Katledilişinin 28’inci yılında herkesin “Apê Musa”sı olan babasını anlatan Dicle Anter, ‘Kalemi nasılsa günlük yaşamda da öyle olan biriydi’ dedi
20 Eylül 1992 tarihinde kültür sanat festivaline katılmak için geldiği Diyarbakır’da, JİTEM tarafından katledilen Kürt aydını, gazeteci ve yazar Musa Anter’in (Apê Musa) ölümünün üzerinden 28 yıl geçti. O’nu katledenler bilinmesine rağmen benzeri yargılamalarda olduğu gibi izlenen “cezasızlık politikası” ile açılan dava yıllardır devam etmekte.
Ömrünün 11 buçuk yılını cezaevinde geçiren Anter, yaşamı boyunca Kürt halkına, kimliğine diline, kültürüne yönelik baskı ve yok sayma politikalarına karşı mücadele etti. Deng, Barış Dünyası, Yön dergilerinin yanı sıra Dicle-Fırat, Azadiya Welat, Yeni Ülke, Özgür Gündem, Rewşen ve Tewlo’da yazıları çıkan Anter, Kürtçe-Türkçe bir sözlük ile birlikte yedi kitap kaleme aldı.
Kürtçeye olan katkılarının yanı sıra Kürt basını açısından bir çınar konumunda olup, adına her yıl ödüller verilen Apê Musa’yı oğlu Dicle Anter Mezopotamya Ajansı’na (MA) Metin Yoksu’ya anlattı.
‘Kendi yaşamı zaten bir örnekti’
Musa Anter’den bahsedilirken herkesin ‘Apê Musa’ diyerek andığını ifade eden Dicle Anter, babasının mizacının hayatının her alanına sirayet ettiğini söyledi. Anter, “Kalemi nasılsa günlük yaşamda da öyle olan biriydi. Ben babamla çok uzun uzun yıllar bir arada kalamadım. Babam öldürüldüğünde 42 yaşındaydım. Babam yaşamının 11,5 yılını cezaevinde geçirdi. Ben de erken yaşlarda farklı bir şehre gittim. Bu yüzden haliyle diğer aile yapıları gibi olmamış oluyordu. Ama farkı şuydu; babamız bizi özgür bir şekilde yetiştirdi. Asla bize şunu yapın, bu olun demedi. Kendi yaşamı zaten bir örnekti ve aynı yazılarında olduğu gibi. Bugün herkesin bu yaşamdan öğrenebileceği çok şey var” dedi.
Her koşulda espri
Babasının kalemindeki kıvraklığın yaşamına da yansıdığını ifade eden Anter, uçak korkusuna rağmen tutuklandığı zaman uçağa binmek zorunda kaldığını belirtti. Diyarbakır’dan İstanbul’a yapılan o uçak yolculuğunu ise Anter şöyle anlattı: Babam bir davadan yargılanıyor. Yanılmıyorsam 49’lar davası. Tabi bu anlatılan bir hikaye. Polisler ona önce kelepçe takmak istiyor. Babam ise kabul etmiyor. Polisler bir şart koşuyor, kimse ile konuşmama şartıyla kelepçe takılmıyor. Uçakta yapılan bilet kontrolünde hostesler bilet sormuş, bunun üzerine babam da polisleri işaret ederek yaverimde demiş. Bu sözün üzerine yolculuk boyunca babama kuş tüyü yastık dahi vermişler. Tabi bu ikramlar sadece uçakta, sonrası ise cezaevi.
‘Hatırlamak’
“Hatırlamak, anmak değerlidir” sözüyle Anter, babasının sahip olduğu neşenin yaşamının her alanına sirayet ettiğini kaydederek, ‘Babamın Kejê adında bir köpeği vardı. Onu öyle bir eğitmiş ki gazetede bayisine gidip ona gazetesini dahi getiriyordu. Tabi bayi de biliyor meseleyi artık. Buna ilişkin şöyle derdi; dört ayaklı köpeğe bir şey öğrettik de iki ayaklılara bir şey öğretemedik” dedi.
Hamalla sohbet
Babasının Kürt ulusal bilincini tüm yaşamına yedirip, bunu pratikte yansıttığını dile getiren Anter, bunun en güzel örneğini ise yaşayarak şahit olduğunu belirtip, yıllar sonra anlam verdiği şu anıyı anlattı: İstanbul’da yaşarken babam pazara gidiyor. Tabi yükü ağır olunca yarısını kendisi, yarısını bir hamal ile eve getiriyor. Ben de çocuğum o zamanlar. Eve geldiklerinde babam adam yorulmuştur diyerek eve davet ediyor, yemek ikram ediyor, sohbet ediyorlar. Bu sohbet ise öyle üstenci değil, gayet arkadaşça. Ben ise acaba neden babam bu hamalı göndermiyor diye düşünüyorum. Babam ona memleketini soruyor. Yanılmıyorsam Serhat bölgesinden bir köy adı söyleyince babam da oraları bildiğini söyleyerek üzerine konuşuyorlar ve adam gidiyor. İlk önceleri anlamamıştım ama yaş ilerledikçe şunu çok iyi anladım. Eğer Kürtler kendi içince dayanışmacı olursa, ilk önce kendi yaşamlarından başlarlar ise dayanışmaya, o zaman güzel günler yakın demektir. Ondaki ulusal bilinç yaşamının tümünde kendini gösteriyordu. Bu ufak anıda dahi öyle.
Eserleri Kürtçe yayınlanıyor
Anter, babasının en büyük mirasının ise yıllarca süren baskılara rağmen bükmediği kalemi olduğunun altını çizdi. “Onun kaleminden çıkan eserlerin her cümlesi mirastır” diyen Anter, devamında şunları dile getirdi: “Kitabında özür diliyor Kürtçe yazamadığı için ama bunun nedenlerini de dile getiriyor. O yüzden onun mirası bugün yerine getiriliyor ve eserleri Kürtçe yayınlanıyor. Bugünlerde ise Sorani lehçesine çevrilecek. Onun mirasını bu şekilde yaşatma çabaları bulunuyor. Bu hem yaşamı için hem gazeteciliği için hem de onun gazetecilik anlayışı içindir.”
Anter, bir öneri olarak Musa Anter adıyla gazetecilik okulları açılabileceğini de ekledi.
Kelle koltukta gazetecilik yapıldı
1990’lı yıllarda Kürt gazetecilerin “kelle koltukta” habercilik yaptığını hatırlatan Anter, “Gazete bir bütündür. Dağıtımcısından muhabirine kadar işin mutfağında olan herkes büyük bir baskı altındaydı. Cengiz Altun’dan Ferhat Tepe’ye kadar Kürt basını büyük bedeller ödedi. Bugün bu bedellerin ne olduğunu bilerek hareket etmemiz gerekiyor ve bu mirasa sahip çıkan gazetecilerin olması, bugünün karanlığında dahi ısrarla bu gazetecilik anlayışının sürdürülmesi önemlidir. Mühim olan da bu. Kelle koltukta gazetecilik yapıldı ve yapılıyor. Apê Musa kalemi ile düşüncesini yazmaktan çekinmedi. O Kürt’tü ve yaşamını, düşüncesini de Kürtçe sürdürdü. Bunun suç olmadığını her fırsatta dile getirdi. Suç olduğunu söyleyenlere de yaşarken cevabını verdi; ‘Kürtlük suç ise, o zaman beni yaratanı yargılayın’ demişti” diye belirtti.
Cinayet tam olarak aydınlatılmadı
Apê Musa cinayetine dair gerçeğin halen tam olarak aydınlatılmadığına dikkat çeken Anter, “Her ne kadar fail bilinmiyor denilse de, o dönem öldürülen binlerce kişi gibi babamın da katili biliniyor aslında JİTEM elamanlarının olaya ilişkin itirafları var. Var olan karanlıkları aydınlatmak istiyorsak, Musa Anter cinayeti ilk başta aydınlatılması gerekenler davalardan biri. Eğer Musa Anter cinayeti aydınlatılırsa, katledilen tüm gazetecilerin de davaları aydınlanacak, yoksa bu karanlık sürmeye devam eder” dedi.
HABER MERKEZİ