Google, Facebook, Twitter gibi sosyal medya platformlarının ürettiği ürün bizleriz. Bu mecralar aracılığıyla ürettiğimiz her içerik ya da yaptığımız her işlem kendi hayatımıza ve tercihlerimize yönelik verilerin kaynağı oluyor ve bu şirketler yüz milyonlarca kullanıcının verilerini reklam verenlere satarak, dünyanın en zengin şirketleri arasına giriyor. Bu nedenle, internet bağımlılığının bir nesnesi haline gelmiş olan bu uygulamalar ve onların bize sunduğu olanaklar tamamen bedava. Ne kadar elektronik ayak izi bırakırsak, dijital dünyanın devleri o kadar kâr ediyor.
Ancak aldığımız bu bedava hizmetin karşılığında bizden giden mahremiyet oluyor. Mahremiyet, dijital medya çağının en çok tartışılan başlıklarından birisi olarak karşımıza çıkıyor son yıllarda. Dünyanın çeşitli ülkelerinde faaliyet gösteren mahremiyet aktivistleri, şirketlerin ve devletlerin şu soruları yanıtlamasını ya da en azından kullanıcıların bu sorulara sahip çıkmasını savunuyor: 1) Benimle ilgili hangi veriler saklanmaktadır?, 2) Bu veriler neden saklanmaktadır?, 3) Bu veriler ne amaçla kullanılacaktır?
Bir internet kullanıcısının kendi hakkındaki bütün verilerin internet ortamından tamamen silinmesi hakkına sahip olmasını ifade eden unutulma hakkı da son dönem birçok ülkede tartışılıyor. Şu an verilerin sadece arama sonuçlarından silinmesi aşamasında olsa da, unutulma hakkı da dijital mücadelenin önemli başlıklarından birisini oluşturuyor.
Dijital dünyanın devleri ise bu soruların hiç sorulmaması ve kullanıcı verilerini kullanmada tam bir serbestlik içinde olmaları uğruna mücadele ediyor. Örneğin, mahremiyet ile ilgili ayrıntılı ve korumacı yasalar çıkmaması için Facebook ve Google’ın son beş yıl içinde ABD Kongresi’ne yönelik lobicilik faaliyetlerine 100 milyon dolardan fazla para harcadığı tahmin ediliyor. Google’ın eski patronu Eric Schmidt’in “başkalarının bilmesini istemediğiniz bir şeyler yapıyorsanız, belki de her şeyden önce bunu hiç yapmamanız gerekmektedir” sözleri yeni nesil patronların nasıl bir distopik dünya hayal ettiklerini de çok iyi açıklıyor.
Şu aşamada bu şirketlerin elindeki en güçlü argüman kullanıcı sözleşmeleri. Bir sosyal medya platformuna üye olduğumuzda karşımıza çıkan ve hiç okumadan onayladığımız kullanım koşulları, bu şirketlere büyük olanaklar tanıyor. Örneğin, Instagram’a yüklediğimiz fotoğraflar, şirket tarafından telifsiz ve izinsiz bir şekilde, herhangi bir yerde kullanılabiliyor. Aynı şekilde Snapchat’in kullanım koşullarında şunlar yazıyor:
“İçeriğinizi, her türlü medya ve dağıtım yöntemi (şimdi bilinen ve daha sonra geliştirilen) üzerinden saklamak, kullanmak, yeniden üretmek, birleştirmek, düzeltmek, parçalarını kullanmak, yayınlamak, radyo-televizyonda yayınlamak, dağıtmak, gazetelere satmak, reklamını yapmak, sergilemek ve kamuya açık şekilde göstermek için Snap’a, dünya çapında, süresiz, telifsiz ve devam eden izin vermektesiniz” (aktaran: Eirik Lokke, Mahremiyet: Dijital Toplumda Özel Hayat, çev. Dilek Başak, Koç Üniversitesi Yayınları, 2018).
Bu koşullar o kadar okunmadan kabul ediliyor ki, 2010 yılında Game Station sitesi 1 Nisan şakası olarak kullanım koşullarına “kullanıcı siteye ruhunu satar” maddesini eklediğinde her on kişiden sekizi bu koşulu onaylıyor. Bu koşulların okunmamasının bir nedeni, tabii ki, internetin dayattığı hız kültürü. Biraz uzun kaçan yazılardan dahi kaçınılan böyle bir ortamda, böylesine uzun ve sıkıcı metinlerin okunması çok zor. Zaten şirketlerin bu metinleri ellerinden geldiği kadar uzun ve sıkıcı olacak şekilde hazırladığı da söylenebilir. Bunun yanında, şirketler kullanıcılara tanıdıkları kısıtlı mahremiyet olanaklarını da, ayarlar bölümünün labirentimsi yapısının karanlıklarına saklayarak ellerinden almaya çalışıyor.
Koşulları baştan sona detaylı okumak, neye izin verdiğimizin farkında olmak, sosyal medyayı ona göre kullanmak ve ayarlar bölümünü iyice keşfetmek çok yararlı kuşkusuz. Ancak internet alanını birkaç şirketin sultasından kurtarmak için toplumsal bir mücadele verilmesinin farkında olmak daha da yararlı. Dijital dünyanın anti-kapitalist mücadelenin önemli bir sahası olacağı akıldan çıkmamalı.