Colemêrg gençliği ve her biri bir ülke eden o anneler güleç yüzleriyle her gün o dağlara bakıp şu mesajı bütün Kürdistan’a haykırmaya devam ediyor: “Adımızın Yusuf olduğunu duyan sakın bize kuyu kazmaya kalkışmasın. İnanmıyorsanız sizden öncekilere sorun!”
Selaheddîn Biyanî
Bipirse ji Îskenderê Mezin!
Ew ê bêje te çend dijware tîra min…
Goran Haco
Colemêrg’in etrafına dikkatlice baktığınızda, Hekarî savaşçılarının savaşa gitmeden önce çektikleri Şêxanî halayındaki dizilişleri gibi yan yana gelmiş heybetli dağ silsilelerini görürsünüz. Halaya duran o dağlar bir çember çizer ve çemberin hemen etrafında başka bir halay dönmeye başlar. O dağların dizilişi, sarmal biçimde sonsuza dönen bir semah misali koca bir direniş tarihinin halkaları gibi birbirine geçer. En öndeki çemberde halay başı hep Sümbül’dür. Çünkü şehrin gözünün içine yirmi dört saat aralıksız bakan ve halayı hem yanlamasına hem de dış halkalara doğru genişleten en çok odur. Sağına Cîlo ve Sat’ı, soluna Mêskan ve Kato’yu almıştır. Tam karşılarında Çiyareşk’ten başlayıp Kelareş ve Metîna’ya kadar uzanan başka bir halay kolu uzanır. Gever’in yanı başından Şemzînan’a kadar uzanan dağ halayının ortalarında Güney ve Kuzey’i ayıran dağın isminin Govend olması ayrı bir güzellik katar o halaya. Binlerce yıldır dört bir tarafında halay çeken o heybetli dağların varlığı Colemêrg insanında farklı bir özgüven, bir direniş ruhu ve aynı zamanda bir dağlı zarafet ve nezaket yaratmıştır. Üstelik nezaketin zayıflığa yorumlandığı bu lanetli zamanlara rağmen…
Kürdistan halklarının yaşadığı sayısız akın, işgal ve katliam girişimlerinde doğal bir kale görevi gören Colemêrg’in son mitinglerden birinde açtığı ‘Müthiş Kazandığımızı Göreceksiniz!’ pankartının hikâyesi Hakkâri Kürtlerinin Büyük İskender ve Timurlenk karşısında sergiledikleri müthiş direnişe kadar uzanır. Hakkâri’nin bir bütün olarak bugün temsil ettiği kültürel ve tarihsel gelenek Kürtlüğün en özgün formlarından biri olmaya devam etmektedir. Buna karşı özellikle 1970’lerin başından itibaren devlet, Kürtlük dünyasında özgün bir kavşak, dağlardan oluşan bir ada ve dağlardan teşkil olmuş bir vaha gibi duran Hakkâri’yi her yönüyle parçalayıp eritmek için her türlü sömürgecilik tekniğini denemektedir. Colemêrg şehrini memurlaştırma yoluyla sisteme bağlamak, haritanın batısından gelen pırıl pırıl memurlar üzerinden beyaz Türk hayranı bir gençlik oluşturmak, aşiretlerden ve feodal kliklerden işbirlikçi bir sınıf yaratmak ve tüm bu eğilimleri Kürt direnişinin kalbine paslı bir hançer gibi saplamak için olağanüstü bir çaba harcamaktadır. Nitekim 31 Mart Yerel Seçimleri’nde devletin bütün kurumları ve kaynaklarıyla Colemêrg’e yüklenip düşürmeye çalışması, Colemêrg’e biçilen tarihsel rolün devlet nezdinde ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya çıkarmıştır.
Colemêrg’in yaslandığı tarihsel gelenek Şêx Ubeydullah’ın, Pertev Beg’in, Seyîd Abdulkadir’in, Ehmedê Xanî’nin, Mar Şimon’un, Şêx Adî’nin ve Elî Herîrî’nin mirasıdır. Bütün Kurdistan direniş tarihi gibi bugün de bir tarafında bu halkın onurlu evlatlarının direngenliği, öbür tarafında teslim olmuşların utancı aynı hikâyenin içinde akıp durmaktadır. Cüneyt Zapsu’dan Yılmaz Erdoğan’a, oradan Muhsin Kızılkaya’ya uzanan bir silsile, devletin ‘Makul Kürt’ kategorisinin Hakkâri temsilleri olarak parlatılırken ‘bu şehri asla bu halkın düşmanlarına teslim etmeyeceğiz’ diyerek sokak sokak, ev ev çalışma yürütüp her türlü bedeli göze alan bir gençlik gerçekliği direnişin adeta kutup yıldızı gibi o dağların alnında çakmak çakmak parlamaktadır!
Colemêrg’in kültürel dokusunun ve seküler karakterinin kadim bir Kürtlük üzerinden kendini inşa etmiş olması Kürt Direnişi için güçlü bir mücadele zemini yaratırken, aşiretsel yapıların toplumsal güç ilişkilerinden politik tercihlere kadar yaşamın birçok alanını hala belirliyor olması ulusallaşma ve dolayısıyla mücadele birliğini büyük oranda geriye çekmektedir.
Belli iktidar ve güç ilişkilerine yaslanmış, ihale, kadro ve rüşvet çarkı üzerinden teslim alınmaya çalışılan bir kısım aşiret ve aile büyüklerine resti çeken yine kendi çocukları, yeğenleri ve akrabaları olmuştur. ‘Bizler gençlik olarak kendi ulusal irademizin dışında hiçbir gücü irade ve temsil olarak kabul etmiyoruz’ şeklinde bildirgeler yayınlayan Colemêrg gençliği ‘Xwebûn’ hakikatine büyük bir selam çakmış ve halkın iradesini küçük hesaplara kurban eden büyüklerine büyük bir ahlaki ve tarihsel ders vermiştir!
Colemêrg’i yeniden inşa edeceğiz diyenler ile Sur’u Toledo yapacağız diyenlerin vaatleri aynı tarihin iki ayrı boş göstereni olarak hafızalarımıza kazınırken gençlik, Colemêrg’in acilen inşa etmesi gereken şeyin aslında kendi tarihsel misyonuna ve yaslandığı direniş geleneğine geri dönmesi olduğunu yüksek perdeden haykırmıştır. Seçim çalışmaları boyunca devasa bir devlet aygıtı ve onların yerel işbirlikçileri ile mücadele eden gençliğin bir sözü vardı: “Colemêrg düşerse hiçbirimiz burada yaşamayacağız ve buraları terk edeceğiz!” O gençlerle yan yana yürüyen anneler “Bu gelenek sizden öncekilerin bize emanetidir ve hiçbiriniz hiçbir yere gitmeyeceksiniz” deyip onların yönünü tekrar umuda, zafere ve direnişe çevirdiler. O gençler, gözlerini halaya durmuş o dağlara her çevirdiklerinde ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazısını değil; Nietzsche’nin söylediği ‘Dağlarda yaşayanların içinde kimsenin göremeyeceği kadar büyük dağlar vardır’ sözünü gördüler.
Colemêrg’te yaşanan son altı aylık süreç, bir seçim çalışması değil bir teslim alma, diz çöktürme ve tarihsel bir öznelliği tamamıyla hafızalardan silerek Colemêrg isminden mêrg’i (vaha,mera) çıkarıp bu kadim halkı kupkuru bir Col’e (Çöl) mahkum etmekti. Ama unuttukları bir şey vardı: Ahmed Arif’in deyimiyle o dağlar kolay kolay faka basmamıştı ve gözlerini bir an olsun o dağlardan almayan binlerce genç, muazzam bir ödev ve sorumluluk duygusuyla antikolonyal direniş külliyatına yeni bir ‘Xwebûn’ öyküsü taşımaya yeminler etmişlerdi! Birbiriyle yüzlerce yıldır amansız bir savaşa tutuşmuş olan iki ayrı tarihsel ve ideolojik hattan ihaleye ve rüşvete pusu atanın yenilgisini ve barikatın ardında duranın zaferini bir kez daha yazdılar. Bir tarafında geleneğin yaratıcısı olan çocukların anneleri ve o çocukların genç yoldaşları, öbür tarafında devletin bütün aygıtlarıyla yan yana yürüyen ve paşverû olmaya razı gelmişlerin arasındaki mücadeleden galip çıkanlar ‘Sonuç ne olursa olsun son muhteşem olacak’ diyenlerin genç ardılları olmuştur.
Her türlü saldırı ve ablukaya rağmen bir milim geri adım atmayan bembeyaz yüzlü ve kalbimizin en temiz yerinde yürüyen o genç yoldaşlar ve o anneler bu halkın da bu hikâyenin de asli kahramanlarıdır. Colemêrg gençliği ve her biri bir ülke eden o anneler güleç yüzleriyle her gün o dağlara bakıp şu mesajı bütün Kürdistan’a haykırmaya devam ediyor: “Adımızın Yusuf olduğunu duyan sakın bize kuyu kazmaya kalkışmasın. İnanmıyorsanız sizden öncekilere sorun!”