Geçtiğimiz günlerde Fransa Ekoloji ve Çevre Bakanı Nicolas Hulot bir radyo programında bakanlıktan istifa ettiğini açıklamıştı. Bakan Hulot, eski liberal düzeni canlandırmaya çalışan bir ekonomik politikanın uygulandığını ve böyle bir yönetimde yeri olmadığını düşünerek istifa ettiğini belirtti. İstifasını hızlandıran son gelişme ise, cumhurbaşkanlığında yapılan bir toplantıda yaşandı. Fransa’da yoğun olarak yapılan avcılığı kısıtlama amacıyla gerçekleştirilen toplantıdan avcıların yıllık belge ödemelerinin yarı yarıya ucuzlatılması kararı çıkması, Hulot’un istifa kararı almasında son noktaydı.
Fransa’da önceki hükümetlerin de sürekli gündeminde olan Nantes kenti yakınındaki Notre-Dame-Des-Landes’de bir havaalanı yapılmasına karşı 2009 yılından bu yana bir direniş yaşanıyor. Direniş sonucunda hükümet havaalanı projesinden vazgeçtiğini duyurdu. Ancak ZAD (zone a defendre/savunma bölgesi) bölgesindeki ekolojistler ve anarşistler işgal ettikleri alanda yeni bir yaşam kurmuşlar ve bölgeyi terk etmeme kararı almışlardı. Hükümet ise, bölgenin boşaltılması amacıyla birçok kez polis operasyonları düzenlemiş ve yaşam alanını dağıtmaya çalışmıştı. Notre-Dame-Des-Landes ya da daha doğru tabirle ZAD bölgesinde, geçtiğimiz nisan ayında büyük bir polis operasyonunda çatışmalar yaşanmıştı. 270 kişinin yaralandığı ve 30’u aşkın kişininde tutuklandığı direniş herşeye rağmen yok edilemedi.
O günlerde bakan olan Hulot, ZAD aktivistleriyle vali arasında arabuluculuğa soyundu. Bakanın hedefi bölgenin ZAD unsurlarınca boşaltılmasına yönelikti. Direnişçilere havaalanından vazgeçildi, burayı terk etmeniz gerekir yönünde tutum alan bakan, bir çatışma yaşanmamasını istiyordu. Ancak 90’lı yıllardan bu yana bölgede havaalanı inşa etmek isteyen Fransa devletine eylemcilerin inanması imkansızdı. Bölgede yeni bir yaşam biçimi yaratan binlerce insan bir arada, dayanışma içinde yaşamını sürdürüyordu ve bundan vazgeçmeyeceklerini, Fransa hükümetlerine de inanmadıklarını belirterek, direnişten geri adım atmadılar.
Bakan Hulot istifasının gerekçesini şu sözlerle özetlemişti: “Lobiler hükümet üzerinde çok etkili. Adım atamıyorum. Artık kendimi kandırmak istemiyorum ve istifamın bu alanda daha fazla bilinçlenme sağlamasını diliyorum.” Hulot, bu tutumla kötü olanın lobiciler olduğu yanılgısına düşerken, asıl sorunun devletin kapitalist yapısında yani aslında devletin sermaye çıkarlarına hizmet eden bir mekanzima olduğu gerçeğini atlamasıydı. Oysa Macron’un kendisini bakan olarak atamasının tek bir nedeni vardı, o da Hulot’un kimliğiydi. Hulot, uzun yıllar ekoloji bağlamında tv’lerde programlar yapan özelliği ile halk tarafında iyi tanınıyordu. Macron, Hulot’un hükümette yer almasını, doğal yaşama ve emeğe yönelik uygulanacak saldırı politikaları için gerekli gördü. Çünkü mevcut hükümet, azgınca gerçekleşen sermaye saldırılarında Hulot’u kullanabilir olarak değerlendirdi. Ancak masadaki hesap pratikte karşılığını bulmadı ve Hulot bir radyo programında istifa etti.
Kapitalizmin dişlileri içinde yer alarak birşeylerin korunabileceğini, değiştirilebileceğini düşünmek tam bir ham hayal. Bu gerçeği Hulot örneğinde açıkça görebiliyoruz. Burjuva demokrasilerinde sadece sermayenin özgürlüğü olduğunu açıkça ortaya koyan bu gelişme, kendilerine yaşam alanı yaratmış olan ZAD’a yönelik saldırı tutumuyla açıkça ortaya çıktı. Sermayeye göre ‘çulsuzlara’ göz yummak daha büyük belaları getirirdi ve Fransa devleti de buna uygun davranarak direnişçilere saldırdı. Dünya üzerinde kapitalizmin ekonomik krizleri hem halklara hemde doğaya fatura ediliyor. Artık doğaya çıkarılacak her fatura ise, dünyadaki yaşamın sonunu getirecek niteliğe evrildi. Ciddi bir ekolojik kriz dünyayı sarmalamış durumda. Böyle bir dünyada ancak kökten bir değişim olmadan bu yok oluş sürecinin durdurulamayacağı görülmek zorunda.
Geleceğimiz bugünden vereceğimiz kararlara bağlı. Saraylarla kulübelerin barışması ya da barış içinde yaşaması mümkün değil. Bu nedenle Fransız devriminin sloganı olan “Kulübelere barış, saraylara savaş” cümlesini hatırlamak gerekir. The Times gazetesi, 1844 yılında yayınladığı bir baskısında şöyle diyordu: “Kulübelere barış, saraylara savaş! Çok geçmeden bütün ülkelerde duyulabilecek dehşetli bir savaş narasıdır. Zenginler dikkatli olsun.” Bu sözlerde açığa çıkan şey burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına karşı bilincini göstermekteydi. Peki ya biz yoksullar, saraylarda yaşamayanlar, doğaya karşı süren saldırılarda hangi sınıfın penceresinden bakarak sorunlara yanıt arayacağız?