Dîgor’da 17 kişinin katledilmesinin üzerinden 31 yıl geçti ama yargı pratiği hep aynı kaldı; failler aklandı, suç katledilenlere yıkıldı
Ev baskınları ve koruculuk dayatmasına karşı 14 Ağustos 1993’te yürüyüş yapmak isteyen sivillerin üzerine askerler tarafından açılan ateş sonucu 17 kişinin yaşamını yitirdiği, 200’den fazla kişinin yaralandığı Dîgor Katliamı’nın üzerinden 31 yıl geçti. Kurdistan’daki her katliam gibi Dîgor Katliamı’nı yapanlar da mahkemelerde aklanırken, tıpkı Zîlan, Koçgirî ve diğer katliamlarda olduğu gibi, devlet suçu yine katliama uğrayanlara yıktı.
Katliamın hemen ardından Qers’e (Kars) giden milletvekili heyetinin içerisinde yer alan kapatılan Demokrasi Partisi (DEP) Milletvekili Mahmut Alınak, “Tarihe ve halka borcu olanlar bir gün çıkar ve bunun hesabını sorar” dedi.
Tepenin üzerindeki timler
Meclis’te olduğu sırada Dîgor Katliamı’nın haberini aldığını söyleyen Alınak, hastaneye kaldırılan yaralılara kan vermek isteyenlerin dahi engellendiğini söyledi.
Yine, gözaltına alınanlara büyük işkenceler yapıldığını hatırlatan Alınak, tüm yetkililerin katliamı PKK’nin üzerine yıkmak için uğraştığını söyledi. Alınak, “Görgü tanıkları sözü edilen tepenin devlet güçlerince kuşatıldığını ve o bölgede kuş dahi uçurtulmadığını söylediler. Yine o tepenin üzerinde duran kişilerin özel tim olduklarına yönelik bize bilgi verdiler. İlçedeki herkes orada bir çatışmanın olmadığını çok iyi biliyordu ve devletin bunun üzerini kapatmak için çalıştığına şahitlik ediyordu” diye konuştu.
‘Silahların tamamı devletin envanterindeydi’
Katliamın ardından birçok ölü ve yaralının ayaklarından panzere bağlanıp, sürüklenerek şehre getirildiğini hatırlatan Alınak, “17 kişi öldürülmüş yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Ölü ve yaralılar Zibini, Zixçî, Mewreg, Nexwşan, Kızılkule, Püfik, Başköy ve Baceli köylerindendi. Devlet suçüstü yakalanmasına rağmen hiçbir gelişme olmadı. Mermi ve silahlar üzerinde hiçbir araştırma yapılmadı çünkü silahların tamamı devletin envanterindeydi” dedi.
Dîgor Katliamı aydınlatılmadığı için daha sonra birçok Kürt katliamı yaşandığını ifade eden Alınak, “Roboski, Nisêbîn, Sûr, Cizîr’de bu kişiler katliam yapmaya devam ettiler. Yargılama bir formalite olarak yıllarca sürdü, beklendiği gibi özel timler bir tek gün bile ceza almadan katliam dosyası zamanaşımıyla kapatıldı. Mahkeme katil özel timler hakkında beraat kararı verince, dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitti. AİHM 2. Dairesi, Türkiye’yi tazminata mahkum etti. Söz konusu can olunca paranın ne önemi olabilirdi ki? Katiller devlet bünyesinde bizim cebimizden aldıkları maaşlarla hayatlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Bizim canlarımız ise kara toprağın altında” ifadelerini kullandı.
‘Elbette hesabı sorulacak’
Yıllar sonra katliam alanında bir matem müzesi oluşturmak üzere çam fidanları diktiğini ancak fidanların bir gece yarısı söküldüğünü söyleyen Alınak, “Devlet faili olduğu katliam yerinde fidanlara bile tahammül etmedi. Oysa ben o matem müzesinin tıpkı İsrail’deki utanç duvarı gibi her yıl ülkenin dört bir tarafından gelecek insanlarımızla ziyaret edilmesini sağlamak istemiştim. Sanmasınlar ki, o vahşeti unuttuk. Bir gün, tarihe ve halka borcu olanlar çıkar, mutlaka bunun hesabını sorar” şeklinde konuştu.
Dîgor katliamı
Devletin koruculuk dayatmaları, ev baskınları, işkence politikalarına “dur” demek için yürüyüş yapmak isteyen binlerce köylü, 14 Ağustos 1993 sabahı Nexşan köyünde bir araya geldi. Dîgor’un 20 köyünden gelen binlerce kişi sabah saatlerinde ilçeye doğru yürüyüşe geçmek istedi. Aralarında çocuk, yaşlı, kadın ve gençlerin olduğu kitlenin önü Dîgor’a 2 kilometre kala kesildi. Özel harekat polisleri, askerler ve silahlı sivil giyimli kişilerin önünü kestiği kitle, yürüyüşlerinden vazgeçmeyeceklerini söyledi. Bunun üzerine birçok noktadan kitlenin üzerine ateş açıldı. Yayılım ateşi sonucu 5’i çocuk 17 kişi olay yerinde yaşamını yitirdi, resmi olmayan rakamlara göre ise 200’ün üzerinde kişi yaralandı.
Yaşanan katliamın ardından yürütülen soruşturmada sadece 8 polis sorumlu bulundu. Yıllar sonra bu polisler hakkında “Kasten insan öldürmek” ve “Kasten insan öldürmeye teşebbüs etmek” suçlamasıyla dava açıldı. Toplam 11 yıl süren yargılamada mahkemeden bir karar çıkmaması üzerine davanın avukatı Tahir Elçi, 2004 yılında “Uzun yargılama”, “Etkin soruşturma yürütülmemesi” ve “Yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle davayı doğrudan AİHM’e taşıdı. Davanın AİHM’de kabul edilmesi üzerine Türkiye’deki mahkeme, 2006 yılında davayı karara bağlayarak 8 polisi “Meşru müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirdi. Mahkemeye yazılı savunma gönderen polisler, kitle içerisinden kendilerine roketatarlarla ateş açıldığını iddia etti. Ancak katliam sonrası yapılan araştırmada olay yerinde roketatar saldırısı olduğuna dair hiçbir delil bulunmadı. Türkiye’nin beraat kararı vermesinin hemen ardından kararını açıklayan AİHM 2. Dairesi, Türkiye’yi maddi manevi tazminata mahkum etti.
Kaynak: MA