Kapitalist Modernite’nin beyaz ve yeşil ittihatçı versiyonları, tekçi tahakküm biçimleriyle Anadolu ve Kürdistan’da hız kesmeden şiddet, sorun ve zulüm üretmeye devam ediyor. Dahası, Osmanlı mirasını ve Kürdün hak mücadelesini gerekçe göstererek İslam coğrafyasında yayılma hülyalarıyla ürettiği şiddeti tüm Ortadoğu’ya yaymakta, tahakküm alanlarını büyütmeye çalışmaktadırlar.
Tekçi zihniyet ve tahakküm biçimiyle başta Kürt ve Alevi meseleleri olmak üzere gerek içeride yaratılan krizleri aşmak, yol açtığı direnişleri bastırmak, gerekse konjoktürel durumu değerlendirerek yayılmacı hedeflerine ulaşmak için alabildiğine merkezi ve otoriter bir rejim inşası gerçekleştirilmiştir. Tekçi rejimin bu hedef ve politikaları daha yoğun bir emek sömürüsünü, cinsiyetçiliği derinleştirmesini, hak ve özgürlük kırıntılarının budanmasını, ekosistemin yıkım düzeyinde talanını da beraberinde getirmiştir.
Yineleyelim, siyasette yumuşama söylem ve görüşmelerinin içerik ve kapsamı Kobane davası, Van halkının irade gaspı girişimi ve Colemerg’e kayyum atanmasıyla net biçimde açığa çıkmıştır. Darbecilik savıyla tutuklananların tahliyesi, aynı gün devrimci-demokratlara, Kürt siyasetçilerine yönelik operasyon ve gözaltılar, son dakika Hrant Dink ve Tahir Elçi davalarında ki kararlar da cabası… Bu yumuşama halkları, emekçileri, kadınları, ekosistem üzerinde ki yıkım ve talanı kapsamamakta, gözetmemektedir. Ezilen toplumsal kesim ve sınıfların, halkların, kadınların özgün örgütlülüğü, rızalı-ikrarlı birliği üzerinden yükseltilecek bir mücadeleyle; bizim “razılık-rızalık manası” yüklediğimiz Demokratik Cumhuriyet’e ulaşma dışında seçeneğimiz yoktur.
Muktedirler, azami tahakküm ve sömürü motivasyonuyla önce Türklüğün ve kültürel İslam’ın tarihsel-toplumsal hakikatini çiğneyerek Türk’e don biçmiş, tahakküm alanlarında ki farklı etnik ve inanç gerçekliklerini de sistematik bir şiddetle bu kalıba koymayı esas almıştır. Bu zihniyet ve politikaların yarattığı tüm yıkım ve trajedilere rağmen geri adım atmadıkları gibi kesintisiz saldırı dalgalarını sürdürmektedirler.
Dahası, mevcut durumda, resmi ideolojiyle motive edilmiş ezici çoğunluk her şeye rağmen bu politikaları onaylamakta, desteklemekte, resmi şiddetin toplumsal tabanını teşkil etmektedirler.
Bir bütün olarak küresel sermayenin, muktedirlerin kendilerini gerçekleştirme biçimi olan modernitenin ve ulus devletlerin en kapsamlı terör organizasyonları oldukları insanlık ve ekosisteme yaşattıkları soykırım pratiğiyle konjoktürel durumda daha görünür olmuştur. 3. paylaşım savaşı gerçeğini yaşamaktayız ve doğrudan savaş aygıtlarının daha çok devreye konulduğunu, savaşın daha yaygın ve şiddetli biçimde yayılma eğiliminde olduğunu görebilmekteyiz. Paralelinde militarizm tırmandırılmakta paramiliter yapılar mantar gibi bitmektedir.
Daha da tırmanma eğiliminde olan tüm bu vahşet ve şiddet sarmalı içinde; gerek ülke gerekse bölge özelinde Aleviler en örgütsüz ve savunmasız durumda olan halk gerçekliğini teşkil etmektedirler. Alevilerin tarihi kesintisiz biçimde fiziki ve kültürel soykırımlar tarihidir ve bu durum değişmemiştir. Kendi toplumsal hakikatleri ve var oluş biçimiyle yaşamakta oldukları dönemlerde her şeye rağmen bir özsavunmaları söz konusuydu. Bugün içinse böyle bir durumdan söz etmek mümkün görünmüyor. Zira toplumsallaşmanın temel ögeleri olan toplumsal zihniyet ve anlam dünyalarından önemli oranda koparılmış, yine toplumsal kurumları işlemez hale getirilerek neredeyse çökertilmiş durumdadır. Dahası tarihsel yaşam alanlarından koparılarak toplumsal hafıza darbelenmiş, ülkenin ve dünyanın dört bir yanına sürülerek elimine edilmektedirler. Sürekli vurguladığımız üzere ısrarlı ve kararlı biçimde yeni asimilasyon hamleleri gerçekleştirilmekte, Aleviler hedef gösterilmekte, yetinilmeyip hak talepleri karşısında tehdit edilmektedirler.
Peki, Aleviler olarak tüm bunlara cevabımız nedir? Dernekleşmeler ve çatı örgütlenmeleri mi? Yolumuzu, onun üzerinde vücuda gelen toplumsal varlığımızı yok etmeye odaklı ve yoğun, sistematik şiddet temelli yönelimlere bu kurumlaşmalarla cevap olabilmemiz mümkün mü?
Özsavunmanın temel gereği öncelikle kendimiz olabilmektir, tarihsel-toplumsal hakikatimizle buluşabilmektir. Tahakkümcü modernite veya onun derin izlerini taşıyan hiçbir ideoloji ve siyasal akım Aleviliğin alternatifi değildir. Raa/Reya Heqi-Alevilik, önermeleri ve toplumsal formasyonuyla cümle insan ve varlıkla rızaya dayalı bir yaşam biçimini esas alan alternatif bir fikriyat, inanç ve yaşam biçimidir. Günümüz Alevi örgütlülüğü de bu hakikat üzerine inşa edilmelidir.
Hedefe konulan Alevi fikriyat ve önermeleri, toplumsal kurumları ve var oluş biçimiyse, savunmamız gereken gerçekliklerimizde bunlardır. Bunu da rızasız yolun zihniyetini, politika ve pratiğini esas alan sistem partilerinden beklentiyle gerçekleştiremeyiz. Varoluş biçimimizi savunup yaşatacaksak, Alevi hakikatini esas alan canlar sürece cevap olabilecek örgütlenme biçimine ulaşmak ve mazlumların rızalı-ikrarlı birliğinin inşasında etkin bir rol almak zorundadır.
Aşk ile