Suriye, Libya, Irak, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz, Kıbrıs’taki adımlar ve cihadist grupların dış politika aparatına dönüştürülmesinin semptomları ‘Çernobil etkisi’ gibi uzun yıllara yayılacaktır
Mehmet Ali Çelebi
Sancılı, kırılgan, agresif sarkaçlarda salınarak 2021’e de taşınan; diplomasi yerine askeri güce yaslanan, dinin Turancı-PanTürkist hamleler için alabildiğine araçsallaştırıldığı Türkiye dış politikasını anlamak için 21. yüzyılın başında cereyan eden hegemonik nüfuz alanı planlamalarına, itifak ve denklem arayışlarına bakmak elzem.
Afganistan’da Taliban ve El Kaide kasıp kavuruyordu, Hazaralar gibi farklı düşünenlere katliamlar yapıyor, binlerce yıllık arkeolojik birikimi yakıp yıkıyordu. 11 Eylül 2001’de uçaklar ile New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey ve güney kulelerine (İkiz Kule), başkent Washington DC’den akan Potomac Irmağı’nın karşı tarafında Virginia Eyaleti’nde Arlington County’de bulunan Pentagon’a kamikaze dalışı yapıyordu. Kaçırılan bir uçak da Washington DC’yi yani Beyaz Saray’ı hedeflemişti ki savaş uçakları Pensilvanya eyaletindeki Shanksville’de uçağı yolcularıyla beraber düşürdü. Binlerce kişi hayatını kaybetti. Hillary Clinton’dan daha az oy almasına rağmen delege sistemi sonucu seçilen Donald Trump gibi George Bush (II. Bush) da 7 Kasım 2000 seçimlerinde rakibi Albert Gore’dan daha az oy almasına rağmen seçilmiş, 20 Ocak 2001’de Beyaz Saray’a oturmuştu. Bir milattı Bush’un seçilmesi ve saldırılar. Bush, İran, Suriye ve ve Kuzey Kore’yi “şer üçlüsü”, Afganistan’ı El Kaide ve Taliban varlığı nedeniyle “Radikal İslam” merkezi olarak kodlamıştı. Bush, Önleyici Müdahale Doktrini (Pre-emptive strike) ve tek taraflı vuruş (unilateralist strike) stratejisi ile hareket edecekti. Yani bir yerde ABD emperyal sistemine karşı bir algı oluştuğunda, gelişme nüve halindeyken operasyonlar yapılacaktı.
Bush, Türkiye’ye bu algoritmada önemli rol biçiyordu. Türkiye’de istediklerini hızlı şekilde yerine getirecek bir yönetim düşünüyordu. Çünkü ABD, Afganistan ve Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ı ele geçirip “şer ekseni” geometrisine aldığı İran’ı yengeç kıskacına alacaktı.
Oligarşinin Tunç Kanunu
Yeni hegemonik savaşta İslam’a karşı Haçlı Ordusu gibi algı bulutları oluşmaması için Türkiye gibi Müslüman ülkelere ihtiyaç vardı. Soğuk savaş sırasında, Kenan Evren darbesi döneminde Türkiye’deki cemaatler ve faşist yapılanmalar “ılımlı İslam” konseptiyle kurumlara mıhlanmıştı. “Ilımlı İslam” stratejisine ivme kazandıracak bir Türkiye yoğrulacaktı. Bu “Büyük Ortadoğu Projesi”, “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” olarak parıltılı sunumlarla Barack Obama döneminde de yoğunlaştırılcaktı. Erdoğan’ın övünerek sunduğu “Büyük Ortadoğu Eşbaşkanlığı” silsilesi böylece tedavüle çıkarılacak, cemaatlerin önü iyice açılacak ve ekonomi, siyaset, polis, ordu içindeki güçleri alabildiğine artırılacak. Erdoğan bir konuşmasında “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var. Nedir o görev? Biz Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin eşbaşkanlarından bir tanesiyiz. Bu görevi yapıyoruz” derken, Erdoğan Meclis’te grubuna hitap ederken “Değerli arkadaşlar Büyük Ortadoğu Projesi’nin amaçları bellidir. Bu maçlar içerisinde Türkiye’nin üstlendiği görev de bellidir” diyecekti. (youtube.com/7 Tem 2015)
Sosyolog Robert Michels’in formüle ettiği “Oligarşinin Tunç Kanunu” işleyecek ve artık XIV. Louis’in “Devlet Benim” dediği noktaya gelinecekti. Yeni ekonomik oligarşi için nehrinin yönü değiştirilecek, yüksek yargı ve ana akım basın kuruluşları yeni sisteme halkalanacaktı.
2001 Afganistan denklemi
Küresel eksende stratejik karar arifesi 2000-2001’de kritik gelişmeler kaydedilirken Türkiye penceresi ne gösteriyordu?
DSP Lideri ve Başbakan Bülent Ecevit’in sık hastalandığı dönemdi ve koalisyon ortağı MHP Lideri Devlet Bahçeli seçim çağrısı yapınca Türkiye için bir dönüm noktası olan 2002 Meclis seçimleri yapıldı. Necmettin Erbakan’dan koparak Ağustos 2001’de kurulan AKP, 3 Kasım 2002 erken seçimde yüzde 34,2 oyla birinci oldu. Deniz Baykal liderliğindeki CHP yüzde 19.3 alırken, diğer partiler yüzde 10 barajına takıldı.
AKP Başkanı Erdoğan, kapatılan Fazilet Partisi davasında siyasi yasaklı olduğu için aday olamamıştı.
7 Ekim 2001’de birçok ülke ile koalisyon oluşturup “Terörizmle Savaş” adı altında Afganistan’a savaş açan George Bush, stratejik ve Beyaz Saray’da alışılmadık sıra dışı bir görüşme programı hazırladı. ABD Başkanı, bir ülkenin başbakanı ya da cumhurbaşkanını değil, parti başkanı ağırlayacaktı. Takvimlerin yaprakları 10 Aralık 2002’yi gösteriyordu. Bush Beyaz Saray’da AKP Başkanı sıfatıyla Erdoğan’ı kabul ediyordu. Bush’ın ağırlaması dışında savaş ve müdahale siyasetinin önemli isimleri ABD Başkan Yard. Dick Cheney, ABD Dışişleri Bak. Colin Powell, Bush’un ulusal güvenlik danışmanı Condoleezza Rice, ABD Savunma Bakan Yard. Paul Wolfowitz de Erdoğan’ı ayrı ayrı kabul edecekti. Ve bush yönetiminin “at pazarlığı” dediği al-ver pazarlıkları start alacaktı.
Partileri kapatıldığı için Türkiye’de kurucu yapının tutumundan dolayı ve kendisini hükümet olarak kabul ettirme noktasında çekinceleri olan kırılgan bir köprüden geçen AKP, ABD ve AB himayesi peşindeydi.
Erdoğan-Bush görüşmesinin başlıkları dikkat çekiciydi. “ABD’nin stratejik dostu ve müttefikisiniz. Sizi ağırlamaktan onur duyuyorum” diyerek karşılayan Bush, görüşmede Irak, Kıbrıs, AB ile üyelik ilişkileri gibi kritik başlıkları ele alıyor, gelecekte Türkiye’nin nasıl rol oynayabileceğini planlıyordu. Bir nevi Ankara’nın dış politika rotası çiziliyordu. Bush, Irak’a karşı hamlelerde Türkiye desteği isteyecekti. Erdoğan, Bush’tan ilişkileri ilerletmeleri için AB liderlerini “tekrar” aramasını “rica” edecekti. Buna karşılık Erdoğan da Irak’a karşı ” Saddam dünya barışı için tehdit olan oluşumları himayeye devam ederse, Türkiye son BM kararının uygulanması için gerekli desteği verecektir” sözü verecekti. (Yeni Şafak/11.12.2002)
Bush’in ‘görev değişikliği’ dediği
Detaylara inilirken Bush öyle bir şey söylemişti ki, kuantumik sıçrayışlar, Büyük Patlama Teorisi, karanlık madde problemi, ya da ‘Zaman sadece tek bir yöne mi akıyor’ problemi kadar zordu. Bu detay Yeni Şafak’ta aynen şu şekilde ifade ediliyordu: “Bush’un ayrıca, Erdoğan’ın hukuki durumunu da esprili bir şekilde gündeme getirdiği belirtilirken, ‘Anladığım kadarıyla Türkiye’de yakında bir görev değişikliği olabilir’ dediği öğrenildi.” Ancak Erdoğan siyasi yasaklıydı. Meclis seçimleri olmuş bitmişti. hükümeti AKP kurmaylarından Abdullah Gül kurmuştu bile.18 Kasım 2002 itibariyle Başbakan Abdullah Gül idi. Bush’ın dediği “yakında görev değişikliği” nasıl olabilirdi ki? Muktedirler isteyince oyun değiştirilirdi, oyun oynanmışsa bile yeni kural ile ekleme-çıkarmalar yapılabilirdi.
YSK Siirt seçimlerini iptal edecek, Siirt’ten bağımsız seçilen Fadıl Akgündüz’ün, AKP’li Mervan Gül’ün, CHP’li Ekrem Bilek’in vekilliklerini düşürecekti. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da Anayasa değişikliği ile Erdoğan’ın siyaset yasağını kaldırıp milletvekili aday olmasını sağlayacaktı. Bush’un dediklerinden üç ay sonra 9 Mart 2003’te Siirt seçimlerinde Erdoğan aday olacak ve milletvekili seçilecekti. Abdullah gül de 14 Mart 2003’te başbakanlığı Erdoğan’a devredecekti.
Ardından ne mi oldu? Türkiye de, ABD-NATO istedi, Afganistan, Somali, Lübnan, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti gibi yerlere asker gönderdi. Bush, Cheney, Powel, Rice karesi 20 Mart 2003’te de Irak’ı işgal etti. ABD ordusunun Türkiye topraklarını kullanmayı da içeren asker gönderme tezkere çıksın diye çok çabalasa da başbakan Erdoğan, Meclis reddetti. Ancak sonraki tezkerelerle ve kabine kararlarıyla AKP yönetimi de II. Körfez Savaşı’na destek verdi.
2011’de başlayan Suriye iç savaşının ilk yıllarında AKP hükümeti, ABD ve NATO ile paralel hareket ediyor, Suudi Arabistan, Katar, BAE petrol parası ve silah desteği ile topraklarını İhvan-Selefi gruplara açıyordu. ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkelerin desteğiyle İhvan-Selefi gruplar eğit-donat programına alınıyor, eğitimden geçirilip silahla donatılıyordu. 2015’te Rus uçağının düşürülmesi sonrası da ABD ve NATO’dan müdahil olmasını bekledi.
2016: Paradigma yırtılması
15 Temmuz 2016 darbe girişimi iç politikada da dış politikada da paradigma yırtılmalarına yol açtı. Kabuklar atıldı, yeni kalkanlar, yeni zırhlar ısmarlandı. Suriye’de uçağı Türkiye tarafından düşürüldüğü halde, Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov 19 Aralık 2016’da suikast sonucu öldürülmesine rağmen Rusya Başkanı Vladimir Putin stratejik karar alarak darbe girişimine karşı AKP yönetimine yardım etti. İlişkiler AKP yönetiminin özür dilemesiyle ray değiştirdi. Ankara ray değişikliğiyle NATO-ABD ekseniyle makas açıp Rusya’ya yanaşıyordu. MHP Başkanı Devlet Bahçeli kongreyi kaybedince hükümet imdadına koştu. Yargı marifetiyle kongre iptal edilip Bahçeli kurtarıldı ve koalisyon kuruldu. Doğu Perinçek grubu da ittifaka dahil edildi. İç politikanın önceliği, muhalefeti ayrıştırma, muhalif siyasi partileri kriminalize etme, meslek odalarını, baroları, STK temsilcilerini ve basını yasaklarla, hapsetmelerle cendereye alma, Kürtlerle dayanışan siyasal çevreleri gözdağıyla uzaklaştırma, Kürt dinamiklerini izole etme oldu. Dış politika önceliği de yeni yerler ele geçirme, sürekli kriz alanları üretme oldu. “Avrasyacılık” olarak kodlansa da bu çerçeveyi aşan bir dış politika macerası söz konusuydu artık.
Olan eksen değişikliği değil
Olanlar kimi analistler ve siyasilerce söylendiği gibi bir eksen değişikliği değildi. Ekonomik ve siyasi iktidarını sürdürmek için pragmatik hamlelerdi. Bazen ABD’ye yanaşılıyor, bazen Rusya’ya jestler yapılıyordu. Bazen Rusya’ya daha fazla yanaşılıyor, bazen ABD’ye, NATO’ya jestler yapılıyordu. Aslolan iktidarın sürekliliğini sağlamaktı. Bunun için cemaatler ve din de araçsallaştırılmıştı.
Din, ajandada anahtar olan ekonomik-siyasi iktidar ve Turancılığın hayat bulması için kullanılacaktı. Suriye, Libya’da TSK’ye yama yapılan ÖSO (SMO) içindeki İhvan-Selefi grupları da bu minvaldeydi. Navtex ilan edilip fırkateynler eşliğinde doğalgaz arama gemilerinin çıkarıldığı, atışlı tatbikatların yapıldığı Doğu Akdeniz’deki kriz ölçeği bu çerçevedeydi. 27 Eylül 2020 Artsakh-Dağlık Karabağ Savaşı’na da bu çerçevede angaje olunmuştu.
Şunu söylemeli ki ABD, AB ve Rusya arasındaki çelişkilerden Ankara yararlanmasını bildi. Kendisinden çok şey yontulması pahasına. Hem ABD’ye hem Rusya’ya çok şey verdi, içerideyse bir Tweet atanın, sokakta mikrofon uzatılınca eleştirenin dahi evinin basıldığı yargı-polis-siyaset düzeneği kuruldu. Devlet kurumları arasındaki hiyerarşinin altüst olduğu; yerel mahkemenin siyasetin işaretiyle Anayasam Mahkemesi’nin kararlarına dahi uymadığı; valilerin, kaymakamların il-ilçe başkanı gibi konumlandığı, sıkışıklık yaşandığında dış politika pergelinin açıldığı ve dışsal kriz yayının gerilmiş hazırda bekletildiği bir iklimden söz ediyoruz.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) verilerine göre İdlib’e özellikle Kafr Lossin hattından 10 bini aşkın asker, 10 bin kadar araçla zırhlılar, tanklar, toplar ve mühimmat sevkinin gelecek neslin ayağına dolanacağı görülmüyor. Ha keza Libya’ya silah ve SMO sevkiyatının…
Yine dış politikada pazarlıkların ekseni hala Suriye’deki, Irak’taki, Türkiye’deki Kürt dinamizmi. Kürt meselesi uluslararasılaştığından ve dış politikada ağır yük olduğundan Türkiye, dış müdahalelere açık hale geliyor. Kaynaklar silah sanayine ve ithalat akıtılınca da coğrafya distopik bir girdaba sürükleniyor. Kürt meselesinde stratejik duruş değiştirilmeyince militarize edilmiş politika iklimi anti-demokratik uygulamalar, ihale rantları, yolsuzluk, yoksullaşma, işsizlik olarak topuma dönüyor.
İdlib, Libya’nın ‘Çernobil etkisi’
Günün sonunda ABD-NATO ile Rusya arasındaki sarkaçta ağırlığa göre salınımın bir yerde kopuşlarla karşılaşması kaçınılmaz. Çünkü dışsal konular çok uluslu, çok aktörlü problemler olduğundan bir yerde bıçak sırtı durum oluşur. ABD Başkanı Trump, Almanya Başbakanı Merkel, İngiltere Başbakanı Johnson, Rusya Başkanı Putin hala AKP-MHP yönetiminin arkasında durduğu için, payanda olduklarından deniz henüz bitmese de dış politika rotası Türkiye’yi karaya oturtabilir, gemi ciddi hasar alabilir.
Örneğin ABD-Sezar Yasası yaptırımları nedeniyle ekmek ve yakıt krizini hafifletmek için İran ve Suriye teyakkuza geçtiğinden Rusya, İdlib’de Astana-Soçi formatını kırmak zorunda kalacak. M4 Karayolu çevresinde, Bab-Cerablus-Azez hattında TSK’ye ciddi saldırılar kapıda denebilir. Astana hezimetle biterken, Ankara’da Astana-Soçiçiliğe iknada rol alan çok kişinin koltuğu gidebilir.
Yine 23 Ekim 2020’de Cenevre’de Tobruk ve Trablus hükümetlerinin BM şahitliğinde imzaladığı ateşkesin bir maddesi “tüm paralı askerlerin ve yabancı savaşçıların en fazla üç ay içinde Libya topraklarından ayrılması”, bir maddesi “Libya içindeki eğitimle ilgili tüm askeri anlaşmaların askıya alınması ve eğitim ekiplerinin terk etmesi.” Yani Türkiye’ye de “askeri üsleri boşalt, sahil güvenlik eğitim programını ve kamplardaki programları durdur ve çık” dendi.
Türkiye Dışişlerinin destek açıklaması yapmadığı bu ateşkes ve sonrası Libya’da da TSK ve ortağı Trablus güçlerine karşı ciddi kayıplı nokta operasyonlar yaşanabilir.
Velhasıl İsrail’den Mısır’a Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da düşmanlaştırılmayan ülke bırakmayan, dost defterinde sadece Katar’ı bırakan dış politikanın türevlerinin; Suriye, Libya, Irak, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz, Kıbrıs’taki adımların ve cihadist grupların TSK’ye monte edilip dış politika aparatına dönüştürülmesinin semptomlarının “Çernobil etkisi” gibi uzun yıllara yayılacağını söylemek gerekir.