Çok hırslılar, çok öfkeliler. Dindar geçinen ve gazete diye çıkan kağıtların başlıklarına bakın. “Ya gidecekler ya ölecekler” şeklindeki manşetleri, halklara parmak sallayarak yaptıkları tehditlerin en masumu. Harita Kürdün rengine dönünce “Sınırımızda terörist istemezuk” feveranına başladılar.
Oysa o sınır 2013’ten 2015’e kadar 2 yıl boyunca boydan boya IŞİD’in denetimindeydi, IŞİD’in kapkara rengiyle boyanmıştı. Sınır bölgesi IŞİD kasapları tarafından insan mezbahasına dönmüştü. Meclis’te savaş tezkeresini el birliğiyle geçiren partilerin, miğferlerini giyerek ön cephede yer alan gazetecilerin hiçbiri buna itiraz etmiyordu. Çünkü çoğu o yapıya ideolojik yakınlık besliyordu, hala besledikleri gibi. Hiçbiri çıkıp da IŞİD için “ya gidecekler ya ölecekler” demedi. Al gülüm ver gülüm sınır ticareti yapılıyordu. Anadolu Ajansı IŞİD’in başkenti Rakka’dan “bayram ne güzel” haberleri geçiyordu. Gelsin petrol gitsin TIR’lar; iktidar için sınır güllük gülistanlıktı.
Duyulan bu rahatsızlık, gösterilen feveran, beslenen öfke IŞİD sonrasına ait. Bu öfkenin iki somut nedeni var. Birincisi, IŞİD kendisine o kadar güven duyulmasına rağmen Kürt özerkliğini engelleyemedi. İkincisi, bu konuda uygulanan bütün politikaları sonuçsuz kaldı. Bunu Güvenli Bölge denilen alanın IŞİD için bir kez daha güvenli hale getirilmiş olmasından anlıyoruz. “Kürtler 30 kilometre öteye gitsin” diyenlerin Bağdadi’yi kendi bölgelerinde “5 kilometre beride” görmezden gelmelerinden, Azez ve Cerablus’ta son dönemlerde yapılan operasyonlarla IŞİD yöneticilerinin öldürülmüş olmasından anlıyoruz.
Ama tabii bütün bunlar bizim yanılsamalarımız. Aslında bunların hiçbiri yaşanmadı(!) Ne Bağdadi Türkiye’nin hakimiyet alanı olan İdlip’te öldürüldü ne de IŞİD yöneticileri Cerablus-Azez hattında peşi sıra zuhur etmeye başladı. Zaten Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik başlatılan harekât da savaş değil. 300 bin insan yerinden yurdundan edilmedi. Trump ile Putin önce bu saldırılara izin verip daha sonra ateşkes imzalamadı. Zaten ateşkese de ateşkes denilmiyor.
Kızmayın. İktidarının hakikati tas tamam böyle. Kürdün Kürt olamadığı, devletin devlet olmaktan çıktığı, sosyal demokrat muhalefetin iktidarın yanında cepheye koştuğu bir ülkede savaşa tabii ki savaş denilemez. Bu ülkenin hiçbir şeyi kendisi değil. Dindarı dindar değil, Kürdü Kürt olamıyor.
Kürtçe dediğiniz Kart-Kurt ve dağ Türk’ünden ibaret. Aslında bu ülkede 1915 hiç yaşanmadı, Ermeniler hiç katledilmedi. Dersim, Zilan, Ağrı ve hata Halepçe gibi tarihi hakikatler yok. Sonuçta Mahmut Esat Bozkurt “Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler” dediğinde ırkçılık yapmıyor, kardeşliğin tohumunu atıyordu.
Kriz yok. Ayda bir elektrik ve doğalgaza zam yapılmıyor. Yapılan fiyat güncellemesi. Dikilen sarayları, saltanatları iktidarın rahatı için yaptığını düşünenler varsa yanılıyor. Bu ülkeyi yönetenler ülkenin itibarını düşündükleri için büyük fedakarlıklar yaparak o saraylarda yaşamak zorunda kalıyor. Ülke nüfusunun yüzde 60’ı yoksulluk sınırında yaşamıyor. Kayyım, kayyım olmaktan çıkarıldı, televizyonlar “yeni görevlendirme” diyor. Üstelik çok marifetli yazarların da dediği gibi halk da aslında HDP’li adayları seçerek “kayyım atanmasını” istemedi mi? Kayyımlar 1,5 ton kadayıf yemedi. Hem zaten 40 bin liracık, 300 bin liracık küçük hediyelerin kime ne zararı var? Hasankeyf’te 12 bin yıllık tarih sular altında bırakılmadı. Dolmabahçe’de çözüm mutabakatı açıklanmadı, o toplantıya iktidar yetkilileri hiç katılmadı. Davutoğlu hiç başbakan olmadı, Ali Babacan hiç iktidarda yer almadı. CHP dokunulmazlıkların kaldırılmasına hiç dahil olmadı. Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ asla tutuklanmadı, aynı gerekçeyle bir kez daha tutuklanmaları ise tamamıyla iftira. AKP, 15 Temmuz darbesinden sorumlu tutulan Cemaat ile hiç ortaklık yapmadı. İktidar yetkilileri “bitsin bu hasretlik, dönsün artık Hoca Efendi” demedi hiç.
Bütün bunlar Türkiye’yi “demokrasisiyle, insan haklarıyla, ekonomisiyle, yetişmiş insan kalitesiyle, teknolojisiyle” kıskanılan bir noktaya taşıyan, dünyada lig atlatan iktidara karşı bazı kesimlerin uydurmaları. Bu iddiaların tamamı kıskançlık. Çekemiyorlar işte. Zaten Cumhurbaşkanı da yedi düvele karşı dimdik ayaktayız demedi mi?
E bütün bunları yerseniz tabii. Kimse yemiyor. Gerçek gizlenemeyecek kadar açık. Toplum neyin ne olduğunun farkında. Foucault’nun bir iktidar pratiği olarak sansürü dile getirirken vurguladığı, “Yasak olandan söz etmemek gerekir ta ki kendisi gerçek içinde yok olana değin” belirlemesini toplum kendi pratiklerinde deneyimliyor. İşte o yüzden insanlar eşyayı iktidarın gösterdiği, tarif ettiği gibi değil; kendi hakikatiyle, kendi adıyla çağırıyor. D