Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da Kürt partilerinin de katılımıyla oluşturulan “Kürt Dili Platformu”, Kürtçe’nin “hem resmi dil, hem de eğitim dili” olması için bir çalışma başlattıklarını kamuoyuna açıkladılar. Bu açıklamanın kendisi bile bizleri son derece sevindirdi. Böylesi bir çalışmanın hem Kürt dilinin asimilasyondan kurtulmasına katkı yapacağı hem de çağdaş normlara göre bir ulusun yeniden yaratılması için gerekli olan yenilikleri yaşamla buluşturmasında fikir tartışması yaratacağından dolayı önemlidir. Bu çalışmalar Kürt aydınlarının çabalarına olumlu etkiler yapacağı gibi Kürtlerin ulusal demokratik birliği ve Kürt dilinin diyalektik bağlarının ne olduğunu da konuşmaya açacaktır. Bu nedenle etkisi daha şimdiden kendi boyutlarını aşmış durumdadır. Tam da bu yüzden olayı çok boyutlu ve nitel sorumluluk içinde ele almak ve tüm Kürt aydınlarını bu çalışmalara katmak söz konusu tüm partilerin tarihsel sorumluluklarıdır. Asimilasyona karşı yapılan çalışmaların daha etkili ve daha yaratıcı bir rotaya oturması için bilinen bazı şeyleri tekrar etmekte yarar görüyorum.
Bir ulusun ruhi (psikolojik) biçimlenmesinde çok önemli bir etken olan “iktisadi yaşam birliği” (ortak Pazar oluşturma) ne kadar önemliyse, dilin de bir ulusun oluşumunda temel olan psikolojinin oluşumuna büyük katkısı olduğunu bilmekteyiz. Dil sayesinde bir ulus (kendisi) olur. Dil, “üretimin yeniden üretimi”nde gelişmiş ve çağdaş bir ulus yaratılması için gerekli olan en temel şartlardan birisidir. Bu nedenle boşuna “dil, ulusun kendisidir” denilmemiştir, bu birincisi.
İkinci olarak; dil, bir toplumun başta kültürü olmak üzere edebiyat, sanat, müzik, folklor yani tüm manevi değerlerini koruyan, nesilden nesile aktaran, “soyutlama yöntemini” topluma mal eden kavramlar ve deyimlerle toplumu yeniden üreten bir altyapı değeridir. O nedenle bir ulusun kültürel ve politik birliği, gelişimi ve kendini yeniden üretme olanağına kavuşması (yani asimilasyon zincirini kırması) dil sayesinde olasıdır. Dilin bu özelliği dinamik yeni bir ulus yaratacağı gibi ulusal değerleri global arenaya taşıyarak “çağdaş” bir dünya ulusunun oluşumuna katkı yapar. Ulusal kültür ve toplumsal üretimin etkinleşmesi için gerekli olan “ahlak ve politikayı” yaratan paradigmalar ancak dil sayesinde yaşamla buluşabilir. Dil üzerinde var olan baskılar dilin gelişmesini engellemekle kalmaz aynı zamanda düşünceyi de köreltir.
Üçüncüsü, toplumların tarihini ve yaptıkları üretimin karakterini tanıtan ve onu yeni nesillere aktaran “maddi kanıtlardan” biri arkeoloji ise öbürü antropolojidir. Geçmiş ve günümüz toplumlarında yaşayan farklı insan çeşitlerinin tanınabilinir hale gelmesi için insanın fiziki yapısının bilinmesinde gerekli olan aydınlanmayı sağlayan en önemli yollardan biri “özgün bir antropolojik” çalışmadır. Bu çalışma insanın biyo-kültürel bir varlık olduğu ve toplumun bu varlığa bağlı bir konumla geliştiğini anlatan maddi bir kanıttır. Dili asimilasyona uğramış bir toplumun hem tarihi hem de maddi üretimi yok olmuş demektir. Daha da önemlisi kültürel değerleri başta olmak üzere tüm yaratılarının başkaları tarafından gaspedilmesi kolaylaşır. Kültürü yaratan ise üretimin ta kendisidir. “Ahlaki ve politik” değere sahip olmayan bir toplum “geçici iyileşmelere” kavuşsa bile asla “sorun üretmeyen” bir toplum düzeyine ulaşamaz, kendisi olamaz. Bu nedenle dili asimile olmuş bir toplumun yeteneği de körelir.
Dördüncüsü, asimilasyon sadece geçmişi yok etmekle kalmaz, güncel politik görevleri de saptırır. İsabetli güncel politik uğraşlar içinde olamayanlar sağlıklı bir anti asimilasyoncu politika da geliştiremez. O nedenle asimilasyona karşı mücadelenin en temelinde halkın kendisi için örgütlenmesi ve her türlü çıkarını savunan yapılarını oluşturması zorunluluktur. Güncel politik görevlerden kopuk olan mücadele, “klasik” ve güdük kalmaya mahkûmdur. Özetle söylemeye çalışırsak; asimilasyona karşı verilecek her uğraş maddi üretime, kültürel birikimlere, “politik sanata” ve en önemlisi toplumun bir daha “sorun üretmemesi” için gerekli olan “ahlaki ve politik” yaratıya kavuşmak gerekir. İşte tam da bu noktada oluşan “Kürt Dili Platformu”nun çalıştayını ve yayınlanan sonuç bildirgesini önemsememiz gerekiyor. Yerel seçimler öncesinde dilimizi toplumsal değerlere bağlayarak asimilasyona karşı çıkılmalıdır. Çünkü özgürlük keyfiyet değildir, koşullara hitap eden bir mücadeledir.