Yeşim Coşkun*
Yeni bir dönemin kapılarını aralıyoruz. On gündür evde oturmanın avantajları ve dezavantajlarını henüz büyümemiş bir gidişat içerisinde deneyimliyorum. Bu durum içinde daha ne kadar süre kalacağımız bizim davranış biçimimizle belirginleşecek. Her şeye sahip olamayacağımız gerçeğini bugüne taşıyan bir ekolojik sistemin sınavını geçebilecek miyiz? Emin olamıyorum. Kendini esas alan tüm organizmaların geçer not alma yüzdesi düşük olacak. Kim sağ çıkacak bilmiyoruz. Sıkıştığımız yerden uyumlanıyoruz. Uyumlandığımız şeyin maske, eldiven, karantina ya da dijital dünya olması önem arz etmiyor. Uyumlanmamız gerekiyor, bunu biliyoruz. Dokuz gündür evde, sosyal medya üzerinden ilişkilenmelerimin getirileri ve götürüleri üzerinden baktığımda eleştirdiğim ve önüne geçmeye çalıştığım birçok pratiğin öncülüğünü yaptığımı gördüm. Akıl sağlığımızla beraber duygumuzu ve özelimizi de korumamız gerektiğini fark etmem birkaç günümü aldı.
Şeffaflaşan duvarlar ve özelimiz
Sınırlarını çizdiğimiz her şeyin ince bir duvardan ibaret olması ve bakir kalmış yerlerin tek bir kamera aracılığıyla tecavüze uğraması kaçınılmaz bir an. Sahne Sanatları ile uğraşan biri olarak sahneye çıkamamanın ve dans stüdyolarının atıl kalmasından ötürü eve kapanma mecburiyeti yaşayan ilk grupta yer aldım. Akabinde dünya genelinde hızla yayılan online dans, yoga dersleri, galeriler ve müzelerin ayağıma sunulması ilaç gibi geldi. Bunların besleyiciliği ve dışarıdayken dahi bu kadar faydalanamadığım şeylerin yansıması gözlerimi aldı. Herkes gibi instagramı tüm tüketiciliğimle hikâyelerle donattım. Oh! Şu kadar terliyorum, oh! Bugün de yoga yaptım. Dünya genelinde 500 kişi ile aynı anda dans ettim. Daha ne olsun. Tabii bu dalgalı kur hazzı çabuk geçti. Pratikler iyi hoş tabii ama bu yanardöner hali gibi her gün çoğalan paylaşımlara gerçekten ihtiyacım var mı? Sorusunu daha doğru bir yerden sorgulamaya çalıştım.
Sevdiğim bir kültür kuramcısı olan Byung Chul Han’ın kaleme aldığı ve Ocak 2019’da okuduğum Metis Yayınları’ndan çıkan ve Haluk Barışcan’ın çevirisini yaptığı “Şeffaflık Toplumu” kitabına yeniden göz atma gereği duydum.
“Sosyal medya ve kişiselleştirilmiş arama motorları internette dışarısının ortadan kaldırmış olduğu mutlak bir yakın alan oluşturur. Burada insan yalnızca kendisi ve kendisi gibi olanlarla karşılaşır. Değişimi mümkün kılacak hiçbir olumsuzluk yoktur artık. Bu dijital mahalle, insana sadece hoşuna gideceği kesimlerini sunar dünyanın. Böylelikle de kamusal alanı, kamusal ve hatta eleştirel bilinci ortadan kaldırarak dünyayı özelleştirir. İnternet mahrem bir alana, rahatlık ortamına dönüşür. Her türlü uzaklıktan arınmış yakınlıkta da şeffaflığın dışavurum biçimlerinden biridir.”
Ekliyor: “Teşhircilik toplumunda her özne kendi reklam nesnesidir.”
Genelde ilişkilenme biçimimde şeffaf olduğum söyleniyor. Fakat Chul Han’ın bahsettiği şeffaflığın tehlike saçtığının farkındalığını yeniden hatırlama imkânı bulduğum için iyi hissediyorum.
Durum şu ki: Gerçek iletişimimiz kesildi ve panik halinde her şeyi paylaşıyoruz. Fakat bunun şu an ki düzlemde bir alternatifi yok. Yine de başka sorunları beraberinde getiren bir yerden yanarak diğer soruna geliyorum:
Online olma çabası
Hiç görmediğimiz ya da ulaşamadığımız şeylere bir tıkla kavuştuğumuz şeyler geçici bir mutluluk yaratsa da reelden bizi koparmaya başlayan bu gidişatta dörtnala koşarken bir duvara toslamak an meselesi. Mükemmel çeşitlilikte ki bu online derslerin skalası o kadar geniş ki dil uçuklatıyor ve gün geçtikçe sınır tanımayan bir saçmalığa uzanabilir düşüncesi içindeyim. Online konserler dersler ya da seminerler bir yere kadar ihtiyacı karşılayabilir ama canlı yayınların şimdiden fazlasıyla uçlaştığını ve online durumlara çok çabuk adapte ettirildiğimizi düşünüyorum. Bugün salgın yayılmadan önce çocuklarla dans atölyesi yaptığım bir belediye online ders yapmanın mümkünü var mı? Diye sordu. Sormaları bence muazzam bir detay, minnettarım. Genelde isteklerini direkt ileten işletmelerle karşı karşıyayız. Sağlıklı olmaz deyip geri çevirdim. 8/11 yaş grubu çocuklara yön duygusunun yeni geliştiği bir süreçte birebir çalışırken beş kere üstünden geçtiğim bir dersi online nasıl mümkün kılarım, bilemedim. Bilmiyor olduğum bu şeyle gurur duydum desem yerinde olur. Her şeyi fırsat reyonları gibi değerlendirmemeliyiz; yaptığımız şey, seyircisi olan ve temas gerektiren bir şey. İçi boşaltılmış ve yetersiz kalacağından emin olduğum bir şeyin karnımı doyurması ile terbiye edilmek istemiyorum. Bu anlamda boşa çıkacak ve tüketecek birçok online programla yüz yüze kalma gerçekliği içerisindeyiz. Daha iki gün önce yine sosyal mecrada çocukların online eğitime geçtikten sonra bir kültür tecavüzüne uğrayan ebeveynlerin isyanına tanıklık ettik. Bunlar iyi günlerimiz gibi geliyor, daha bunun “lo lo”su var. Tüm bunlarla birlikte sahnede var olan bizlerin bu çıkmazdan nasıl kurtulacağımıza dair henüz bir alternatifi yok. Home office ya da kamusal alanda çalışmıyoruz ve dans online icra edilebilecek bir alan değil. Her şeyden öte ben bu dijital dünyaya ait biri değilim. Manuel birinin her an içsel olarak ölümü gerçekleşebilir. Benim; terleyebildiğim, ders verebildiğim aynı nefesle aynı ritimle buluşacağım yer stüdyo ve sahnedir. Dans edemediğim bu düzlemdeki tüm online mecraları şu an formda kalmak ve düşmemek adına kullanıyorum ama ötesi yok, üç metrekarelere sıkıştığımız bir alanda online saçmalığının bana katacağı şey sıkı bir karın kası olacaktır. Fakat benim işim fit kalmak değil.
(A) Sosyal
Sosyal medyada kaçınılmaz olarak günümüz koşullarında her birimiz ateşli birer tutkuna dönüşürken şimdinin koşulları içerisinde dijital dünyada kişiliklerimizi gönüllü olarak eritiyoruz.
Henüz her şey normalken dahi gün içinde sohbet etmekte zorlandığımız ilişkilenmelerimizde telefon kullanımı aşırılığıyla boğuşurken artık hiç kimse kafasını bu cihazlardan kaldıramıyor. Haber alma, hızlıca haberi başka birine iletme, ona like, buna retweet telaşı içine her şeyimize ve her yerimize dolan bu otomat makine dünyasına sürüklenirken rüzgârla ilişkimi kaybediyorum. Her yerime giren ve varlığını hissedemediğim bu gidişatla evlenmiş gibi hissediyorum. Sevişmeden çoğalmaya çalışan bir dönüşüme zorluyor bu. Ekolojiye alan açmayan bu ileri teknoloji dünyasının din afyonu kadar tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Ayık kalmazsak ruhumuzu parça pinçik edecekler. Dijital sosyalliğin sınırlarını bireysel olarak belirlememiz gerekiyor. Yoksa sarhoşluğumuzdan faydalanıp tüm sınırlarımızı sistem seve seve çizecektir.
Dans’ı dans yapan şey hareketin içindeki sonsuz şıktır. Bu sonsuzluğu hiçbir şeye tercih etmiyorum fakat bu alanda tüm zamanlardan daha çok çaresiz hissediyorum.
Dualarla virüsü yenebileceğini düşünen bir cehaletle yaşıyoruz
15 gündür sahne alamayan ve yeni gelen bilgilendirme ile nisan sonuna kadar kapalı kalacak sahnelerin, kamusal alan ya da devlet dairelerine hizmet etmeyen kısaca sahne sanatları icracılarını nasıl bir iyileştirme süreci bekliyor? Bilmiyoruz. Manevi boyutunu ya da bir projenin gösterilme biçimlerini fikir olarak ele almıyorum bile. Bu insanlara ya da topluluklara yaşam imkânı verilecek mi? Bundan sonrası iman gücü ile mi ayakta kalacağız? Hadi 45 günü geride bıraktık diyelim, süreç daha da uzadığında herkes kendi yağında mı kavrulacak? Bu tutarsız ve dualarla geçiştirilmeye çalışılan cehaletle nasıl yaşayacağız ya da bu durum geçtikten sonra yaptıklarımıza nasıl sahip çıkacağız? Tüm bu sorular bir ülkenin sağlık, sanat ve yaşamsal tüm bağlarını gözeten ve sorumluluklarını yerine getirmesi beklenen bir mecrada gerçekleşmeli. Mevcut durumda böyle bir mecra var ve arkasını dönüp sadece fotosentez yapıyor. Bir de karantina döneminden faydalanıp tecavüzcüleri, katilleri serbest bırakıp, seçilmiş ve yönetemediği diğer bölgeleri kayyumla talan etme telaşı içinde hareket ediyor. Chul Han’la sonlandırmak istiyorum:
“Duvar, çatı, pencere ve kapıdan oluşan sağlam ev günümüzde zaten maddi ve gayrimaddi kablolarla delik deşik edilmiş, çatlaklarından iletişim rüzgârının estiği bir harabeye dönüşmüştür. İletişim ve enformasyonun dijital rüzgârı her şeyin içine işler ve her şeyi şeffaf hale getirir. Ancak dijital şeffaflığın ortamı niteliğini taşıyan dijital ağ hiçbir ahlaki buyruğa tabi değildir. Kardiyografik değil, pornografiktir. Yüreğin ahlaki arınması değil, maksimum kâr, maksimum dikkattir amaçlanan.”
* Koreograf/ Dansçı