Nujiyan Yıldırım
kara yaralı iki yavrum benim
yılda kim bilir kaç bininiz
acı suya bile doymadan gelip gidiyor
Ve müsteşar bey:
Kara yaraya tutulası
‘endişeye mahal yok’ diyor
N. Hikmet
Tüm dünyaya ‘ kral çıplak’ dedirten yeni tip koronavirusü (COVID-19) ilk 2019′ un Aralık ayında Cin’in Vuhan kentinde ortaya çıksa da, tarihe daha çok 2020 yılındaki küresel salgının etkilerini yazdıracak. COVID-19 virüsü; Ne devasa kitle imha ve kimyasal silah savunma sistemlerine harcanan ekonominin, ne kibirli devlet bürokrasisinin yasama odaklı bir etkisi olmadığını ( dolayısıyla halklar için bir anlam ifade etmediğini) gösterdiği gibi insani değerler için mücadele edenlere de bir ayna ve yol bulma görevini yükledi.
Bu küresel salgının nasıl ne kadar sürede biteceği, devletlerin, bilimin ve ilgili alanların uyarı ve önerilerini ne kadar dikkate alacağına bağlıdır. Ayni şekilde tüm rejimlerin ve insanla ilişkilerinin sınav sonuçlarını da gösterecek tarihi bir dönemden geçiyoruz.
Korona virüsü dünyayı bir kente dönüştürse de onunla mücadelede her ülke, bu kentin ayrı bir mahallesi gibidir. Her mahallenin imkan yöntemleri de farklıdır. Korona virüsü, tüm mahallelere salgında eşit davransa da, ne mahalle sakinleri korunmada eşit şartlara sahiptir, ne de mahalle yönetimleri evlere eşit destek sunuyor. Penceresiz evlere pencereni kapat, virüs girmesin diyor, çalışmak zorunda olan emekçiye, ekmek bulamayan işsize ve ücretsiz sağlık hizmetlerine ulaşamayan kesimlere…
Devletlerinin devasa ekonomik ve jandarma gücüne güvenen toplumlarda bir şaşkınlık, hayal kırıklığı, korku ve panik hakim. Sosyal devlet mekanizmalarının var olduğu toplumlarda ise kaygılardan çok bilinmez bir bekleyiş var şimdilik. Bu salgının küresel ve bölgesel sonuçları bilinmese de kapitalist devletlerin insani değerlerden uzak, üretime dayalı olmayan çok kazanç ve hırsın yarattığı tüketim çılgınlığını besleyen sistemlerin virüsün daha çok beslenmesine neden olacağı gibi daha çok dezavantajlı kesimleri vuracağı da biliniyor.
Aynı kaygı ve belirsizlik virüsün gün geçtikçe can almaya devam ettiği Türkiye’de de yükselişe geçti. Gün geçtikçe alınan tedbirlerin ve koronaviruse karşı mücadelenin yetersizliği hayatin her alanında krizlerin daha çok derinleşmesine neden olmaktadır. Bu durum ‘Vatan millet Sakarya’ edebiyatını savunanların sessizliğini, buna inananların ise şaşkınlığını ve panik halini ortaya koymaya devam edecek politikalarla yüz yüzeyiz.
Bölge insani ise bu belirsizlikleri de çaresizlikleri de çok iyi bilen bir halktır. 20. Yüz yılın başlarından günümüze doğal olan olmayan yaşadığı nice felaketlerde devletin en sert ve soğuk yüzünü bildiği için sistemin insanlıkla ilişkisini daha doğrusu yokluğunu çok iyi biliyor. Bundan dolayıdır ki, bölge insanı bu salgına karşı soğukkanlı olsa da yarınlara dair kaygı ve korkuları çok daha fazladır.
Birina Reş Dünyada hortladı…
Resmi tarihte yer almayan nice felaket ve kıyım gibi sadece edebiyat eserlerinde ‘Birina Reş’, Kara Yara ve bireysel sağlık raporlarında ise ‘porfiri’ hastalığı ya da salgını olarak yer alan, 1960′ lı yıllarda Bölge illerinde yaşanan trajedinin sadece resmi kayıtlara göre 4000 yoksul Kürd köylü çocuğunun bu hastalığa yakalandığını ve çoğunluğunun yaşamını yitirmesine neden olduğu belirtiliyor. 1950’lerde ABD’nin yardım kapsamında hibe olarak gönderdiği malzemelerin içinde tarla (zehirli mantara karşı) zararlısına karşı kullanılmak üzere, bir çeşit böcek ilacın karıştırıldığı buğday da bulunmaktadır. Menderes hükümeti, bu zehirli buğdayı bedava dağıtılsın diye öncelikli olarak Kürd’lerin yaşadığı bölgeye gönderir.
Hükümetle işbirliği içerisinde olan ağalar, beyler, gönderilen zehirli buğdayları köylüye ucuz fiyata satarlar. Ekilip biçilen bu buğdaylardan ekmekler pişirilir, tüketilir. Buğdayı yıkamadan ya da uzun süre tüketenlerin hastalık sureci çocukların ölümüyle sonuçlanır…
Bu tarihi yarayı bilen halk, koronavirus salgını sonrası değerli Kürd aydını Musa Anter’in ‘Birina Reş’ adlı belge niteliğinde, fakat piyes tarzında olan kitabını hatırlayarak’ Birina Reş dünyada hortladı’ diyenler de var. Musa Anter, bu eseriyle sadece olayı değil, yarattığı karakter vesilesiyle, toplumun bu olaylar karşısında nasıl mücadele etmesi gerektiği ve umut verici yollar gösteriyor…
Koronavirus’le başı belada olan tüm toplumlar gibi bölgemizde olağandışı bir dönemden geçmektedir. Dolayısıyla sonucunun nereye ve nasıl varacağının bilinmediği bu dönemde, toplumun tüm dinamik güçlerinin, sivil toplum örgütlerinin, Bilge Musa Anter’e kulak vermesi gerekmektedir. Kısa vadede toplumun dezavantajlı kesimlerine ulaşmak, taleplerinin merkezi hükümetin ilgili yetkililerine ulaştırma çabalarıyla birlikte acil temel ihtiyaçlarını gidermek için güç birliğine başvurulmalıdır. Toplumun içinde bulunduğu dönem ve şartlar itibarıyla, şimdi her zamankinden daha çok duyarlı kesimlere ve sivil toplum örgütlerinin desteğine ihtiyacı var.
İnsan hakları hareketleri, sağlığa ulaşım hakkını ve talepleri takip ve dikkate almalı. Eğitim sendikaları, eğitime ulaşım sorunlarını ve alternatif çözümlere yönelmeli. Ekoloji dernek ve toplulukları, salgınlar, fiziksel ruhsal hastalıkların doğa ile ilişkilerini ele alan çalışma projelere odaklanırken, doğanın daha fazla betonlaşmaya kurban olmasına engel olacak etkinliklere önem verilmeli… Koronavirüs salgını, hayatın her alanına ciddi olumsuz etkileri olsa da öncelik sağlık, barınma ve beslenme mağduriyetlerinin giderilmesi için geniş bir dayanışma ağı oluşturulmalıdır. Uzun vadede ise insan haklarına dayalı sosyoekonomik politikaların hayata geçmesi için plan ve projeler üretilmelidir.
Ve Korona Buyurdu: Siz Olan Sen, Doğal Olan Doğa Beni Yenebilir…
Koronavirüsten sonrasına dair bilinmezlikler, rejimler kadar toplumsal ve kültürel değişim ve dönüşümler için de geçerlidir. Bu değişim ve dönüşümde insan hakkı ve tüm canlıların yaşam alanına saygı bilinci zirveye çıkarılırsa insanlığın da zaferi olur. Küresel salgın gibi küresel sloganlar ‘kendini koru herkesi korumuş olursun, herkesi düşünen kendini korumuş olur’ vb. söylemler topluma yol gösterici de olabilir. Koronavirüsle mücadele ‘Biz ‘in bilincine varabilen bireylerin, ekolojik sistemin ve insani değerlerin var olduğu bir dünyanın daha güzel bir yer olacağının görülmesini de sağlayabilir .
Her felaketi fırsata çeviren ve toplumun maddi manevi tüm değerlerini sömüren mekanizmalara karşı, dernekler, odalar, sendikalar bu zorlu süreçte insanın ve insanlığın buluşması için birlikte çalışma alanı yaratmalılar. Bu zor günlerde evinde çiçek yeşertenler bir kez daha görmüşlerdir doğanın ve umudun sırrını. Su, toprak ve tohum bir araya gelirse, gerisini doğa halleder. İnsanda da, insani değerlere dayalı bilinç, sevgiye dayalı emek, ve özgürlüğe dayalı sorumluluk duygusu bir araya geldi mi payına düşen insanlığın paylaştığı şarkı ya da şiirlerin doğada yankılanışı düşer.
Yaşamak için doğayı dinleyelim.
“