8 Mart Gece Yürüyüşleri’nin onyedincisi, İstanbul’da polis şiddetiyle engellenmeye çalışıldı. Gece Yürüyüşü’ne saldırının işaret fişeklerinden birini, 2000’lerin başında liberallerin gözdesi olan Abdurrahman Dilipak “Feminist Gece Yürüyüşü … gay ve lezbiyenlerin, fahişelerin sokaklara çıktıkları bir gösteriye döndü” diyerek yakmıştı.
Kadınlara saldırının 8 Mart gecesiyle sınırlı kalmayacağı, tek adam diktatörlüğüne karşı direnişin en güçlü cephelerinden biri olmaya başlayan “Kadın Direnişi”ne karşı sürekli bir saldırının başlatılacağı hissediliyordu.
Ertesi gün bir provokatör, polise karşı kadın direnişinin bir anını twitterda “Ezanı protesto eden alçaklar” altbaşlığıya sundu. Bu andan itibaren Erdoğan olayı, “Ezan ve Bayrak Düşmanları” söylemiyle Gezi direnişindeki “Kabataş Yalanı”na benzer bir biçimde geliştirmeye girişti. 11 Mart’ta “havuz medyası”nın bütün gazeteleri “Ezan ve Bayrak Düşmanları” benzeri manşetlerle çıktı.
Yalan çok kısa sürede ortaya çıkmasına karşın Erdoğan da, Bahçeli, Çelik ve Soylu gibi vokalleri de ezan şamatasını sürdürmekte ısrarcı davranıyorlar. Ama Kabataş yalanında yapabildiklerini bu kez yapamıyorlar. Polis koruması altında İstiklal Caddesi’ne çıkartılan 30-40 sarıklı- cübbeli yobazın ve “sahibinin sesi” Diyanet Sen’in “resim verme” amaçlı basın açıklamalarının ötesinde kimseyi etkileyemiyorlar. Daha da ötesi Fatih Tezcan ve Süleyman Özışık gibi Erdoğan fanatizmleri ile temayüz etmiş simalar dahi yalanın arkasında duramıyorlar.
Erdoğan “Ezanı ıslıkladılar” yalanına sarılarak infial yaratmaya çalışırken, Türkiye kontrgerillasının bildik şablonunu kullanıyor. Kontrgerillanın, “Atatürk’ün evini bombaladılar”, “Gayrı meşru çocuklar doğurup tuvaletlere attılar”, “Camiyi bombaladılar”, “Fatih Camisini yaktılar”, “Beyazıt Kulesine/Kars Kalesine Kızıl Bayrak çektiler”, “Camide rakı içtiler/bira şişeleriyle girdiler” gibi yalanlar uydurup, bu yalanlar üzerinden bir saldırganlık zemini oluşturduğunu ve yalana dayalı bu temeli, provokasyon taktiklerini uygulamak için kullandığını biliyoruz. Siyasi İslam, kontrgerillanın bu yalana dayalı provokasyon siyasetinin her dönemde en çirkef ajanı olmuştur. Siyasi İslam kadroları, kontrgerillanın kendilerine yüklediği bu misyonu bir sanat haline getirdiler ve her türlü yalanı hiç yüzleri kızarmadan, tahammül ötesi bir edepsizlik ve sınırsız bir hoyratlıkla uydurup savunabilmeyi bir meziyet olarak “kültürleştirdi”ler. Tezcan ve Özışık da bu kadrolardan.
Dolayısıyla Tezcan ve Özışık’ın “yalanın bu kadarına pes edip” Erdoğan’ın yalanının arkasında durmaktan imtina ettiklerini söylemek mümkün değil. O zaman sorun ne? Erdoğan neden uzmanı olduğu kontrgerilla yalanını işlemekte, işe yarar hale getirmekte ve kendi saldırı cephesinin birleştirici dili haline getirmekte bu denli beceriksizlik sergiliyor?
(Benzer bir “beceriksizlik”, Erdoğan’ın “yalan yancısı” Ömer Çelik’in Mansur Yavaş’ı hedef alan “Resmi Evrakta Sahtecilik” suçlamasının birkaç saat içinde tersine dönmesinde de gözleniyor.)
Kontrgerilla yalanları, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de ve hatta 28 Şubat’ta olduğu gibi, emperyalist merkezin ve oligarşinin rüzgarlarıyla şişirilemediği anlaşılıyor. Erdoğan, yalana dayalı provokasyonlarla kontrgerillaya nizam ve intizam vermeye kalkışarak anlaşılan, zor bir işin peşine düşmüştür. Kontrgerillanın bileşenlerini Kürtlere karşı, sosyalistlere karşı yalanlarla kışkırtmak üzere söylenen hayasızca yalanlar ve bu yalanların üzerine bina edilmiş terörle kontrgerillanın yeniden inşaası yolunda şimdiye kadar çeşitli adımlar atılabildi. Ama bu taktiğin, kadın hareketine ve “Millet İttifakı”na karşı geliştirilen çeşitlemeleri, anlaşılan bugünlerde kolayca etkili olamıyor.
Kontrgerillanın Erdoğan önderliğindeki yeniden kuruluş sürecine onay ve destek veren güç merkezleri ve kadrolar, Erdoğan’ın “zorbalıkla birleştiren” liderliğine karşı ayak sürçüyorlar. “Zorbalığa” karşı olduklarından ayak sürçmüyorlar elbette, ama yetmiş yıllık kontrgerillayı parçalayan krizin derinleşerek sürdüğü, ekonomik alana yayıldığı tarihsel koşullarda kontrgerillanın yeni kurucu temelinin de aşırı ölçüde kırılgan olacağını kestirmek güç değil. Ama bu “ayak sürçmelerin” nereye varacağını kestirmek güç.
Bununla birlikte örneğin Ezan provokasyonuna karşı Erdoğan cephesindeki bu tereddütü yaratan en önemli unsurun Kadın Direnişi’nin çeşitlilik içindeki güçlü militanlığı, kapsayıcı direnişçiliği ve uzun yıllar içinde büyük bir emekle üretilmiş toplumsal meşruiyeti olduğu da açıktır.
Anlaşıldığı kadarıyla “Ezan Provokasyonu” 31 Mart seçimlerine yönelik bir hazırlık manevrasıdır. Erdoğan’ın, olası bir “yerel seçim yenilgisine” hazırlanmakta olduğu hissedilmektedir. Erdoğan, olası bir yerel seçim yenilgisinin iktidarını tehdit edecek sonuçlar yaratmasına karşı kaos tehdidini kullanabileceğini hissettirmektedir.
Erdoğan’ın kendi cephesindeki ayak sürçmeyi aşması halinde 31 Mart seçimlerinin tıpkı 7 Haziran sonrasında olduğu gibi bir başka provokatif terör sürecine açılması mümkündür. Ezan provokasyonu, “Millet İttifakı”na yönelik “terörizm” söylemi bugün tutmamış gibi görünmektedir ama bu bir başka provokasyonun bir başka “düşmanlık dilinin” tutmayacağı, Erdoğan’ın murad ettiği saldırı dalgasının önünü açmayacağı anlamına gelmez.
Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğünü yerleştirme sürecini ilerletmek için provokasyonu temel bir yöntem haline getirdiği artık kesindir. Faşizmin provokasyonları ise Kadın Direnişi örneğinde de gördüğümüz gibi, faşizme karşı gerçek ve somut bir direniş kültürünün kitleselleşmesi halinde püskürtülebilir.