Yeni açılan Diyarbakır 1 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan Halis Tekin, elime geçen 27 Ekim 2020 tarihli mektubunda -özetle- şöyle diyor: “Bana göndermiş olduğunuz 16 Ekim 2020 tarihli kartınızda, ‘yeni eviniz’ hayırlı olsun. Umarım idarenin zorunlu olarak karşılaması gereken ihtiyaçlarınız bir an önce sizlere verilir, temennisinde bulunmuştunuz. Teşekkürler fakat maalesef öyle olmadı. Epey zorlu ve sıkıntılı bir süreç yaşadık, yaşıyoruz.
15 Eylül 2020 tarihinde yaklaşık 30 kişi ve bizden bir ay sonra da 35 kişi bulunduğumuz D Tipi Cezaevi’nden, 1 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne getirildik. Aynı şekilde ve sayıda 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne arkadaşlarımız götürüldü. Yeni açılan cezaevleri geldiğimiz yerin hemen bitişiğindedir. Fakat gelin görün ki, aynı bahçenin ayrı cezaevlerinde söz konusu olan keyfi uygulamalar beraberinde birçok sorun ve sıkıntıyı getirdi. Geldiğimiz yeni cezaevi yeni inşaat halinden çıkmış, temizlenip-yıkanmamış, her taraf toz, alçı içinde, ranza ve dolap içleri bir karış toz-toprak dolu, havalandırması da öyle.
Buraya getirilip, tek kişilik odalara konulduk ve böylece 14 gün boyunca karantinada kalmış olduk. Sonra gittiğimiz asıl odalarımızda orayı yıkayacak su bidonları, kovalar yoktu. Yine yarım metrelik çek-paslarla yıkamak zorunda kaldık. Yaklaşık bir ay buzdolabımız ve televizyonlarımız bize verilmedi. Cezaevi girişinde elbiselerimiz, temizlik malzemelerimiz dışında hiçbir eşyamız bizlere verilmedi. Halen de birçok eşyamız verilmiş değil.
Yazılı ve boş defterlerimiz, radyo, kalem, kalemtıraş, silgi, çizgisiz kağıt gibi kırtasiye malzemeleri, iki kişilik battaniye, yastık, yelek, spor minderi, iğne ve iplikler, bireysel temizlik ve tıraş malzemeleri, satranç takımı, tabak ve kaşıklar, diş fırçası, diş ipi, müzik defteri, içinde metal olmayan korse, cezve ve fincan takımı, zımba, klasör ve bana ait sağlık dosyam, raporlarım halen bana verilmedi. Anlaşılan yüksek güvenlik adı altında verileceğe de benzemiyor.
Günde iki defa, sabah-akşam sayımlarına onlarca personel içeriye giriyor. Maske-eldiven kurallarına, sosyal mesafeye dikkat edilmiyor. Kapıdan her çıkışında üstümüz elle aranıyor. Aramalarda üç kişilik odalara 20-30 personel giriyor. Tüm eşyalar alt-üst edilircesine aranıyor. Bu uygulamalar koronavirüs salgını tehlikesi ve riskini ciddi anlamda artırıyor.
Bu uygulamaları Adalet Bakanlığı’na, Sağlık Bakanlığı’na ve Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiğimiz dilekçelerle şikâyet ettik. Ancak uygulamalar aynen devam ediyor. Bu salgın döneminde bizlere doğru-dürüst temizlik malzemeleri verilmediği gibi sıcak ve soğuk suya limit getirildi. Sıcak su 50 litre, soğuk su ise 150 litre kullanabilecekmişiz. Bu limitler -özellikle salgın koşullarında- yetersiz.
Yemek yediğimiz, oturduğumuz odadaki kapının üstünde kamera var. Havalandırma ve yatak odalarımızı da görecek şekilde çatıya kamera konulmuş. 24 saat gözleniyoruz. Öyle ki tuvaletin içini dahi görmekteler. Mahremiyet diye bir şey bırakmamışlar. Bu uygulamayı da, ilgili ve yetkili tüm kurumlara şikayet ettik; ancak hiçbir sonuç alamadık.
Bu arada, geçen gün, fotoğraf çektirmek için dilekçe yazdık. Personelin içeriye girmesi, bakanlık tarafından yasaklanmıştır, denildi. İyi ama arama için 20-30 personel her gün odaya iki kez giriyor. Halen kaşıklarımız bize verilmedi. Naylon kaşıkla yemek yiyoruz. Buraya birlikte getirildiğimiz arkadaşlar, birbirinden ayrı koridorlardaki uzak odalara yerleştirildi. Bulunduğumuz koridorda DAİŞ, Hizbullah ya da FETÖ’den yatanlar var.
Tüm bu sorunlarımızı temsilcilerimiz aracılığıyla cezaevi yönetimi ile görüşüyoruz ama şimdiye dek hiçbir konuda sorunumuz çözülmedi. 27 yıldır cezaevindeyim. Böylesi bir cezaevi görmedim.”
* * *
Elazığ 2 nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde bulunan Ergin Doğru, bulundukları yerde de koronayı bahane eden cezaevi idaresinin mahpusların var olan haklarını bile kısıtladığını belirttikten sonra oda değişimi isteklerinin karşılanmadığını ve hastaneye de kendilerinin gitmeyi pek tercih etmediklerini yazmış. Revirde gerçek manada sağlık hizmeti alamayanların niçin hastaneye gitmek istemediğini merak ediyorsanız anlatalım:
Öncelikle götürüldükleri hastanede koronavirüsü kapabileceklerini, sonra da cezaevine döndüklerinde 15 gün süreyle karantina adı altında tecritte kalmak zorunda olduklarını ifade ediyor. Kendilerine uygulanan tecrit ve izolasyona rağmen yan odalarda kalanların koronaya yakalandıkları ve aynı odada ilaç tedavisine başlandığını belirttikten sonra kendilerine yapılan testin sonuçlarının ise kendilerine henüz söylenmediğini ifade ediyor.
* * *
Bu hafta bana ulaşan mektuplardan üçü ise içerideki gazeteci arkadaşlarımızdan. Ağrı-Patnos L Tipi Cezaevi’nde bulunan Aziz Oruç, 9 Kasım 2020 Pazartesi günü yeni bir duruşmaya çıkmaya hazırlanırken; Van’da helikopterden atılan iki kişinin haberini yaptıkları için tutuklanan gazetecilerden Adnan Bilen ve Cemil Uğur’un konuldukları Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ndeki karantina halleri halen sürüyor. Adnan ve Cemil, haber vermenin gazetecilerin hak ve görevi olduğunu düşünüyorlar ve hapse atılmalarının onları mesleklerinden soğutamayacağını belirtiyorlar.
MEKTUBU GELENLER:
Halis Tekin – Diyarbakır 1 nolu Yüksek Güvenlikli CİK
Ergin Doğru – Elazığ 2 nolu Yüksek Güvenlikli CİK
Aziz Oruç – Patnos L Tipi Cezaevi
Adnan Bilen – Van Yüksek Güvenlikli CİK
Cemil Uğur – Van Yüksek Güvenlikli CİK
Posta Kutusu: 253
Yenişehir
ANKARA
e-mail:
aykol267@gmail.com