Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Selahattin Demirtaş’ın tahliyesine hükmettiği kararda, bu ve benzeri tutuklamaların çoğulculuğu yok ederek demokrasiyi tehlikeye atma riski içerdiğini vurguluyor. Bu vurgu önemli çünkü Kürt siyasetçilerinin, özellikle de HDP milletvekilleri ve yerel yöneticilerinin siyasi davalarla tutuklu yargılanmaları, “bölücü terörle mücadele” nin gereği olarak meşrulaştırılıyordu. AİHM kararında vurgulanan kaygılar ise, Kürt halkı ve HDP’nin ötesinde bir bütün olarak Türkiye toplumunun, demokrasi ve hukuk ilkelerini çiğneyen otoriter bir rejim altına sürüklenmekte olduğu uyarısını içeriyor. Başlangıçta Fetö bahanesiyle suya atılmış olan baskıcı rejim taşının yarattığı halkalar, önce Kürt hareketine oradan siyasal muhalefetin ve giderek sivil toplumun bütününe doğru genişlemekte. Gezi protestolarını kriminalize etmek amacıyla beş yıl sonra yeniden başlayan sorgulamalar, otoriter rejimin artık kimsenin “bize dokunmaz” diyemeyeceği ölçüde hissedilir hale gelişinin son göstergesi.
Otoriter rejimler denilince, ilk elde akla güç sahibi bir elit tarafından uygulamaya konulan baskı ve tahakküm teknikleri gelir. Bu nedenle siyaset bilim, otoriter iktidarı yönetici elitin toplumun çoğunluğu üzerinde icra ettiği sadistik sömürü pratiklerini mümkün kılan şiddet içerikli kurumlar ve aygıtların analizi üzerinden ele alır ve inceler. Siyasal sistemleri bu açıdan demokratik, yarı-demokratik, otoriter veya totaliter diye sınıflandırmak adettendir. Sosyal bilimler, somut verilerden yola çıkarak geçmişi ya da güncel olanı anlaşılır kılmayı amaçlar. Varolan siyasal ve toplumsal dinamikler üzerinden geleceğe ilişkin öngörüler de çıkarabilir. Ama bunun keskin disipliner sınırları mevcuttur zaten olması da gerekir. Yaşanılan dönemin dinamiklerinden yola çıkarak kehanetler üretmek ise, modern zamanlarda kurgu-bilim, ütopya ya da distopya kategorileri altında ele aldığımız edebiyat yapıtlarının işidir.
George Orwell’in “1984” romanı, distopya (ya da anti-ütopya) kategorisinde baş sırada yer alır. Bu roman, Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte yıllar sonra yeniden ABD’de yeniden çok satanlar listesine girmiş bulunuyor. Sağ-otoriter lider rejimlerinin dünya ölçeğinde yayılmakta olduğu bir dönemde yaşadığımızdan hareketle, 1984 romanı, bizi nelerin bekliyor olabileceği üzerine ipuçları sunuyor olabilir.
“Büyük Birader Sizi İzliyor”. 1984’ün işaret ettiği en önemli tehlike, özel hayatın tamamiyle siyasal iktidarın gözetiminde yaşanmasıdır. Sokaklar, meydanlar, işyerleri gibi kamusal alanlar kadar, evlerin içleri de devlet tarafından gözetlenmektedir. Okyanusya lideri “Büyük Birader”, parlamenter sistemi kaldırarak bir başkanlık sistemi kurmuş ve dört bakanlık üzerinden toplumu yönetim altına almıştır: Barış Bakanlığı, Okyanusya’nın diğer iki süper devletten biri ya da öteki ile sürekli devam eden savaşlarını yönetir. Bolluk Bakanlığı, ekonomiyi, üretimi ve tüketimi kontrol altında tutar. Özellikle kıtlık ve ekonomik kriz dönemlerinde yaşam standartlarının yükseltildiğine dair raporlar üretir. Hakikat Bakanlığı; iletişim, eğitim, sanat, kültür ve eğlence alanlarını yönetir. Sevgi Bakanlığı, muhalifleri takip eder, tutuklar; dayak ve işkence ile onları Büyük Birader’i sevmeye ikna eder ya da ortadan kaldırır.
Orwell bize, sürekli kontrol altında tutulduğumuz ve sürekli olarak şiddet tehdidi altında yaşadığımız bir distopya sunuyor. Bu öyküde, “Büyük Birader”e karşı komplo içinde olan iç mihraklar ve Okyanusya’nın birlik ve beraberliğini tehdit eden dış güçler yani rejimin “ötekileri”nin sürekli varlığı ve bunlarla yürütülmekte olan sürekli bir “beka” mücadelesi büyük önem arz eder. “Büyük Birader” ve Parti, uygulamakta oldukları sadist pratiklerin meşruiyeti ve sürekli yeniden üretimini bu iç ve dış tehditlerin varlığı üzerinden mümkün kılarlar.
Orwell’in sunduğu portre içinde “Büyük Birader”in başkanlık sistemi, siyasal ve ideolojik meşruiyet için sürekli gerçek ya da hayali iç ve dış tehditler üretmek durumunda olsa da aslında baskıcı aygıtlarının tartışılmaz gücü, itaatkar ve disipline olmuş bireylerden oluşmuş bir toplumun sürdürülebilirliği açısından yeterli görünüyor.
Orwell’in kehaneti üzerinden meselenin iktidar ve güç yanına bu bakışın ardından, itaat eden birey ve toplumun tarafında ne tür mekanizmaların işliyor olabileceği üzerinde de durmak gerekiyor. Toplumların ya da bireylerin otoriter iktidarlara rıza gösterme, itaat etme, hatta böyle rejimleri arzu etmelerinin koşulları ve nedenleri, siyasal ve toplumsal psişe üzerine araştırmaları da içeren geniş bir sosyal bilimler yelpazesinin ortak sorularından birini oluşturuyor. Bunun üzerinde ileride durulacak.