Tecridin ötesinde bu sorunu çözmek için en önemli değerlendirmemiz, kıymetini bilmemiz gerekiyor. Biliniyor mu ben bilinmediği kanaatindeyim. Devletin bize empoze ettiği bakış açısıyla taraflara, aktörlere baktığımızda barış isteyen samimi insanlar olamayız” ifadelerini kullandı.
‘İmralı’da özel bir sistem kuruldu’
Abdullah Öcalan isminin bütün taraflarca araçsallaştırdığı eleştirisinde de bulunan Tahmaz, “Bunun bir problem olduğunu düşünüyorum. Tarafların muhataplarıyla çözmek istiyorsanız, bu araçsallaştırmadan bütün tarafların vazgeçmesi gerekiyor. Çünkü bu kıymetini kaybetmesine yol açan bir tutumdur. Bu 25’inci yılında umut hakkının hayata geçirilmesinin Türkiye eğer aklını başına almazsa çok bedel öderiz. Bu ülkede yaşayan herkes olarak. Toplum siyasal, sosyal olarak çürür. İmralı sisteminin hukuksuzluğuna karşı görmemezlikten gelen, ses çıkaramamaktan kaynaklanan bir hukuksuzlukla karşı karşıyayız. 99’dan başlayan bu sistem, anayasada yer almayan, uluslararası hukukta görülmeyen bu sistem İmralı’da kuruldu. Bu sistem birçok cezaevinde ve dışında sürdürülüyor. Buna sessiz kalmak, Türkiye’nin önüne takoz koymaktır” ifadelerini kullandı.
‘Sürecin ilerlemesi için ne yaptık?’
Konuşmasının devamında “Çözüm sürecinde neden başarısız olduk? sorusu çok konuşuluyor ama biz bu sürecin ilerlemesi için ne yaptık?” diye soran Tahmaz, şöyle devam etti:
“Bizi edilgenleştiren ne oldu? Bunun muhasebesi yapılmadı. Biz çözüm sürecinde Abdullah Öcalan’ının başat rol almasını muhalefet içine sindiremedi. AKP ile masaya oturmak ister miyiz? Bundan tereddüt etmek barış konusunda samimiyetimizi sorgular. En hakiki çözüm sürecini inşa edenler, bir önceki çözüm sürecinde darbe yapmak isteyen savunma bakanı ile yaptı Kolombiya’da. Çünkü toplum istedi. Biz istersek olur. Tecride karşı çıkarsak olur, barış istersek bu masaya oturulur. Öcalan’ın önce Kürt halkına, kendi gücüne ve demokrasi güçlerine inandığını görüyoruz. ‘Mücadeleyi büyütmenin yolu nedir?’ diye sormamız lazım. Kürt sorununu çözmek denildiğinde, barış denildiğinde öncelikle düşünülmesi gereken bu.”
Konferans diğer katılımcıların konuşmaları ile devam ediyor.
Kaynak: MA