İnsanlar bir toplumda şu ya da bu şekilde birbirleriyle ilişkili yaşarlar. Herkes herkesle doğrudan ilişkili olmasa da dolaylı ilişkiler içinde olduklarından toplumun bir “network”, bir “ağ toplumu” oluşturduğunu söylememiz mümkün. Bu kavram bize, toplumların daha iyi ve daha kolay değerlendirilmelerini mümkün kılan yararlı bir kavramdır. Nitekim “network” ya da “ağ” toplumu kavramsallaştırmasını sağladığı ampirik imkanlar nedeniyle son yılların en popüler konularından biridir. Üstelik yalnızca “toplum” gibi sosyal bilimler alanında değil, fizik, kimya, biyoloji gibi alanlarda da uygulanmakta ve ilginç gelişmelere neden olmakta.
Bu konu neden mi benim gündemime girdi? Türkiye gibi çok-kimlikli toplumlarda, “ötekileştirme” olgusunun aslında bir kimliğin aynı zamanda ulusal networkten “koparılması” ya da “dışlanması” olarak da okumak mümkün olduğuna göre acaba var olan kimlik sorunlarımıza buradan bakarak yeni bir şey söyleyebilir miyiz diye düşündüğümden.
Bir grup insanın bir networkten koparılması ya da dışlanması kaçınılmaz olarak o networkte bir “baskı” olduğunun kanıtıdır. Bir diğer deyişle herhangi bir networkte bir “baskı” yoksa, o networkte insan toplulukları arasında bir kopuş ya da dışlanma da yaşanmaz. Networkün içinde yer alan herkes eşit bir biçimde networkün içinde olmaya devam eder.
Peki ama gerçekten Türkiye toplumsal networkünde Kürtler ya da Aleviler “koparılmış” ve “dışlanmış” kimlikler midir? Doğrusu bu soruya gözlem ve izlenimlerin dışında bir cevap vermek zor. Kürtlerin yoğun yaşadığı illerdeki manzaralar ve olup bitenler bu soruya evet dememizi gerektiriyor. Öyle ki Kürtlerin yoğun yaşadığı bir il, mesela Hakkari’ye girerken inanılmaz bir askeri kontrol sürecinden geçiyor insan. Şehre girerken kimlik kontrolü, girdikten sonra da neredeyse her bir dönemeçte kameralarla kontrol. Hele hele bu gibi illerde HDP’lilerin hemen her gün başlarına gelenlere bakarsanız, Kürt kimliğinin üzerinde neredeyse bir sömürge toplumu üzerindekine benzer bir baskının olduğunu görmeniz mümkün. Benzer biçimde, biraz farklı olsa da Alevi kimliğinin yaygın olduğu illerde de Alevilere karşı da bu tür uygulamalar var.
Bir ulus-devlet networkünde bazı kimlikler “ötekileştirilmişse”, o ulus-devlet networkünün yarattığı zenginliklerden ötekileştirilmiş kimliğin aldığı pay da düşük olacaktır. Nitekim yaptığım hesaplara göre aşağıda çok özetlenmiş bir tablo bu konuyu aydınlatıcı olacaktır.
Kürtlerin yoğun yaşadığı Diğer
15 ilde Kişi Başına Gelir. 66 ilde Kişi Başına Gelir
(Amerikan Doları) (Amerikan Doları)
2004 2714 4811
2008 4881 8804
2014 6052 9918
Bu tablo her ne kadar güncel değilse de Kürtlerle Türkiye toplumunun diğer kesimleri arasında gelir düzeylerinin ne ölçüde farklılaşmış olduğunu göstermektedir.
Bir toplum networkünden bir kimliğin koparılmış olması siyasi bir baskıya işaret ettiği kadar bir ekonomik sömürüye de işaret etmektedir. Dolayısıyla buradan diyebiliriz ki bu ülkede Kürtlerin eşit vatandaş olma mücadelesi Türkiye toplumsal networkünde bir eşitlik talebi olduğu kadar, network içinde kendilerine yönelik uygulanan “baskı”ya karşı yükseltilen bir “özgürlük” mücadelesidir de. Yine aynı şekilde bu mücadelenin, ekonomik sömürüye karşı da bir mücadele olduğu açıktır. Tıpkı, işçilerin patronlarına karşı mücadelesine benzer bir biçimde…
Dolayısıyla, demek istediğim, sol adına siyaset yapıp da illa da “işçi sınıfı” demenin bir aleminin olmadığı. Çünkü bir halkın (kimliğin) toplumsal networkten “dışlanması” da işçi sınıfının üretim araçlarından “dışlanması” da aynı biçimde bir sömürüye ve dolayısıyla da toplumsal bir çelişkiye karşılık düşer. Ortak mücadelenin mantığı da buradadır.