Bir sohbet sırasında arkadaşlardan biri: “Evde çocukların olduğu bir pozisyonda Tv’yi açıp haberleri izlemek istemiyorum” diye bir cümle kullandı. Bu serzenişte, siyasetçilerin kullandıkları söylem ve dille kötü örnek oluşturduklarının sitemi vardı. Siyasetin ve siyasetçinin geldiği nokta, acı ama bir o kadar gerçek bir cümlecikte ifadesini bulmuştu.
Evet, siyasetteki husumet hiçbir dönem bu derece nefret ve öfke yüklü olmadı ve buna bağlı olarak toplum bu derece kutuplaştırılmadı.
Gelinen süreçte kutuplaştırıcı ve ötekileştirici üslup siyasetin temel stratejisi haline geldi. Gerginlikler yaratıp bunu sürekli tırmandırmak bir var olma güdüsüne dönüştü.
Birileri kendini ülkenin asıl sahibi, ötekileştirdiklerini de düşmanlaştırma peşinde.
En baştakiler, en sorumlular bütünleştirici ve birleştirici bir dil yerine hakarete dayalı, küfre varan saldırgan bir dil ve söylem kullanıyor. Bu dil giderek toplum içinde de karşılık bulup yaygınlaşıyor. Bu yüzden insanlar empatiden, insani değerlerden yoksun ırkçı ve saldırgan bir hale dönüştüler.
*
Özellikle sosyal medyada insanlar hem siyasetçilerle hem de kendi aralarında sözlü şiddete, küfre ve hakarete dayalı çatışmacı bir hal almış durumda. Birileri kendini ülkenin asıl sahibi ötekileştirdiklerini de düşmanlaştırma peşinde. Troll çeteleri her türden itibarsızlaştırma, tehdit ve yıldırma yöntemlerini sistemli bir hale getirmiş konumda.
Bu çatışmacı siyaset biçimi elindeki tüm iletişim aygıt ve araçlarını da kullanarak durmadan düşman üretiyor.
Dürüst ve vicdanlı bir dil kullanmak yerine çıkarcı ve saldırgan bir dille konuşmak bir maharet değildir. Çatışmanın dili kolaydır, anlaşmanın barışın dili özveri ister, beyin ister, yürek ister, ciddiyet, birikim, kararlılık ve iyi niyet ister. Bu iyi niyeti ve kararlılığı bu banal ve lanetli süreçten kurtulmak isteyen herkesin ve her kesimin göstermesi gerek. Hayatın birçok alanında görülse de en büyük iletişimsizlik bugün siyasette yaşanmaktadır.
Yaşadığımız dingin bir sükûnet hali de değil, bu hengâme içinde gerçek bir dilsizlik haline dönüşüyor dildeki mesafe. O zaman söz anlamını da yitiriyor. Adına ‘modern’ denilen bir çağın sahnesinde ‘sağırlar diyaloğu’ operasını izliyoruz sanki. Dinleyenin ve anlatanın olmadığı garip bir hal bu. Dildeki söylem anlamını ve eczasını yitirmiş. Acılarımızı unutan aciz bir topluluğa dönüşüyor yeni acılara davetiye çıkarıyoruz sanki.
Bu noktada kullanılacak dil son derece önemli ve etkilidir. Anlaşma ve uzlaşmanın sırrı, ortak aklı bilince çıkarıp aynı yapıcı ve anlaşma diliyle konuşmaktan geçiyor. Ortak dili yakalarsanız, uzun ve sağlıklı bir ilişki sürdürebilirsiniz
*
Çatışma yaşayan toplumlarda, toplumsal gerilimleri azaltmak, uzlaşma ve karşılıklı güveni sağlamak gerekiyor. Farklılıkların barışçıl bir şekilde bir arada var olmasını teşvik etmek ve barış ortamının devamlılığına katkıda bulunmak; toplumsal ve siyasal alanda yaşanan çalışmaların çözümünde uzlaşma kültürünün yerleşmesi yaygınlaştırılması ve derinleşmesi için medyaya da büyük görevler düşüyor. Yalan yanlış bilgileri doğruymuş gibi yansıtarak insanları yanıltmak, kara propagandalarla “bilgi kirliliği” yaratmak, bazı gerçek bilgileri ve gözlemleri yanlış yorumlar ve yalanlarla karıştırmak veya gerçek bilginin sadece bir kısmını vererek yanlış yorumlarla bilgiyi dağıtmak bu ülkenin medyasında hiç eksik olmadı.
Her türlü ön yargı ve koşullandırmanın karşısında bir kalkan görevi üslenmesi adına anlam kazanması için gerekli bir söylem ve dili bulmak gerekiyor. Anlaşmaya istekli olan için dil büyük bir imkân ve kolaylıktır.
“Güzel sözler güzel yankılar meydana getirir” diyor S. Walton. Tüm sorumlular; çatışmaları meşrulaştıran ve olağanlaştıran nefret söylemini terk etmeli, barış dilini, ahlakını ve değerlerini oluşturmada sorumluluk üstlenmelidir. Yoksa bu lanetli mevsimden kurtulamayız.