“Cazibe merkezi yapacağız’’ cümlesini oldum olası sevemedim; hele ki endüstriyel turizm gerçeklğini öğrendikten sonra… Sömürülecek bir yere saldırının start cümlesidir. Nerede duyarsam oranın talana açılacağının ilk sinyali olduğunu bilirim. Yani öyle masum bir cümle değildir.
Sermayeye devir için kullanılan; kamu yararı, kentsel dönüşüm, riskli alan hatta üstün kamu yararı gibi yöntemlerin yetersiz kaldığı yerlerde, devreye Millet Bahçesi projesi girdi. Ülkenin birçok kentinde bu isimle alanlar ranta açılmaya başladı.
Bu durumda milleti bir grup sermaye olarak tanımlamak gerekir. Kast edilen millet değildir; sermaye ve onun kârı için kurulmuş bir düzeneğin ismidir Millet Bahçesi. Sermayeye devir için ilerleyen zamanlarda daha ne isimlerle karşımıza çıkacaklar…
Son dönemde hortlayan endüstriyel turizmin temsilcileri de Hewsel Bahçeleri ve Sur’un yıkımını alttan alta destekleyerek paylarına düşen rantı artırmaya çalışıp, kendilerine hazırlanan sofrayı haklı kılmaya çalışmışlardır.
Nerede bir cazibe merkezi cümlesi geçse, endüstriyel turizm hortlaması duyarız. Yapılan tahribatlara kılıflar bulmaya çalışan iktidar ve sermaye grubu çıkar karşımıza. Tüm dünyada ve ülke genelinde imar-inşaat sektörü kadar büyüklükteki saldırılarla bir turizm hortlağına rastlarız. Koy, kıyı, tarihsel yaşam alanları, ormanlar ve doğal tüm alanlara saldırmaktadır. Sermayenin yeni motorize gücü olan turizm, basın-yayın ve iletişime dair tüm argümanları kullanarak yapılacak tahribatların üstünü örterek kendini haklı çıkarmaya çalışır.
Dicle Vadi Projesi diye başlayan talan tüm tepkilere rağmen devam etmekte ve bir ayağı da Dicle Millet Bahçesi olarak gündemdeki yerini aldı. Elbette sömürü bütünlüklüdür deriz hep. Yıllardır Hewsel Bahçeleri’ne aralıksız devam eden saldırı ile puzzle’ın parçaları gibi tamamlamaya çalışıyorlar.
150 dönüm üzerine kurulması planlanan yeni sömürü yöntemi Dicle Millet Bahçesi. Fiskaya ile Mardinkapı arasında bulunan bu alan daha önce çatışma ve kentsel dönüşüm gerekçesiyle yıkılmış, binlerce ağaç kesilmiş, yaşayanlar zorla göçertilmişti.
Meyve bahçeleri dahil kesilmiştır. Yıkıma ait hafriyat ve diğer atıklar hızlı bir şekilde taşınmış işler oldubittiye getirilmişti. Elbette kentin sivil toplum örgütlerinin tepkisi OHAL nedeniyle bastırılmıştı.
Şimdi de Dicle Millet Bahçesi’ni o alanda yapmaya başladılar. Sur’daki kalelerin içinden iki kapı açıp Millet Bahçesi’ne giriş verilecekmiş. Bu da koruma altındaki surların yıkılmasına neden olacak. Ve içinde kafe ve donatı alanları adı altında sermayeye peşkeş çekilecek. İçinde lüks restoran ve kafeteryanın yer alacağı proje ile halktan alınıp sermayeye devir yöntemi olarak kullanıldığı ortadadır. Öyle de güzel anlatıyorlar ki sanırsın halk için yapılıyor. Söylemleri bu olsa da bunun bu millete değil sermayedar olan kesime hitap edeceği şimideden çok açıktır.
UNESCO tam da sermayenin sürdürülebilirlik ilkesi için vardır dersek tam yerine oturur. Kendisi dünya mirası ilan ederek endüstriyel turizme hizmetini ifa eder, geriye kalan korumayı da yapamaz, yapmaz. Onun işi ilan ve turizme açmaktır. UNESCO’nun sessizliği her zaman sermayeden yana olmuştur, buyursun koruduğu alanlar imzacısı tarafından talana açılırken ses çıkarsın.