Bundan birkaç yıl öncesinin diyalog ağına ‘barış süreci’ demiştik. Süreç esnasında ve sonrasında herkes barış ihtiyacını hissetmiş, barış toplumunda yaşamanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemişti. Barış sürecinde kimse kimseyle barışmamıştı; ancak anlamak ve görmek isteyenler için süreç yaşama muazzam bir rahatlık getirmiş ve geride de kritik dersler bırakmıştı.
Kaybedilen barıştan sonra başlayan kaotik dönemde barış sürecindeki refah düzeyi hiçbir zaman yakalanamadı. Bunu ne kadar söylesek azdır. Savaş denkleminde Türkiye toplumu derinleşen yoksulluk, göç, adaletsizlik, yükselen milliyetçilik ve zulüm pratikleriyle şiddetli bir “düşüş toplumu” haline geldi.
Savaş döneminde barış hakikatinin ve yaşama katkısının alıcısı pek az oldu. Barışın hakikati ve yaşama katkısı ile yüzleşmek nesnel bir gözlemi, ahlaki ve politik bir duruşu zorunlu kılıyor. Kürt meselesine yönelik ırkçılık zehrinin yayılması nesnelliğin, ahlaki ve politik duruşun görünmesini engelledi, hala da engelliyor.
İktidar veya yeni müesses nizam başarılı olduğunu düşündüğünden ve belki de kibrinden dolayı ne barış sürecinin kazanımlarıyla ne de sonrasında oluşan ağır maliyetlerle hiçbir zaman yüzleşmedi. Maliyetlerle yüzleşme işini muhalifler, Kürtler ve barışseverler hep üstlendi. Öyle anlaşılıyor ki gelinen aşamada muhalif cephenin maliyetleri hatırlatma görevi krizi durdurmaya yetmemektedir. Krizin derinleşmesi müesses nizam cephesinde akli bir yüzleşmeyi zorunlu kılmaktadır.
Savaş susturur
İnsanlar yaşadıkları şiddetli şoklarla belli bir süreliğine konuşma yetisini yitirebilirler. Barış süreci sonrasında başlayan ve hala devam eden radikal şiddetten kaynaklı oluşan şok hali siyasetin konuşma yetisini elinden aldı. Şokun etkileri henüz atlatılmış değil.
Şimdi sert bir savaştan ve iktidarın yenilgisinden sonra siyaset arenasında ve toplumda bir diyalog ihtiyacı giderek daha fazla kendisini hissettirmeye başladı. Konuşmanın bitmesiyle başlayan şiddet denklemi, gelinen aşama itibariyle yeni bir diyalog sürecine yönelik ihtiyacın sinyallerini vermektedir.
Yanlış diyaloğun şiddeti
Kavga ebedi bir eylem olmadığı için belli sınırlara sahiptir. Bu sınırlara gelindiğinde konuşma devreye girer. Fakat kavga ve düşüş toplumu haline gelen Türkiye toplumu konuşma ihtiyacına rağmen harekete geçme konusunda önceki deneyimlerden hareketle yanlış diyalogların üreteceği şiddetin etkisiyle tedirgin. Acaba ne konuşuyorlar-ne konuştular sorusu siyasete olan merakın değil güvensizliğin sorusu.
Diyalog yorgunu olan toplumun, diyaloğun manipüle edilme riskinin büyük bir ciddiyetle dikkate alınması gerekiyor. Bu durum olası diyaloğun dar değil geniş temelde yürütülmesini ve toplumsallaşmasını zorunlu kılıyor.
Çoklu diyalog
Herkesin salt durduğu yerden baktığı bir aşamadayız. Bir süre daha böyle gidebilir. Sonrasında diyaloğun toplumsallaşması ve toplumun siyasallaşması için bütüncül bakış açılarına ihtiyacımız olacak. Bu da muhalif dinamiklerin diyaloğu toplum lehine örgütleme performansına bağlıdır. Zira diyalog meselesi sadece iktidar ile ana muhalefetin konuşmasıyla aşılacak bir sorun değil; böylesi zamanlarda diyalogu çok bileşenli toplumsal bir ilişki ağı olarak düşünmek gerekir.
Toplum iktidarın kötü yönetiminin durdurulması ve mevcut politikalarını değiştirmesi gerektiğine kanaat getirerek son seçimlerde muhalefete politika yapabilme kapasitesi ve sorun çözme iradesi verdi. Ancak temel sorunların geniş bir diyalog bağlamına ihtiyaç duyar. Bu nedenle diyalog tek bir bağlama veya belli aktörlere sıkıştırılmamalı, kestirilip atılmamalı.
Bu temelde Üçüncü Yol dinamikleri diyalog bağlamının en önemli aktörlerinden biri olarak konumunu güncellemeli. Diyalogun toplum lehine olması için itici kuvvet olabilmeli. Toplumun diyalog talebi en çok Üçüncü Yol dinamiklerince doğru anlaşılmalı.
Ortada bir konuşma arzusu var. Siyaset kurumu buna sırtını dönmemeli. Her şey istediğimiz gibi olmayabilir. Herkesin bir şeylerden feragat etmesi gereken zamanlar ihmal edildiğinde herkesin her şeyi kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabileceği zamanlar kapıda bekler. Bu hakikat, zamanın ruhunu doğru okumamızı zorunlu kılıyor.
Çoklu diyalog için ortak hikaye
Savaşın tüm yaşam üzerinde etkili olması Türkiye toplumunda ortak bir hikaye yaratmayı zorlaştırmış olsa da zamanın doğru okunması ve doğru kurgulanması için ortak hikaye şart. Tüm zorluklara rağmen insanları yeniden ortak coğrafyanın kadim sakinleri olarak yüz yüze yaşama dahil edebilecek asıl realite herkesin kendi hikayesine sıkışması değil herkesin ortak bir hikaye etrafında toplanmasıyla ortaya çıkabilir.
Ortak hikaye meselesi daha önce iktidar tarafından defalarca istismar edilerek yıpratılmış olsa da hala takip edilebilecek en rasyonel yol. Hikaye güçlendikçe diyalog hem toplumsallaşacak hem de belirsizlik sisi dağılacaktır. Bu nedenle hikayenin kolonlarını bir an önce dikmek gerekiyor. Mesela ekmek tüm zamanların hikayesidir. Ortak hikayenin en sağlam kolonu ekmek meselesi olabilir. Savaş ve barış durumu ise ekmekle doğrudan bağlantılıdır. Özellikle Kürt meselesinde savaşın ve barışın hala herkesin hikayesi haline gelmemiş olması trajik bir durum. Savaş ve barış meselesi ortak hikayenin kritik başlıklarından biridir. Coğrafi birlik hikayenin üçüncü başlığı olabilir. Coğrafi birlik ve coğrafyanın kendisi siyaset üstü bir hakikati barındırmaktadır. Aynı coğrafyada yaşamanın imkanları ve olanakları gözardı edilmeyecek kadar stratejik bir meseledir.
Yanlış diyalog duvardan döner
Toplum savaşın ve yanlış diyalogların yarattığı şiddetin yorgunu olsa da iradesini kimseye ezdirmez. Önceki yazıda bahsetmiştik: Eğer bugün bir konuşma zemini varsa bunu sağlayan irade toplumun iradesidir. Bu iradeye ters düşenler kaybeder. Zamanın ruhuna ve toplumun yaşadığı sorunlara yabancılaşan yanlış diyaloglar, günün sonunda Diyarbakır’dan, Soma’dan, Ankara Gar’ından döner.
Zaman doğru diyalog kurma zamanıdır. Kobane davası zamanın yeniden kurgulanmasında kritik bir bariyerdir. Bu dava Kürtlerin diyaloğa olan mesafesini, diyaloğun neresinde yer almaları gerektiğini doğrudan belirleyecektir. Umudumuz Kobanê davası başta olmak üzere uzun süreden beri hapishanelerde tutuklu olan siyasetçilerin bir an önce özgürlüğüne kavuşması ve doğru diyaloğun toplumsallaşması yönündedir.