Eylül ayı hem AKP/MHP iktidarı, hem Türkiye için geleceğe yönelik önemli ipuçları verdi.
İçte en başta ekonomik durum bakımından giderek büyük sıkıntılarla karşılaşacağımız anlaşılıyor. 2018’in son çeyreği ile bu yılın ilk yarısını kapsayan dokuz aylık dönemde küçülme trendinin devam ettiği görülmekte. Hükümet ve Maliye Bakanı, yüzde iki olarak beklenen küçülme rakamının yüzde bir buçukta kalmasını başarı sayıyorlar. Bir ayda doğalgaza, elektriğe, benzine, sigaraya üst üste yapılan zamlar ve gıda fiyatlarındaki artışın yanında işçiye, memura ve emeklilere yapılan zamların enflasyonun yarısını bile bulmayışı halkın belini bükmekte ve iktidarı zora sokmaktadır. Sayın Erdoğan ve damadı ise hala ekonomide pembe tablolar çizmekte, sahibinin sesi olmaktan ve olayları işine geldiği ve yansıtmaktan başka tarafsız habercilikten habersiz yandaş medya da bunları habire pompalamakta. Doğalgaza zam haberini, “doğalgaz fiyatları dengelendi” diyerek vermekte.
Kürt illerindeki büyükşehir belediye başkanları yerine atadığı kayyımlara karşı Kürt halkında başlayan güçlü direnişin yavaş yavaş Türkler arasında ve batıda da yankılandığını görmek fena halde can sıkıcı olmaya başlayınca Sayın Erdoğan tehditkâr demeçler vermeye başladı. En çok da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu’nu hedefe koydu. İmamoğlu’nun Diyarbakır’da sayın Ahmet Türk ve Selçuk Mızraklı’yı ziyaretini “teröre destek” noktasına taşıdı. Tabii terör ve Kürtler söz konusu olunca kendisini destekleyen geniş bir “Kürtler kardeşimizdir” teranesi okuyan grup bulacağını hesap ediyor. Eh DSP, MHP, Vatan Partisi, BBP gibi destekçileri de moral aşılamaya çalışıyorlar. Buna rağmen dağları aşan korku nedeniyle hiç de rahat değil ve muhaliflerine durmadan ağır sözlerle tehditlerde bulunmaktadır.
1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle Türkiye’nin her yanında yapılan mitinglere katılımın, “kayyım” ve “talan”sözlerinin yasaklanmasına rağmen büyük olması, 2 Eylül’de Saray’da yapılan Adli Yıl Açılışı’na Türkiye’nin tüm avukatlarının yüzde doksanını temsil eden 42 baronun katılmayışının tesellisini avukatlar arasında hiçbir kredisi kalmamış olan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konuşmasında aramaya çalıştı. Feyzioğlu’nun avuçlarını patlatırcasına alkışladığı avukatlara yeşil pasaportu da kimlere vereceğini, “tabii herkese değil, hak edene vereceğiz” diyerek onu da nasıl bir ceza/mükâfat kapısı olarak kullanacaklarının ipuçlarını verdi.
Dışta durum daha da karmaşık.
Fırat’ın doğusuna bir yıldır girdik gireceğiz diye her gün tehditler savrulmakta, fakat ne Rusya ne ABD giriş vizesi vermekteler. Hava kuvvetlerinin kullanılmasına izin verilmediği sürece yalnız kara güçleriyle bir yere varılamayacağı bir yana karşı taraftaki Suriye Demokratik Güçleri’nin de elinde son model silahlar ve iyi eğitilmiş yüz bine yakın silahlı insan bulunmakta. Bu durumda Fırat’ın doğusuna yapılacak bir harekat, Türkiye için de Suriye için de felaket olur.
2018 sonuna kadar vadettikleri İdlib’in teröristlerden temizlenerek boşaltılacağına dair verilen sözlerin yerine getirilemeyişi karşısında Suriye ordusu, İdilb operasyonları sırasında Türkiye’nin orada bulunan gözlem noktalarının bir kısmını kuşattı, saldırılar sonunda Türk konvoyunda bunan siviller (?) öldü. Alelacele Rusya’ya giden sayın Erdoğan, oradan eli boş döndü ama artık İdlib’de kalmanın bedeli mi, ABD’yi F-35’ler için kıskandırıp sıkıştırmak için mi bilinmez, gelişmiş Rus savaş uçaklarıyla ilgilendi. ABD bu durumda Türkiye’ye taviz verir de Suriye Demokratik Güçleri’ni ve Kürtleri satar mı, bilinmez. Büyük devletlerin çıkarları her şeyin önünde gelmekte. Sanırım ABD’nin de Suriye’de kalma konsundaki kararı, İran’ın ve Rusya’nın, oradaki varlığı göz önüne alınırsa Türkiye’nin 32 km’lik bir güvenli bölge yaratıp kendi askerleriyle devriye gezmesi, gelen Suriyeli mültecileri oralara yerleştirerek demografik dengeyi değiştirme arzusunun gerçekleşmesine olanak vermeyecek şekilde olur.
***
Maraş’ta bu yazıyı yazarken Selahattin Demirtaş’ın tahliye kararını duydum. Hiçbir hukuki geçerliği olamayan delillere ve Anayasa gereği hiçbir yerde soruşturma ve koğuşturma konusu olmaması gereken TBMM kürsüsündeki konuşmaları nedeniyle açılmış bulunan ve peşin cezalandırma amacındaki davanın seyrini kimi zaman bizzat mahkemede, çoğu zaman da basından izledik. Hiçbir şey, yargının düştüğü içler acısı durumu bu davalardan daha iyi ifade etmez. Ancak tahliye fiilen mümkün olmadı, çünkü Sayın Demirtaş bir başka davadan dört yıl sekiz ay kesinleşmiş ceza almış bulunmaktadır. Hukuken, tutuklu geçen otuz dört aylık sürenin öncelikle o davadan sayılması ve hesaplama sonunda meşruten tahliyesine bir yıldan az bir süre kalmışsa Yargıtay kararları karşısında denetimli serbestlikle tahliyesi gerekir. Ama ne yazık kı yargının hali pür melali karşısında, bu ihtimalin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tahmin etmemiz mümkün değil.
Sevgili Demirtaş’a yine de “aramıza hoş geldin!” derim.