İpek Ateş 12 Eylül döneminde oğlunu cezaevinde görmeye gittiğinde Türkçe bilmediği için tek cümle ile konuştu: ‘Kamber Ateş Nasılsın?’ Sonra o cümle çoğaldı, bütün dünyayı dolaştı. Tiyatrolara, filmlere, şiirlere konu oldu
Hüseyin Kalkan
İpek Ateş’in ettiği cümle büyük Kürt anlatısının sadece bir parçasıydı. Hangi Kürde dokunsanız size ilk anlatacağı dil ile ilgili bir öyküdür. Dili için okulda kendisini eğitmeye gelmiş öğretmenden dayak yemiştir, askerde dayak yemiştir, Kürtçe türkü dinlediği için dayak yemiştir. Bu bütün Cumhuriyet dönemi için geçerlidir. Ancak 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra Kürtçe’ye uygulanan baskılar zirve yaptı. Darbeciler Kürtleri ve Kürtçe’yi bitirmeye kararlıydılar ve bu kararlılıkla saldırdılar. Darbeciler Kürtlere yönelik ağır saldırılar yaptı. Kürtler aynı büyüklük ve kararlılıkla karşılık verdi. Diyarbakır zindanında yapılanlar sadece tutuklulara değil, bütün Kürtlere boyun eğdirmek içindi. Zindan direnişçilerinin kararlılığı buna engel oldu.
İpek Ateş hâlâ Türkçe bilmiyor
İpek Ateş o zaman Türkçe bilmiyordu. Zaten köyünden de o zamana kadar hiç çıkmamıştı. İlk kez oğlunun görüşüne gitmek için çıktı köyünden. Sonra çok çıktı köyünden. Hatta köyünü bıraktı, başka diyarlarda ikamet eder oldu. Ama Türkçe öğrenmedi. Şimdi İstanbul’da yaşıyor, hâlâ Türkçe bilmiyor. Bilinmez, belki bir inattır. Belki bunu bir mücadele biçimi olarak görmektedir. Hani Ece Ayhan der ya: ‘Bir pusu uğruna bir ömür beklemeye değer’ diye. Belki sadece onun bildiği bizim bilmediğimiz bir intikamdır bu.
12 Eylül’de Kürde yaşatılanların sembolü haline gelen Kamber Ateş, Ankara’da öğrenciyken gözaltına alınır. Tam tarihi şimdi hatırlamadığı bir gösteriye katıldığı ve bu sırada ölen bir jandarmayı öldürdüğü iddiası ile bir arkadaşı ile birlikte gözaltına alınır ve tutuklanır. Arkadaşı ile birlikte ağır işkence görür, arkadaşı işkencelere dayanamaz yaşamını yitirir. Ateş, idamla yargılanır, idam müebbet hapis cezasına çevrilir. Yıl 1983’tür. Cezaevlerinde Kürtçe konuşmak kesinlikle yasaktır. Konuşanlara şiddet uygulanır, ek cezalar kesilir. Bu şartlarda Kamber Ateş’in köyünden hiç çıkmamış annesi oğlunu görmek için yol düşer. Bu ziyaret sırasında yaşananlar ve anne oğulun öyküsü Cumhuriyet’in Kürtçe ile imtihanını özetleyen bir öyküye dönüşür. Kamber Ateş ile o günleri ve bu öykünün öyküsünü konuştuk.
- Darbe olduktan sonra mı tutuklandın?
Ben 80 darbesi gelmeden içeri düşmüştüm. O zaman içinde Adalet Partisi, MHP ve Milli Nizam Partisi’nin yer aldığı Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti vardı. Ben, Hasan Asker Özmen isimli bir arkadaşla birlikte gözaltına alındım. Benim sahte bir kimliğim vardı. O isimde ısrar ettim. Bir süre DAL’da işkence gördük. Hasan işkencede yaşamını yitirince bana uyguladıkları işkence bir parça hafifledi. Sonra tahliye oldum ama bırakmadılar. Darbe oldu ve tekrar işkenceye götürdüler.
- Hangi davada tutuklandın?
Biz Halkın Kurtuluşu davasında içeri alındık. Ankara’da Çorum katliamını protesto etmek için bir korsan gösteri yapılmıştı. Çıkan çatışmada bir asker yaşamını yitirmiş. Gösteriye 2 bin 500 kişi katılmış. Bizi aldılar. Oysaki ben katılmamıştım o gösteriye. Bizim o zaman kitleyi savunmak gibi bir çizgimiz vardı. Direkt ateş edip kimseyi öldürmek gibi eylem çizgimiz yoktu. Sanırım o zaman başka olaylarda yaptıkları gibi darbe için ortamı olgunlaştırmak için kendileri vurdu, o jandarmayı. Erdal Eren, olayında da aynı şey yaşandı. Bize çok yüklendiler. Özel işkenceciler geldi. Hasan’a öldürmek için işkence yaptılar ve öldürdüler. Hasan’a çok ağır yüklenmişler. İşkencede iki gün kaldı ve yaşamını yitirdi. Ben DAL’da bir ay kaldım. (DAL Ankara polisinin o zamanlar işkencesi ile meşhur olan Derin Araştırma Laboratuvarı’nın kısaltmasıdır)
DAL’dan sonra savcılıkta ailem beni ziyaret edebilsin diye gerçek ismimi söyledim. Dava 1985 Ocak’ına kadar sürdü. Müebbet hapis verdiler. İdam isteniyordu. Sonra Ulucanlar’a sevk ettiler. Ondan sonra da Çanakkale Cezaevi’ne gönderdiler.
- Dava ne kadar sürdü?
Dava kısa sürdü. 1984 sonbaharında son erdi. Sonra 1985 Ocak’ında Yargıtay onayladı.
- Annen ne zaman seni ziyarete geldi?
Tarihini tam hatırlamıyorum. Ben o zaman Ulucanlar B Blok’ta tecritteydim. Ailemle mektuplaşıyorduk. Annem köyde idi. Zaten hiç köyden çıkmamıştı.
- Siz nerelisiniz?
Sivas İmranlı ilçesinin Dere köyündeniz. Mektup yazdılar “Annen çok özledi ziyaretine gelecek” diye. Biz cezaevi yönetiminin bize dayattığı bazı uygulamaları kabul etmiyorduk. Bu yüzden de bize daha sert davranıyorlardı. Kürtçe konuşmak zaten yasaktı. Bu konuda hazırladıkları afişleri ziyaretçi kabinlerine ve koridorlara asmışlardı. İşte alçak sesle konuşmak, işaretleşmek ve Türkçe’den başka dile konuşmak yasak diye. Annemin geleceğini öğrenince ben biraz telaşlandım. Annemin Türkçe bilmediğini biliyordum. Zaten o güne kadar köyden çıkmamıştı. Eğer Kürtçe konuşursak sorun çıkacağı belliydi. Görevlilerin herhangi bir şey söylemesi veya yapması durumunda ben sessiz kalamazdım. Bir sorun, bir arbede çıkardı. Annemin buna tanık olmasın istemezdim. İkimiz de şiddet görebilirdik. Ben, Dev-Yol davasında yatan Ruşen Sümbüllüoğlu ile aynı hücreyi paylaşıyorduk. Konuyu kendisine anlattım. Biraz bu konuda sohbet ettik. Annem, kız kardeşimle geliyordu. Kız kardeşim Türkçe biliyordu. Ruşen’e bunları anlattım. O zaten bir şeyler yazıyordu. Ben bunları anlatınca notlar falan aldı. Herhangi bir durumda sessiz kalmayacağım, böyle olursa da hücreye gelmeyebileceğimi söyledim. Çünkü direkt işkenceye götürebilirlerdi.
- Tarihi hatırlıyor musun?
Hatırlamıyorum. Ondan sonra çıktım ziyarete. Kız kardeşimle konuştum. Hoş beş ettik. Birden annem hareketlendi ve kız kardeşimi kolundan tutup biraz geriye çekerek, kendisi bana yaklaştı ve “Kamber Ateş nasılsın?” dedi. Ben şaşırdım ama çabuk toparladım. “İyiyim anne, sen nasılsın?” diye sordum. Ancak cevap vermedi. Yine biraz kız kardeşimle konuştu. Annem yine aynı şeyi yaptı ve yine bana “Kamber Ateş nasılsın?” diye sordu. Bu durum üç kere tekrarlandı. Her defasında aynı şekilde yanıt verdim. Önce annemin biraz da olsa Türkçe öğrendiğini sandım. Ama böyle tekrarlayınca durumu anladım. Sadece bunu ezberletmişlerdi. Eğer Kürtçe konuşsaydı benimle hem kendisi hem de ben şiddete maruz kalacaktım. Onun için dışarıda bunu ezberlemiş. Aslında ezberlediği sadece “nasılsın” kelimesi, adımı soyadımı zaten biliyor.
- Bu hikâye nasıl oldu da kitaplaştı?
Görüşme böyle bitince sevinçle hücreye geldim. Ruşen’e anlattım. Sonra ben ayrıldım, Çanakkale’ye gönderdiler. Ruşen’i de Antep’e göndermişler.
Sonra bir gün Cumhuriyet gazetesinde bir haber gördüm, işte ‘Kamber Ateş Nasılsın?’ isimli öykü, cezaevi öyküleri yarışmasında birinci oldu ve yayınlanacak kitaba da bu isim verilecek diye. Biz zaten Ruşen ile mektuplaşıyorduk. O da yazdı bana böyle böyle diye. Ruşen benim anlatımlarımdan yola çıkarak bir öykü yazmış ve yarışmaya göndermiş.
- Kim düzenlemişti yarışmayı?
İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi düzenlemişti. Ruşen, oraya göndermiş ve birinci olmuş. Sonra kitap olarak basıldı ve kitabın ismi de böyle oldu. Bu öykü bir anlamda Kürt sözcüğünü kullanmadan Kürt sorununu anlattı. Kitap ilgili gördü. Gençlik tarafından çok okundu.
- Kitap kaç baskı yaptı?
Bir kez basıldı. Tekrar basılacaktı. Basılmadı. Bilmiyorum neden.
Aslında o hikâye işlevini gördü. Çok okundu, üzerine onunla ilgili şiirler yazıldı, yazılar yazıldı. Tiyatrosu yapıldı. Birçok yerde sahnelendi. Nazım Hikmet Kültür Merkezi Sinema Bölümü tarafından kısa film yapıldı. Yurt dışında, yurt içinde yapılan birçok etkinlikte gündem oldu. 12 Eylül’de çıkarken, Kürt sorunu diye konuşulmuyordu. Biraz daha yuvarlak cümleler kuruluyordu. Üstü kapalı dile getiriliyordu. Mağduriyetlerden söz ediliyordu. Diyarbakır 5. Nolu Cezaevi yeni yeni konuşulmaya başlanıyordu.
Öykü Diyarbakır İHD Şubesi’nin düzenlediği Cezaevi Öyküleri Yarışması’nda birinci olunca Kürt sorununun anlatılmasında bir aracı haline geldi, böyle bir işlevi oldu. Bizim kuşak bu hikâyeyi sahiplendi. O dönemde üniversiteliler çok ilgi gösterdi. Okundu. Birçok yerde amatör topluluklarca oyunlaştırıldı, oynandı. Kemal Özer, bu öykü ile ilgili bir şiir yazdı. Gülsüm Cengiz bir şiir yazdı aynı isimle.
Sonra Yücel Arzen, bir şarkı yaptı. Haluk Levent’in Diyarbakır’da bir konserinde, seyirci tempo halinde bu parçayı söylemesini ister. Ancak gün koşulları dolayısı ile söyleyemeyince protesto edilir. O zaman Gırgır Dergisi’ne kapak oldu. Bizim kuşakta zorunlu olarak yurt dışına çıkan çok oldu. Onlar aracılığı ile öykü sınırları aştı, oralarda da Kürt sorununun anlatılmasına vesile oldu.
- Ne kadar kaldınız cezaevinde?
On bir yıl kaldım. 1991’in Temmuzu’nda çıktım. Şartlı tahliye ile çıktım. Çıktıktan sonra çeşitli STK’lerde faaliyet gösterdim. Devrimci 78’liler Federasyonu’nu kurduk. Darbede hesap sorulması ve darbecilerin yargılanması için kampanyalar yürüttük. Mitingler düzenledik. Bu faaliyetler bir anlamda solun tekrar toparlanmasına katkıda bulundu. Ulucanlar Cezaevi’nin müzeye çevrilmesi için gayret gösterdik. İktidarının ilk yıllarında AKP de buna sıcak bakıyordu.
Bir de 12 Eylül döneminde idam edilen arkadaşların mektupları ve eşyaları darbe koşullarında ailelerine verilmemişti. Genelkurmay’la yazışmalar yaptık. Bu mektupları ve eşyaları aldık, ailelerine teslim ettik. Veysel Güney’in mezarını bulduk. Yaptırdık.
- Bir de HDP Milletvekili adaylığınız var, sanırsam?
7 Haziran 2015’te seçimlerinde HDP’den milletvekili adayı oldum. Daha doğrusu Koçgirili hemşehrilerimin önerisi ile oldu. Ankara’da bulunan Koçgirililer Derneği beni önermiş, aday oldum çalışmalara katıldım. Yani benim özel olarak milletvekili olmak gibi bir düşüncem yoktu, ama katkım olur diye kabul ettim.
KAMBER ATEŞ NASILSIN?
Yedi yıl görmediği cezaevindeki oğluna görüşe gittiğinde, kendi diliyle konuşması yasak olduğu için, yolda öğretilen bir cümleyle konuşabilen bir Kürt ana ve dili yasaklı bütün insanlar için yazılmıştır.
Dilim tutuklu oğlum
seninle konuşamam.
Sana diyeceklerim
gözlerimin derininde,
bir de yalnız şu cümle
dudağımda tekrarlanan;
yüreğimdeki duygu
ses tonuma yansıyan:
– Kamber Ateş nasılsın?
Dilim tutuklu oğlum
seninle konuşamam.
Gözlerimde bulursun
içimdeki özlemi,
acıyı ve sevgiyi.
Oğlum, özledim seni.
– Kamber Ateş nasılsın?
Dilim tutuklu oğlum
seninle konuşamam.
Gözlerimde çiçeklenir
kavuşmanın sevinci.
Çiçeklenir de
girer hücrene
bizim oralardan getirdiğim
kekik kokuları dağların,
bağlardaki menekşeler,
sana ördüğüm çorabın renklerinde.
Oğlum, bir istediğin var mı?
– Kamber Ateş nasılsın?
Dilim tutuklu oğlum
seninle konuşamam.
Gözlerime iyi bak
sözlerimi anlarsın.
Gözlerimin derininde
kaç uykusuz geceler,
kaygılı bekleyişler
duyduğum haberlerden.
Sana zulüm yaptılar mı?
– Kamber Ateş nasılsın?
Dilim tutuklu oğlum
seninle konuşamam.
Gözlerimden gözlerine
akıyor büyüyerek
yüreğimdeki çığlık
beynimdeki düşünce.
Öğüdümdür sana oğul,
direncini yitirme
sakın başını eğme,
teslim olma yenilgiye.
– Kamber Ateş nasılsın?
Dilim tutuklu oğlum
seninle konuşamam.
Gözlerime iyi bak,
sana veda ederken.
Hüznünde gözlerimin,
o masmavi gökyüzü
başı dumanlı dağlar,
kırlardaki çiçekler
çağlayan ırmaklar var.
Uğrunda savaştığın
o sevgi ve özgürlük.
Oğulcuğum, hoşçakal.
– Kamber Ateş nasılsın?
Gülsüm Cengiz