Bizler, 90’lı yılların insan hakları ihlallerini yakından yaşamış olanlar, bugün ve 90’lar karşılaştırması yaparız sık sık… O zamanlar, şunu çok iyi bilirdik; görünen devlet başka, gerçek devlet başkaydı…
Yasama, yürütme, yargı ve büyük medya, militarizmin etkisi ve baskısı altındaydı. Asıl karar merkezi, özel harp dairesi ve ona bağlı çalışan bir kısım bürokrat idi. Hükümetler genelde askerin dediğini emir kabul eder ve uygulardı.
Yoğun hak ihlallerinin temelinde ise, ırkçı-şoven resmi ideolojinin, “kırmızı çizgileri” belirleyici idi. Kontrgerilla cinayetleri, gözaltında kayıplar, işkence, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırılar, köy yakmalar, cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri.
Günlerimiz tehdit altında bu ihlallere karşı mücadele etmekle geçiyordu. AKP iktidar olduğunda, “bir dönemin bittiği” söylemini kullanmıştı. Avrupa Birliği çalışmaları hızlanmış, demokrasi vaat eden bir dil kullanılmaya başlanmıştı.
Tayyip Erdoğan, 90’larda yaşanan ihlalleri, “Beyaz Toroslar” dönemi olarak adlandırıyor ve bu dönemin bittiğini söylüyordu.
“Barış süreci” adı verilen bir süreç yaşandı coğrafyamızda. “Belki” dedik, “belki bu kez umut olacak”…
Ama bitti, nedeni ne olursa olsun devlet “kuruluş ayarları”na döndü. AKP- Derin Devlet uzlaştı. Derin bir uzlaşmaya vardılar. Bir dönem “Beyaz Toroslar” diye adlandırılan sürecin direksiyonunda oturan Mehmet Ağar-Tansu Çiler, AKP mitinglerinde boy göstermeye başladılar.
Bu tablo, devlet aklının, 1915, 1938, 1980, 90’lar… hiç değişmediğini gösterdi.
Bu coğrafyada, Topal Osman’ın, soykırım faili Enver’in, Talat’ın, Esat Oktay Yıldıran’ın, Mehmet Ağar’ın hatta tetikçi Sedat Peker’in kahraman ilan edildiği bir coğrafya.
Devlet eli ve devlet eliyle şiddet sürekli meşrulaştırılıyor. Popüler kültür, diziler, futbol, magazin, tüm alanlarda şiddet ve militarizm yaygınlaştırılıyor.
İşimiz zor… Ancak, bizim de inancımız ve insan haklarına saygımız, en önemlisi “ölülerimize olan borcumuz var”.
Ve biliyorum ki, değiştireceğiz. Çünkü dünyayı direnenler değiştirir.