Geçen yüzyılın birkaç kısa zaman diliminin dışındaki bütün çağ tarihin en kanlısı olarak tanımlanır. Bir önceki yüzyılın mükerreri olan günümüz dünyasının yeni paylaşım savaşlarının da aynı kategoride ele alınabileceği kesin gibi görünüyor. ‘Sıradan kötülüğün’ ürkütücü maskelerinin hiddetle üzerimize geldiğini her nefeste hisseder noktadayız. Toplumların içine girdiği ruhsal boşluk, ahlaki ve etki çöküşün sürekliliği, insanı umutsuzluğa boğmaktadır. Belki de bu kadar kaygılanmanın esas sebebi bu yüzyılın, başlangıcından itibaren büyük yıkımlarla başlamasıdır.
Nitekim küresel düzeyde kaosa yol açan 11 Eylül hadiseleri bugünkü savaşların ilk basamağı olmuştur. O günden sonra başlayan güvenlik konseptleri hayatın her alanını neşesiz bir arenaya çevirdi ve bu doğrultuda temel hak ihlalleri devam etti. Oysa, insan evriminin tüm kanlı evrelerinde baskıya karşı yürütülen mücadele büyük şiddetsiz eylemlere tanıklık etmiştir. Onun için şiddetsiz eylemin geleceğine vurgu yapmak karamsarlık olarak görülmemelidir, çünkü önemli bir direniş biçimidir. Devletlerin kurgusal şiddetine ve baskısına karşı kendi doğallığında gelişen ampirik bir gerçekliktir.
Yakın tarihin en çarpıcı örneği olan Gandhi’nin şiddetsizlik direnişi, hem sosyal hem de politik eylemlerde dönüştürücü bir rol oynamıştır. Buradan hareketle direnişin şiddetsizlik halini etkili bir kod ve ahlaki bir felsefe haline getirmek ilkesel bir başkaldırıdır. Nitekim direniş olgusal olarak devrim anlamına gelmez, ama gerçekleşmemiş bir hakkın gerçekleşmesi anlamına gelir. Çünkü direnmemek bir karamsarlık halidir ve karamsarlık hariciyen çizilen ağların varlığına razı olmak demektir. Orada süreklilik döngüsünün sekteye uğraması söz konusudur ve ebedi unutulma ihtilamının asası sallanır insanın başında. Direniş, insanlığın manevi niteliklerinin temel olgusu olan hatırlama ve onun kuşaktan kuşağa aktarımını sağlayan etkin bir döngüdür. Yaşamın anlamını ve varoluşun temelini geçmişin nostaljisinde değil, geleceğin ışığında aramaktır direniş. Çünkü, insan ruhsal direncini ve iradi özgülüğünü kaybettiği anda hayata karşı da varlık anlamını yitirir. Böyle bir varlık kaybı insanı kuşaklar boyu yas ve travmaya hapseder.
Oysa insan mücadele halinin neşesini hak eden bir varlıktır ve direndikçe varlığına varlık katandır. Dolayısıyla yakın tarihimizin yeni paylaşım savaşlarına karşı ancak böyle ilkeli bir direnişle karşılık verilebilir. Bugün Rojava’daki kolektif beyan tam da budur. Sözünü ettiğimiz direniş hattı, verili durumların maddi rasyonalitesine dayanan bir olgudur. Onun için bu hususta da sosyolojik düşünme zorunluluğu kaçınılmazdır. Zira sosyolojik düşünmek müphemlikleri çoğaltma çabasıdır ve buradan hareketle nedenleri ortaya koymaktır.
Bugün Rojava topraklarında yapılmaya çalışılan esas şey, halkın özne olduğu bir toplumsal mutabakatı yaratma çabasıdır. Rojava özgünlüğünde ortaya çıkan temel yönetsel sistem, ulus devlet yerine çoğulcu demokratik devlet önermesidir. Söz konusu önerme mevcut devlet yönetim aygıtlarına ciddi bir alternatif olma özelliği taşıdığı için mühim bir deneyimdir. Düşünsel bağlamla paralel gelişen Rojava fikriyatı pratik alanda da çok önemli kazanımlar elde ederek kendisini kanıtlar bir niteliğe dönüştürmüştür. Adeta yaratıcı bir atölye gibi teorik ve pratik bütünlüğü pekiştirerek kendisini inşa etmektedir. Onun için üçüncü dünya savaşının bir mikro arenasına dönüşen Suriye’deki sistematik sistem, çatışmaların tek alternatif fikri ve gücü Rojava’daki halklar mutabakatıdır. Çünkü bütün bu savaşların ana nedeni mevcut ulus devletlerin restorasyonuyla ilgili bir çatışma dinamiğidir.
Yüzyıl boyunca bir yıkım mekanizması olarak kurgulanmış olan ulus devletlerin hem yönetsel sistemleri hem de jeostratejik sınırların keskinliği ve tanımı tekrar yapılacağı için bütün bu savaşlar yapılmaktadır. Dolayısıyla yeni bir paylaşımın son hesaplaşması olan bu savaşların sonucunu hiç şüphesiz bütünlüklü stratejik çıkarsamalar ve ona bağlı olarak güçler dengesi belirleyecektir. Onun için bugün yaşadığımız tarihsel sosyal sistemin çöküşünü engellemek veya onun yerine adilane bir sistem kurmak, ancak alternatif bir sosyal gücün karşı koyuşuyla mümkün olabilir. Rojava’daki deneyimler yeni olmasına rağmen hem fikirsel hem de sosyal hareket olarak böyle bir akımın ortaya çıkışını sembolize etmektedir.
Ayrıca her geçen gün bölgesel bir aktöre doğru evrilen bu alternatif hat temsil ettiği kurgusal önermelerle hem toplumsal sözleşmeyi, hem de evrensel değerlerin merkezini içerlemektedir. Kuruluş bağlamı gereği başvurduğu direniş biçimi savaş karşıtıdır. Her ne kadar özsavunma temelinde aktif savaşın bir parçası gibi görünse de, esas ilkesel direniş biçimi şiddetsiz bir direniş fikriyatıdır. Rojava’nın koruyucu fikriyatı, dünya barışının itaatsizlik eylemleriyle başarabileceği, özsavunma ve direniş hakkının temel bir hak olduğu hakikatini de yaşayarak içselleştirmiştir.