İktidarın “Neo-Osmanlıcılık” hayalleri suya düştü, dış politikası tümüyle çökmek üzere. AKP-MHP koalisyonu içeride ve dışarıda ciddi bir meşruiyet krizi yaşıyor. Geçmişte AKP ile şu veya bu şekilde iş tutan devletlerin büyük çoğunluğu bir yandan AKP ile iş tutmaya devam ederken, bir taraftan da homurdanmaya başladı.
Sadece son bir haftada Türkiye ile ilgili yayınlanan haberler, yapılan eleştiriler bile fetihçi siyaset aklı için durumun vahametini gösteriyor. Avrupa Birliği’nin “ilerleme” raporunda Türkiye açısından yapılan tespitler yenilir yutulur cinsten değil. AB üyeliği artık Türkiye açısından hayalden öte rüyaya dönüştü. Fransa, Yunanistan, AB’den bazı çevreler Türkiye’nin NATO üyeliğinin düşürülmesini hiç değilse gözden geçirilmesini istiyor. İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz, Türkiye’yi ‘bölgede istikrarı bozmak ve barışı tesis çabalarına karşı çalışmakla’ suçluyor. Yunanistan, Türkiye’nin “bölgesel barışa tehdit” olduğunu dillendiriyor. İngiltere merkezli BBC ve Guardian gibi yayın kuruluşları üst üste Türkiye’nin Libya’da BM silah ambargosunu deldiğini kanıtlarıyla işlemeye başladı. Fransa, İran, kısmen Rusya gibi pek çok ülke Türkiye’nin Karabağ’a Suriye’deki çete gruplarını transfer ettiği ve bölgedeki savaşı körüklediği eleştirilerinde bulunuyor. Sadece bu gerekçeyle Kanada, Türkiye’ye askeri ekipman satışını durdurdu.
Dışişleri Bakanlığı ise hemen her gün yapılan eleştirilere ve suçlamalara laf yetiştirmekle uğraşıyor. 1 Eylül’den bu yana Bakanlıktan yapılan 45 açıklamanın neredeyse yüzde 80’ini dünyanın dört bir tarafındaki devletlere – ortaklarına – yönelik karşı tenkitten oluşuyor. Bakanlık; ABD, Kosova, Sırbistan, Arap Birliği, Fransa, AB, AP, Ermenistan, Kanada bazen Rusya’nın yer aldığı ülkelerin eleştirilerine ve suçlamalarına cevap yetiştirmekle meşgul. Açıklamaların çoğu, “Kınıyoruz, kabul etmiyoruz, doğru bulmuyoruz, çifte standarttır, bize haksızlık yapılıyor, hak ve çıkarlarımızı koruyoruz, geri adım atmayacağız” beyanlarından ibaret.
Bu tablo bile AKP dış politikasının iflasıdır. Suriye’de Esad gidecek Emevi Camii’nde namaz kılınacaktı olmadı! Onun yerine Ayhan Bilgen’i alıp Kars Belediyesi’nin önünde namaz kıldılar, Selçuk Mızraklı’yı alıp Amed Belediyesi’ne bayrak diktiler! Libya müdahalesiyle Akdeniz’in karşı kıyısında da denetim sağlanacak belki emirlik ilan edilecekti, işler orada da tutmadı. Üstelik hemen her gün dünya medyası BM’nin Libya’ya yönelik silah ambargosu kararının AKP-MHP iktidarı tarafından delindiğine ilişkin kanıtlarıyla birlikte çarşaf çarşaf haber yayınlıyor. Akdeniz’de 7 düvele meydan okunacak, dünya AKP’nin gücünü görecekti o da kısmetse başka bahara. Oruç Reis bir ileri iki geri limanlar arası gidip geliyor. Irak, Libya, Akdeniz, Suriye tutmadı şimdi elde var Azerbaycan-Ermenistan savaşı ve Dağlık Karadağ. O da çete transferleriyle daha ilk günden elde patladı.
Elbette hâlâ AKP-MHP iktidarı kendisini ayakta tutan ciddi bir dış desteğe sahip. Bu iktidar, dış dayanaklarını tümüyle kaybederse bir gün bile ayakta duramaz. Dolayısıyla bazı güçler açısından AKP hâlâ tümüyle işlevini yitirmiş değil, hâlâ bu siyaset tarzı Ortadoğu’yu karıştırmak ve uluslararası müdahalenin devamlılığını sağlamak açısından kullanışlı bir aparat. O yüzden NATO Genel Sekreteri neredeyse Ankara’yı yol eyledi. O yüzden Putin ile Erdoğan kanka, o yüzden Trump buradaki yönetime hayran. Ancak bu iktidarı kendi politikaları açısından kullanan, kullanışlı bulan güçler açısından bile AKP her zamankinden daha güvenilmez bir ortak. AKP’ye destek vermek için on yıllardır işleyen uluslararası mekanizma şimdi tersinden işlemeye başladı.
AKP ve MHP’nin bütün bu politikalardan geri dönme, daha demokratik ve barışçıl bir siyaset üretme şansı ve arayışı olmadığına göre, önümüzdeki dönem Türkiye toplumunu daha zor bir süreç bekliyor. Türkiye daha da yalnızlaşacak, sorunlar bir süre sonra daha da ağırlaşacak. Bu da daha fazla içe yönelen, büzüşen, otoriter ve kapalı bir rejim gerçekliğini ne yazık ki pekiştirecek. Türkiye toplumunun bu noktada en büyük talihsizliği, AKP bu kadar dağıtmışken, bu kadar zarar veriyorken, toplumu toparlayabilecek, alternatif olabilecek bir gücün yokluğudur. Muhalefet Karabağ’da, Suriye’de, Akdeniz’de şovenist duygular sonucu AKP’nin yedek gücü gibi hareket ediyor. İktidarın arkasını topluyor. Oysa böyle yaptıkça bu topluma daha fazla zarar veriyor.
Alternatif olabilecek tek muhalefet dinamiği olan HDP ise gün 24 saat, dört bir taraftan saldırıya uğruyor. Sesinin duyulmasına, sözünün dinlenmesine izin verilmiyor. Rejim bütün araçlarıyla HDP’nin üzerine çullanmış durumda. Buna rağmen uğraşan, didinen, muhalefeti uyarmaya, gerçekleri göstermeye çalışan bir HDP var. O açıdan önümüzdeki 10 yılda yeni bir toplumsal şekilleniş yaşanacaksa – ki yaşanacak – bu tam da HDP’yi var eden bütün renklerin, ortaklıkların, dayanışmanın ve birlikteliğin gücüyle mümkün olacak.