Divriği’nin dört bir yanı madenlerle çevrilmiş durumda. 84 yıl önce Etibank tarafından işletilmeye başlanan Divriği Hekimhan Demir madeni daha sonraki yıllarda birçok kamu devirlerinden sonra 2004 yılında özelleştirme kapsamında Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş.’ye devredildi. 2006 yılında ise Ereğli Demir ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş. OYAK’a satıldı ve dolayısıyla Divriği’deki madden de OYAK’ın oldu. OYAK, 2009 yılı Ekim ayında Divriği ilçesi Ekinbaşı köyünde bulunan demir madeni yeraltı işletmesini 2011 yılında açarken, 2016’da Cürek Yeraltı İşletmesi’ni de devreye aldı.
OYAK-Erdemir Divdiği’de maden üretimlerini taşeronluk sitemine bağlayarak işletmeyi Ermaden’e, Ermaden de alt taşeron olarak Çiftay Şirketi’ni madende çalıştırmaya başladı. Kamu kuruluşuyken sermaye eline devredilen Divriği Demir Madenleri asıl patron, ikinci patron ve üçüncü patronlar ortaya çıkarılırken tüm patronlar kazanmaya, madende çalışan işçiler ise giderek yoksullaşmaya başladı. Bu taşeronlaştırma sisteminin temelinde maden işçilerini sendikasızlaştırma amacı güdülüyordu.
Daha önce DİSK’e bağlı Yeraltı Maden İş Sendikası’nda örgütlü olan Divriği Demir Çelik Madeni İşçileri, TÜRK-İŞ’e yönlendirildi. TÜRK-İŞ’e bağlı Cevher-İş Sendikası toplu sözleşme görüşmelerinde yetkiliydi. Özelleştirilen Divriği Demir Madeni işçileri bunun ardından sendikasız kaldı. Sendikayı ortadan kaldıran işveren, ÇİFTAY aracılığı ile üretimi sürdürdü. İşte böyle bir süreçte yoksulluktan ve çalışma koşullarından yılan maden işçileri daha iyi ücret ve daha iyi çalışma koşulları talebiyle 4 Ocak’ta işverenlerle görüşmelere başladı ancak olumlu bir gelişme yaşanmayınca işçiler iş bırakıp direnişe geçti.
Bu süreçte OYAK Ermaden’i, Ermaden de Çiftay’ı arayarak bu direnişin bastırılması istendi. ÇİFTAY, önce Divriği’nin bazı siyasi elitlerini (CHP’li Belediye, AKP, İyi Parti vd.) sürece katarak, eylemin bir an önce bitirilmesi için toplantılar yaptı. Bu süreçten sonra baskı altına alınan işçiler direnişlerini sonlandırıp belli hakları elde ederek yine madene inmeye başladı. Madenlerde emeği sömürüp işçiyi adeta kölelik koşullarında çalıştırmak isteyen sermaye, aynı zamanda doğal yaşamı da amansız biçimde sömürüye tabi tutarak büyük yıkımlar yaratmaktadır.
Kapitalizm endüstriyel üretimlerde işçiye biçtiği değer onun sırtından ortaya çıkardığı azami artı-değerdir. Doğayı ise bir hammadde deposu olarak görüp sınırsızca kullanır. İşçilerin canı pahasına ocaktan çıkardıkları madene fiyat biçilirken, patronun elde ettiği kâr işçinin sırtından elde edilen artı-değerden başkaca bir şey değildir. Çıkarılan madenin değeri ile bu malların üretimi için işçiye ödenen ücret arasındaki fark sermayenin en önemli birikimidir ve bu birikim işçi emeğinin tam karşılığıdır.
Kapitalizm işçi sömürüsüyle elde ettiği birikimleri yeniden değerlendirmek için yine doğaya geri döner ve yine işçiler ölümüne çalıştırılır ve kapitalist sistem kendisini bu yolla sürekli yeniler. Bu yenileme sürecinde her zaman ama her zaman kaybeden yani kanı emilenler doğa ve işçilerdir. Bu süreç büyük bir paradoksu ortaya çıkarır. Madenlerle doğada geri dönülmez gedikler açılırken yani bir nevi katledilirken, işçi ise bu madenlerde çalışmak zorunda bırakılarak adeta ölüme mahkum edilir.
İşçiyi, maden de ertesi gün çalışabilecek kadar enerjiyi elde edebileceği bir ücrete mahkum etmek sermayenin başlıca amacıdır. Dünyada en çok işçi ölümlerinin madenlerde yaşanması bir tesadüf olmadığı gibi ‘fıtrat’ ise hiç değildir. Kapitalizm işçinin emeğini de kullanıp doğayı yağmalar. Hiç kimse bir işçiye madende ya da doğayı benzer biçimde sömürüye tabi kılan bir kapitalist işletmede çalışma deme hakkına sahip değildir.
Dünyada ortaya çıkan ekolojik krizin ilk etkilemeye başladığı ve giderek etkisini arttırdığı sınıf olan işçiler içinden çıkılmaz gibi görünen bir paradoksa sıkışmış haldeler. Kapitalizmin aşırı üretimleri sonucunda ortaya çıkan ekolojik kriz ve işçilerin yaşadığı paradoks ancak ve ancak kapitalizm koşulları ortadan kalktığında çözülmeye başlayacaktır.
Büyük düşünür Karl Marx, kapitalizmde değerin temelini oluşturan kaynak emekse, doğanın da zenginliğin diğer vazgeçilmez kaynağı olduğunu belirtir. Marx’a göre insanlığın çoğunluğunu doğayla dolaysız bir ilişki kurmaktan, üretim aracı olan toprakların ve yeryüzüyle komünal bir ilişki kurulmasından yoksun bırakan toprak üzerindeki büyük özel müülkiyetin ortadan kaldırılmasından daha önemli olan çok az şey olduğunu belirtir. Emek ve doğa üzerinden ortaya çıkan paradoksun çözümü ancak doğayla girilecek simbiyotik yani karşılıklı yarar üzerine kurulacak ilişki ile çözülebilecek ve kesinlikle kapitalizmden çıkıp, sermayenin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır.