Kadınların gündeminde kazanılmış haklara saldırılar, şiddet, cinayetler, çocuk yaşta evlendirilme gibi birçok önemli sorun var. Bu sorunları kendisini dindar feminist olarak tanımlayan ilahiyatçı akademisyen Hidayet Şefkatli Tuksal ile konuştuk
Nevin Cerav
Hidayet Şefkatli Tuksal, kendisini dindar feminist olarak tanımlayan bir isim. İlahiyat fakültesinden mezun olduktan sonra doktora tezi, ‘Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri’ ismiyle kitaplaştırıldı. Dindar olmanın sorgulamanın ve eleştirmenin önüne geçemeyeceğini kanıtlarcasına fikirlerini dile getiren Tuksal, birçok kez erkek egemen zihniyete sahip din bilginlerinin birçok şeyi erkeklerin menfaatine uygun yorumladıkları eleştirilerinde bulundu. Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Din Sosyolojisi Bölümü’nde Dr. Öğretim Üyesi olan Hidayet Şefkatli Tuksal, neden feminist olduğunu, kadına yönelik şiddeti, çocuk yaşta evlendirilmeleri, çocuk tecavüzcülerine af gibi konuları İslami çevrelerden örneklerle anlattı.
- Sizin için muhafazakar feminist veya İslamcı feminist tanımlamaları yapıldı. Siz nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?
Ben İslamcı olmadım hiçbir zaman, ilk gençliğimde belki ama ondan sonra öyle bir idealim olmadı. Ama dindar bir insanım yani namaz kılıyorum, oruç tutuyorum, dinin çeşitli kısıtlamalarına uyuyorum ya da dinin bana verdiği hayata bakış ile ilgili felsefeyi hayatımda kabul ederek yaşıyorum. Ben dindar bir feminist olarak tanımlıyorum kendimi. Feminizm de kadın meselesine bakarken bana, çeşitli bakış açıları, analiz yöntemleri ve kavramsal bir set sunuyor. Oradan baktığım zaman birçok şeyi çok daha net görüyorum, taleplerimi de ona göre belirleyebiliyorum. Çünkü kadın hareketinin, feminizmin, feminist literatürün sağladığı pek çok kazanım var. Ama bunlardan haberdar olmayan çok büyük bir kesim var ve feminizm hakkında sadece kötü bir duyuma sahipler. Bana mesela hep şöyle sorarlar, ‘hocam affedersiniz feminist misiniz?’ ‘Afedersiniz Ermeni’ meselesi gibi bir şey bu da. Yani makbul bir etiket değil, hiçbir zaman da makbul bir etiket olmamıştır. Virginia Woolf bile diyor ki, ‘Bu etiketten kurtulmamız lazım.’ Onun zamanında bile böyle bir şeyin sıkıntısı var. Şimdi de devam ediyor. Tabii feministlerin gündeme müdahale ediş tarzları, söylemleri vs. birçok insanı rahatsız ettiği, konforunu bozduğu için bu kelime hala bir suçlama olarak kullanılıyor. Herkesin kendine göre içini doldurduğu bir kelime neticede ama ben kendime dindar feminist diyorum.
- Kadınların karantina sürecinde şiddete uğrama oranları artmış. Kadın örgütleri kadınların evlerde şiddetle baş başa bırakıldıklarını söyledi…
Eskiden bir sığınma evine 30 kişiyi koyabiliyordunuz ama şu anda her gelen kişinin test olması gerekiyor içerdeki kişilere bulaştırmasın diye. Ama tabii böyle bir ortamda kadınlar ne kadar ulaşabiliyor bu şiddet telefon hatlarına, sistem ne kadar çalışıyor meselesi sıkıntılı. Bu anlamda Aile Bakanlığı’nın buna sessiz kaldığını ya da buna göz yumduğunu düşünmüyorum kendi irtibatlarım nedeniyle. Ancak maalesef yeterli olmuyor. Bir kaç yıldır ‘Aile Platformu’ adı altında bir araya gelmiş kuruluşlar var. Genelde iktidarı destekleyen, iktidarla çeşitli iş birlikleri içerisinde olan kişi ve kurumlar bunlar. Bu süreçte kendi taleplerinin karşılanması için bunu bir fırsat olarak gördüler. İşte 6284 uygulanmasın, İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın gibi taleplerle ortalıktalar. Ancak dışarı çok yansımasa da içerden kadınların bu platformun taleplerine tepkisi ve direnişi var. Bu yüzden çok bağırsalar da, henüz istedikleri gerçekleşmedi ve sonuç alamadılar. Bu mücadele devam ediyor. Çünkü kadınlar kendi başlarına, hemcinslerinin başlarına ne geleceğini biliyorlar.
- Emniyet Müdürlüğü’nün resmi açıklamasında dahi kadınların bu süreçte evde maruz kaldığı şiddet yüzde 32 oranında artmış.
Doğrudur. Zaten erkekler evde kalmaya alışık değil, evde kalınca bunların olacağı belli de, ben bu rakamı bilmiyordum. İktidarın birçok hatası var, evet ama kadınların şiddete uğramasını iktidarın içinden kadınlar da kabul etmediği için şiddet meselesini kolayca gözden çıkarabilecek, önceki politikaları çöpe atacak bir lüksleri yok. Belki çok yansımıyor basına fakat kadınlar içeriden çalışıyorlar. Tabii ki daha çok sığınma evinin hazırlanmış olması gerekiyordu ama iktidar başka mekanizmaları devreye sokarak sığınma evini bir çözüm olmaktan çıkarmaya çalışıyor. Belediyelerde Aile Danışma Merkezleri kurdular ve aile terapileri yoluyla boşanmaları azaltmaya, aileleri bir arada tutmaya çalışıyorlar.
- İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, 6284 sayılı kanunun uygulanmaması gibi söylemler iktidar ve çevresinde de var. Boşanmaların arttığı, aile kurumunun zarar gördüğünü gerekçe sayarak kadınların şiddete razı gelmesi isteniyor.
Tabi ki böyle düşünenler, konuşanlar var, ama AK Parti’de benim yakından tanıdığım arkadaşların çoğu kocalarından boşandı. Milletvekili, iş kadını, ev kadını birçok boşanmış kadın var. Dolayısıyla pratikte boşanmak isteyen boşanıyor. Ancak bir yandan da, medyaya yansıyan bir boşanma karşıtlığı var. Aileler yıkılmasın söylemi üzerinden 6284 nolu yasa ve İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlara sağladığı koruma duvarı delinmeye çalışılıyor. Boşanmış bir grup erkek de örgütlenerek ‘yok çocuklarımızı göremiyoruz, yok ömür boyu nafaka ödemek zorundayız’ gibi söylemlerle, boşanma sonrasında kadınlara tanınan hakları ortadan kaldırarak kendi çıkarlarını korumaya çalışıyorlar.
Bütün bu boşanma karşıtı söylemlere rağmen sınıfsal olarak boşanmaya gücü olanlar aslında rahatça boşanıyor. Kimler boşanamıyor; kendilerini geçindirebilecek imkanı olmayan kadınlar, kocası boşanmak istemiyorsa, o düzeni o şekilde sürdürmek istiyorsa ya da boşanmanın ayıp olarak karşılandığı çevrelerde yaşıyorlarsa, boşanamıyorlar.
Dini açıdan baktığımız zaman boşanmanın evlilik kadar doğal bir durum olduğunu görüyoruz, kesinlikle yasak değil. Hatta Kuran’da şöyle bir ifade var; boşandıktan sonra yoksulluğa düşerim diye düşünüyorsanız, siz boşanın. Allah sizin rızkınız genişletir, bu korkuyla boşanmaktan çekinmeyin diyor. Ama aynı zamanda boşanınca da dert bitmiyor. Genelde kadınlar mağdur olduğu için, devletin kadınların yanında olması gerekiyor. Mesela nafaka meselesi. Ev dışında bir işte çalışan bir kadına zaten genellikle nafaka ödenmiyor, ancak çocuklar onun yanındaysa, çocuklar için ödeniyor. Ama ev dışında çalışmayan kadına da nafaka ödemiyorsan ne yapsın kadın, sürünsün mü?
- AKP iktidarının uzun zamandır sürekli gündeme getirdiği çocuk yaşta evlendirilme İslami çevrede de dine dayandırılıyor. Dindar birisi olarak nasıl bakıyorsunuz bu meseleye?
Hiç de olumlu bakmıyorum. Sadece ben değil, tanıdığım hiç kimse olumlu bakmıyor. Çocuk yaşta evlendirme şehir hayatındaki dindar ailelerin asla uyguladığı bir şey değil. Herkes oğlunu kızını okutuyor. En azından ben çocuğunu okutmayan kimse görmüyorum. Bir takım cemaatler dışında kız çocuğunun okuması ve meslek sahibi olmasına karşı olan geniş bir dindar kitle görmüyorum. Aksine bu çocuklar okuyor, üniversiteyi bitiriyor, meslek sahibi oluyor ve çalışmaya başlıyorlar. Şu anda AK Parti’de çalışan, kurumlarda çalışan kadınlara baktığınız zaman bunlar evli ya da bekar, hepsi çalışıyor. Dolayısıyla şehir hayatında pek böyle bir şey yok. Fakat şöyle bir şey var; Karadeniz’de, doğuda, kırsal bölgelerde evlilik yaşı daha erken ve çocuk yaşta kaçma ya da kaçırılma gibi vakalar var.
- Çocukların evlendirilmesiyle kadınların eve kapatılma isteğinin paralellik taşıdığı kadın örgütleri tarafından dile getiriliyor…
Dediğim gibi, kadınlar konusunda daha muhafazakar tutuma sahip olan bazı cemaat liderleri-sizin eve kapatma dediğiniz şekilde- kadınların erkeklerle bir arada okumasına ve çalışmasına karşı çıkıyorlar ve anneliği kadının en önemli yaratılış gayesi olarak gördükleri için kız çocuklarının erken yaşlarda evlendirilmesine teorik olarak onay veriyorlar. Ancak bu tutum, muhafazakarlıkla ilişkili olmakla birlikte, esas olarak tarım toplumlarına has yaygın bir uygulamadır. Yani bütün dünyada tarım toplumlarında kız ya da erkek çocuğun işgücü olarak bir kıymeti vardı, dolayısıyla çocuklar hem erken yaşta işe koşuluyordu hem de evlendiriliyorlardı. Dini kurallar da buna göre düzenlenmişti. Fakat bu, şu anda bizim şehirli hayat düzenimize uyan bir anlayış değil.
Ali Bardakoğlu hocanın, (eski Diyanet İşleri Başkanı) çocuk yaşta evlilikle ilgili şöyle bir yorumu vardır, der ki: Kuran’da iki tür olgunluktan söz edilir. Biri ergenliktir, diğeri de rüşttür. Mesela vasilerinin gözetiminde olan yetim çocuklara ergenliğe ulaştılar diye malları teslim edilmiyor. Ancak rüşte ulaştıkları zaman malları teslim ediliyor. Yani o malları idare edebilecek bir olgunluğa ulaştıkları zaman mallarını teslim ediyorsunuz. Evlilik mal idaresinden daha mı basit ki, biz ergenliğe ulaşınca tamam artık evlenebilir diyoruz. Hayır, insan ilişkileri, bir kurumu ayakta tutmak, bütün bunlar kesinlikle rüşt yaşıyla alakalı, rüştün esas alınması lazım.” Ben de bu görüşteyim.
Aslında ilahiyatçıların ya da dindar insanların pek çoğu erken evliliğe taraftar değiller. Ancak yakınlarda gündeme gelen erken evlilik tartışması, böyle evliliklerden dolayı ceza almış erkeklerin eşlerinden ya da yakınlarından oluşan bir grup insanın kurduğu bir platformun lobi ve kampanya çalışmalarıyla daha çok gündeme geliyor. ‘Biz günah işlemedik ki, dinimiz müsaade etti, evlendik’, diyorlar ve erken evliliklerin suç olmaktan çıkarılmasını istiyorlar.
- İktidarın tecavüze uğramış çocukların tecavüzcüyle evlendirilme ve bu yolla tecavüzcüye af getirme gibi bir yasa taslağıvar. Büyük tepki alan bu düzenlemeye İslami çevreden itiraz duymuyoruz.
İşte sizin bahsettiğiniz bu düzenleme, bir önceki soruda sözünü ettiğim grubun medyatik çabalarıyla gündeme geliyor ve buna karşı farklı tavırlar görüyoruz. Kimileri kız çocuğun hayatını ve itibarını kurtaracak bir çözüm olarak görüyor bunu. Namusu temizleme uğruna ya evlendirmek ya da ölüm gibi iki seçenek varsa bir yörede, evlendirme seçeneğini tercih edebiliyor aileler. Yani biz şehirlerdeki görece biraz rahatlamış, özgürleşmiş duruma bakarak konuşuyoruz ama ataerkilliğin çok güçlü olduğu yerler, feodal yapının çok güçlü olduğu yerler hala var.
Yani ben bu yörelere bakıyorum erkekler kadınların sahip olmadığı pek çok hakka ve özgürlüğe sahipler. Bu feodal yapının içerisinde her şeyi yapıyorlar, her şeye bir kılıf uydurup rahat rahat yaşıyorlar. Fakat kadınlar için en ufak bir hoşgörü yok. Bu kadınlar o toplumda nasıl ayakta kalacaklar, nasıl varlıklarını sürdürecekler?
Tecavüz gibi suçlar genelde hasıraltı ediliyor, saklanıyor, kadınlara bahaneler bulunuyor ve caydırıcı bir biçimde cezalandırılmıyor. Yani bunun erkek egemenliğinin koruyuculuğu altında işlenen bir erkek suçu olduğu bilinci verilmediği müddetçe, buna çözüm bulmak da kolay değil. Dini bile işte kendilerince istismar ederek kullanmaya çalışıyorlar. Elbette ki tamamen karşıyız buna. Bu çok net olarak çocuk istismarıdır, suçtur.
- Evlilik yoluyla çocuk istismarının önüne geçmek için ne tür adımlar gerekiyor sizce?
Evlilik yoluyla çocuk istismarının önüne geçebilme konusunda genellikle hukuki yaptırımlar konusunu dile getiriyoruz. Bu yaptırımlarda suçun tanımlanması, sınıflandırılması gibi teknik birçok ayrıntıyı tartışıyoruz. Ancak asıl önemli olan yaptırımlara ihtiyaç duyulmayacak bir sosyal yapının oluşturulabilmesi. Belki burada asıl gençlere söz hakkı vermek gerekiyor, onlara bu konuda ne düşündüklerini pek sormuyoruz, biz büyükler konuşuyoruz genelde… Çocukları geleceğe hazırlamak adına okul ve eğitim hayatlarını planlayıp duruyoruz ama diğer sorunlarını, ihtiyaçlarını gündeme getirmiyoruz ve yok sayıyoruz. Daha doğrusu onların bizim görmeyeceğimiz, duymayacağımız şekilde bu mevzuların bir çaresini bulmalarını bekliyoruz galiba. O zaman da bu tür istismar olaylarına maruz kalabiliyorlar. Bu yüzden, bu konunun sadece bir hukuk meselesi olarak değil, çocukları/gençleri merkeze alarak, eğitim, sağlık ve güvenlik dahil pek çok açıdan ihtiyaçlara cevap veren sorunları gideren, suçluları cezalandıran bir sistemin inşasının hedeflenmesi gerekiyor.
Hidayet Şefkatli Tuksal Kimdir?
1985’te A.Ü. İlahiyat Fakültesinden mezun oldu, Hadis Ana Bilim Dalında “Kadın Aleyhtarı Rivayetlerde Ataerkil Geleneğin Tesirleri” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Bu tez 2000 yılında “Kadın Karşıtı Söylemin İslam Geleneğindeki İzdüşümleri” adıyla yayınlandı. Yurt içinde ve yurt dışında “İslam ve kadın” konulu pek çok panel, sempozyum, televizyon programına katıldı, gazete ve dergilere bu alanda röportajlar verdi. Star, Taraf ve Serbestiyet gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. 2014-20016 yılları arasında Mardin Artuklu Üniversitesi Antropoloji Bölümünde Yardımcı Doçent olarak çalıştı. Tuksal, halen Kırıkkale Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Din Sosyolojisi Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır.