Ahmet Güneş
Öfke unutulmuyor. İnsanın içinde biriken hiçbir şey unutulmuyor. Etkisi olan her olay, her durum, her adım en fazla kendini zamana bırakıyor. Zamana bırakmak unutmaya terk etmek değildir. Nitekim doğasına da aykırıdır. Kaybolmayan hatırlamalar bizi hep bir yere taşır. Belki de bugün ve şu an bir hatırlamanın sonrasıyız. Öyle biliriz ve öyle davranırız hayata.
Gündemin allak bullak olduğu, her güne çeşitli ezaların yüklendiği, her anın diğer anı ötelediği haberlerle yaşamaya çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyorum çünkü Türkiye gerçekten severek, isteyerek hatta hiçbir şey yapmadan yaşanılacak bir ülke değil. Yaşama çalışıyoruz, yaşamaya ayrıca çalışıyoruz. Nefes almak için coğrafyayı unutup gökyüzündeki bulut kümesinin sürüklenmesine bakıyoruz. Akşamları yıldızlara ve uzak ışıklara bakarak bulunduğumuz yerden kaçıyoruz. Geceleri zaten düşlerden başka sığınacak yer yok. Bazen sürekli ya da bu kahır yıllar geçene kadar o düşlerde yaşamak istiyoruz. Ruh ve çarşı birbirinden karışık.
Genelde köşe yazılarında bir konu dil döndüğünce ve kalem yazabildiği kadar anlatılır. O konu nasıl duyurulur, gündemin dışında kalan nedir, kimin sesi duyulmadı, hangi olay beni daha çok etkiledi gibi muhasebelere girişip ağır basan haber veya hal üzerine yazılır. Düzenli yazan için belirlenen günlerde ne olmuşsa veya bir yıldönümü, ertelenen bir anma, gelecek bir yargılama gibi konular seçilip ilgili mecranın okuruna sunulur. Burada öyle değil. Akşam düşündüğün bir haberin yerine daha ağır bir hak ihlali, daha ölümcül bir durumla uyanabiliyorsun. En kötü karar kararsızlıktır mottosuyla o an sana göre ne önem arz ediyorsa onu yazıyorsun. Adap ve zaman bunu emrediyor.
Duyarlı kamuoyunun gündemi bu hafta cins kırımına uğrayan kadınlara devletin savaş ilan etmesine kadar giden İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararıydı. Diğer gündem milyonların oy verdiği HDP’yi kapatma ve Kürtlerin doğacak çocuklarına dahi siyaset yapma yasağıydı. Bunların yanında ise aynı konular etrafında farklı şehir ve adını bile bilmediğimiz yerlerde kadınların katledilme haberleri, yine aynı şekilde HDP’lilerin şafak operasyonlarıyla tek tek toplama kamplarına götürülmeleri gündemdi.
Kadınlara ve kadın partisi olma iddiasını güçlü tutan HDP’ye bu denli düşman hukukunu devreye koyan devlet aklı, içine girdiği krizlerden kendini aklamak için yüksek perdeden hedef gösterip krminalize ettiği bu kesimleri şeytanlaştırarak, kendini halkın öfkesinden korumaya çalışıyor. Bayrak ve ezan histerisini sürekli diri tutan mevcut hükümet, iktidarını sağlama almak için sarsılmaz konuşmalar ve vaatler öne sürüyor. Çünkü halkın derdini beka meselesi erteleyebiliyor. Bu, önceki iktidarların ve bu devlet geleneğinin hep hatırda tuttuğu mirastır. Nitekim geçerli bir akçe olarak hükümetlerin bakiyesinde duruyor.
Tüm bunların yanı sıra haklı öfkelerin sokağa yansıması da yok değil. Saray rejiminin her evi hapishaneye çevirme politikasıyla artık süreklileşen ev hapsini tanımayıp kelepçelerini kırarak saldırılara karşı ortaya konulan eylemlere destek verenlerin kararlılığı, yasalarını çiğneyen rejimi bile afallatıyor. Şehirlerin dışına inşa edilen toplama kamplarından sokakların içine inşa edilmeye çalışılan toplama kamplarına itiraz ve öfke önemli bir karşı koyuştur ve süreklilik arz ettiğinde, ‘her ev bir hapishane’ politikası yerle bir edilebiliyor.
Talep umut değil, öfkedir. Eyleme dökülen öfkenin karşısında hiçbir devlet aklı ve mirası duramaz. Aynı itiraz ve öfkenin dışavurumu olarak Emine Şenyaşar ve oğlu Ferit’in maruz kaldıkları ve tanığı oldukları katliamın hesabını sormak için Urfa Adliyesi önünde nöbet tutmaları ile HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun Ankara’da nöbet tutması, hiç şüphesiz yılgınlığa kapılanları silkeleyip umudu aşılıyor. Cezaevlerinde devrimci tutsakların sürdürdüğü açlık grevi, dışarıya kapı açıyor. Yine aynı şekilde devletin savaş açtığı ve cins kırımına uğrayan kadın hareketi zaten yıllardır en büyük muhalefet örneği. Kayyum rektöre karşı Boğaziçili öğrencilerin ve hayatı solduranlara karşı LGBTİ+’lerin her zaman yeni ve yılmaz siyasi ve sosyal meydan okuması da cabası. Bu direniş hareketleri ve bireysel çıkışlar, uykudan sokağa açılan düşlere uyanma çağrısıdır.
Filistinli devrimci şair Mahmud Derviş, arkadaşı Edward Said’in ölümünden sonra ona ithafen yazdığı Elveda Edward şiirinde şöyle yazar:
“Kimlikten ne haber? Diye sordum.
Dedi: Meşru müdafadır o…”
Haftanın kitap önerisi: Behrooz Ghamari, Tahran 1979-Ekber’i Hatırlamak / Çeviri: Kıvanç Dündar, Ayrıntı Yayınları