Kutsal yaşam hakkı sadece insanlara bahşedilmiş bir hak değildir. “Kutsal yaşam hakkı bütün hayvan, bitki türleri, cansız gibi atfedilen, kuantum fiziğinin ulaştığı veriler ışığında ve doğal toplumun animist bakış açısı ekseninde canlı olarak kabul edilen, toplumca kutsal görülen dağ, taş, ova, akarsu, göl, ağaç, her şeyin doğal var oluş hakkıdır.”
Animizm, klan toplumsal formunun zihin dünyasını oluşturmaktadır. Bireyin ve toplumun birinci doğa ile en üst düzeyde kurmuş olduğu ruhsal, zihinsel ve bedensel ikrarlaşma, empati kurma halidir. Bütün varlığın canlı olduğu, bundan kaynaklı olarak bir ruha sahip olduğu, bundan hareketle cümle can ile “birlik” içinde yaşamın devam ettiği düşüncesi hakimdir. Havanın, suyun, dağın, taşın, ateşin… bir canı olduğu, ruha sahip olduğu; bundan dolayı cümle canın varlığı, birliği, dirliğinin sağlanmasının, kutsal yaşam hakkının korunmasının gerekliliği ahlaki bir ilkedir.
Doğanın işleyiş kanunlarında tahakküm yoktur. Evrendeki bütün cümle canı ayakta tutan şey özgürlük ilişkileridir. Doğadaki her canlı diğer canlılarla yaşam çemberi oluşturarak, birbirlerinin varlık nedeni olarak, kendi öz güçleri, zekaları, sezgileri ile varlıklarını devam ettirirler. Doğanın ve evrenin bir zihni vardır. Bütün varlık “yedi iklim, dört köşe, onsekiz bin alemde” kainatta zaman ve mekan ilişkisi içerisinde yer almaktadır. On sekiz bin alem, yedi iklim, dört köşe, cümle can kavramları doğanın çoklu zekasına renkliliğine, ahlaklı birliğine ve özgürlüğüne delildir. Farklılık, renklilik, çeşitlilik, aynı zamanda özgürlük ise doğanın özgürlük gibi bir amacı da vardır. Bu hakikatten hareketle şunu diyebiliriz; doğayı yok eden, ahengini bozan, baskı altına alan, katliam yapan her anlayış özgürlüğe, farklılıkların birliğine düşmandır. Doğanın hafızası, işleyiş kanunları, uyumu, renkliliğini kendi hakikati içerisinde bir kemalete ulaşmıştır. Bütün evrenin semah dönmesi bir özgürlük arayışı anlamına gelir.
Doğadaki hiçbir şey anlamsız ve gereksiz değildir. Oluşum için bütünlüklü bir zaman ve mekana ihtiyaç vardır. Mekansız bir zaman ya da zamansız bir mekan söz konusu değildir. Özellikle toplumu zamansız ve mekansız bırakmak; köksüz, manasız, anlamsız bırakmaktır. Doğadaki bu ekolojik uyuma birinci doğa diyoruz. Doğadaki her varlık kendi ortamında kendi rengi, kokusu, libası, dili diğer canlılarla birlik içerisindedir. Doğadaki bu birlik ve uyum son derece kapsamlı, incelikli, çoklu bir zekanın sonucudur. Doğaya tahakküm kuran her anlayış ya da kurum birinci doğa ile ikinci doğanın anlamlı birliğine düşmandır. Çar anasır bir libasa bürünerek Hak diye görünmüştür. İnsan da bu evrenin bir parçasıdır. Doğanın bir zerresi olarak var olmuştur, evrenin mikro halindeki formudur. Doğa derya ise insan da bu deryanın bir damlasıdır. İnsanın kainatın aynası olması doğanın efendisi olduğu, doğadan daha akıllı ve zeki olduğu anlamına gelmez. Doğadaki çokluk, sezgi, zeka insanda forma kavuşmuştur.
“İnsan kainatın aynasıdır / Hakkın varlık deryasıdır” kelamı insanın evrenin özeti olduğu anlamına gelir. Evrendeki bütün varlık insanda üst düzeyde bir forma kavuşmuştur. “Kendini bilen Hakkı bilir, Hakkı bilen kendini bilir” söylemi insanda forma kavuşan evrendeki hakikate işarettir. İnsanın evrenin özeti olması, mikro evren olması hakikati; baskının, zulmün, köleliğin, tahakkümün olmadığı dönemin zihin kodlarını taşır. Bu mana ile “kendini bilen Hakkı bilir, Hakkı bilen kendini bilir, Hak Adem’de mevcuttur” anlayışı baskıyı, köleliği, tahakkümü, tekçi zihniyeti red eder. Alevi zihin dünyası bu hakikati binlerce yıldır toplumsal ekolojinin temel ilkesi olarak dile getirmiştir. Bunu, Alevilikteki toplumsal ekoloji olarak tanımlayabiliriz. Bu zaman aralığı insanın özgürlüğü yaşadığı evredir. Doğa, insan ve özgürlük diyalektik ilişki içindedir.
Birinci doğa sürekli doğum halindedir. Kendi varlığını devam ettirir, tür olarak kendi “aynısını” var eder. Doğan her canlı kendi mekanı içerisinde doyuma ulaşır, görünür olur. Zamanı geldiğinde ölüm halini yaşar. Doğum hakkı, doyum hakkı, görünür olma ve ölüm hakkı bir denge üzerinedir, baskı ve denetim altında değildir ve kutsaldır. Kürtçe’de Xweza kelimesi “tabiat, doğa” manasına gelir. Xwe (kendi), Za (doğum) demektir. Kendi varlığını, doğumunu devam ettirme hali, bir ekolojik uyum halidir. Doğada çar anasır (hava, ateş, toprak, su) birbirleri ile ikrarlıdır, uyum ve dengelidir, sürekli kendini var etmektedir. Doğanın “kendinden var etme” haline doğum hali diyoruz. Çar anasırın kendi aralarındaki ilişki dikey bir ilişki tarzı değil, daireseldir. Biri olmadan diğerinin varlık nedeni daralır. Doğadaki her varlık birlik içinde “Hakkın varlık deryasını” oluşturur.
Toplumsallık, komünal yaşam milyonlarca yıl birinci doğa ile ahenkli, uyumlu, anlamlı, hesapsız bir yaşam içinde olmuştur. Son 6-7 bin yıldır insanın doğa ile olan ikrarlı ilişkisi kurnaz, eril zihniyet tarafından kesintiye uğratılmıştır. Kurnaz erkek avcı kültürü ile beraber önce doğa üzerinde, sonra kadın üzerinde, ardından toplum üzerinde tahakküm kurmuştur. Avcının doğa, kadın ve toplum üzerindeki taciz ve tecavüzünden, ana kadına ait değerleri, bilgeliği çalmasından dolayı Alevi toplumu avcıları cem erkanına almazdı.
İnsanı yaşamın merkezine koyarak, insan için her şey mubahtır söylemi; doğayı cansız görmek, hiçleştirmek, sömürmek, taciz ve tecavüzde bulunmak, rant alanına çevirmek; ırkçı, faşizan, dinci, eril bir bakış açısıdır. Dünün avcısı bugünün militarizmidir. Doğa insansız yaşar fakat insan doğasız yaşayamaz. Tahakkümcü Nahak anlayış evreni oluşturan çar anasırı hakikatinden uzaklaştırdı. Ateş, insanı koruyan, adaleti, özgürlüğü, isyanı temsil eden bir element değil artık. Ormanları, köyleri, rıza toplumu süreklerini, özgürlük arayışında olanları yakan bir duruma düşürülmüştür. Su artık azizliği, temizliği, arınmayı, akışkanlığı temsil etmiyor. Stratejik bir silah durumundadır. Toprak, artık mülktür, Hakkın görünür olduğu mekan değildir, sömürgedir. Hava, yaşamamız için nefes değildir artık.
Günümüz insanının en önemli özgürlük mücadelesi, çar anasırı kendi tarihi hakikati ile bütünleştirme mücadelesi olacaktır.