Cezaevinden mektup gönderen DFG Eşbaşkanı Serdar Altan, kendileriyle dayanışma içinde olan herkese teşekkür etti
Diyarbakır’da düzenlenen operasyonda 15 meslektaşıyla birlikte tutuklanan Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Serdar Altan, yaşadıkları sürece ilişkin bir mektup kaleme aldı. bianet’in “İçerideki gazeteciler yazıyor” bölümünde yayınlanan mektupta, kendileriyle dayanışma içinde olanlara teşekkürlerini sundu.
Altan’ın kaleme aldığı mektup şöyle; “Mektubunuz bize epey vakit önce ulaşmıştı ancak malum size yazmak için şartlar el vermedi. Aslında çok vakit kaybetmeden yazmaya başlamıştım ama bir anda sevkimiz çıkınca o notlarımız da maalesef elimizden uçup gitti. Bir de araya bayram tatili girince tümden elimiz kolumuz bağlandı. Malum, buralarda tatil deyince hayat duruyor, mektup dahi gönderemiyorsun.
Gizlilik kararı
Bilindiği üzere 8 Haziran günü yapılan kapsamlı bir operasyonla gözaltına alındık ve uzun süren (8 gün) gözaltı sürecinin ardından hukuksuz bir şekilde tutuklandık. Daha gözaltı süreci devam ederken adil olmayan bir süreçle karşı karşıya olduğumuzu anladık. Çünkü dosyamızda gizlilik kararı vardı ve neyle suçlandığımızı bilmiyorduk. Bu giz ve muamma, adliyeye çıkarıldığımızda da devam etti ve maalesef tutuklama kararı verilmesine rağmen suçumuzun ne olduğunu açık bir dille söylemediler.
Dayanışmanın önemi
Nitekim bu ‘suçumuzun bizden gizlenme hali’ halen devam ediyor. Tüm bunlardan anlaşıldı ki, aslında suçumuz gazeteci olmaktı. Nitekim bu mevcudiyet başlı başına suçlu olmaya yetiyordu. Kimi daha mesleğinin baharında, kimi yıllarını bu işe adamış 16 gazeteci bir anda çalışma sahalarından kopartılmıştı. Elbette bu basın özgürlüğüne vurulmuş ağır bir darbeydi. Ve ülkenin içinde bulunduğu istibdat halini katmerleştiren bir durumdu. Elbette buna karşı sessiz kalmamak gerekirdi. Nitekim başka meslektaşlarımız olmak üzere tüm demokratik kamuoyunun göstermiş olduğu tepki bizler için önemli bir teselli kaynağıydı. Herkese bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Ha bu arada, suçumuzun ispatı niteliğinde tarihi bir fotoğrafı neşretmişler çeşitli basın yayın organlarında. Hani şu kıymeti kendinden menkul ‘meşhur yazının’ altına dizilmiş kamera, fotoğraf makineleri ve bilumum gazetecilik ‘sarf’ malzemelerinin yer aldığı fotoğraf. Gerçekten de önemli bir kare, basın tarihine geçecek türden. Çok sonradan haberdar olduk. Duyduğumuzda şaşırmadık elbet. Çünkü gerçekten de onlar bizim ‘suç’ aletimizdi! Çünkü biz gazeteciydik.
Şahsen kendim neredeyse çeyrek asırdır gazetecilik yapıyorum. Dile kolay… Bu süre içinde gazete dağıtımından tutalım haber müdürlüğüne, genel yayın koordinatörlüğüne kadar yazılı, görsel, işitsel alanda mesleğin her dalında çalıştım. Başka iş beceremem herhalde. Bir ara kısa bir süre çiftçiliğe merak sardım, olmadı, beceremedim. Çünkü gazetecilik biraz içinize işledi mi mümkün değil, başka iş yapamazsınız. Ölene kadar sizin kaderinizdir gazetecilik. Yazmadan, çizmeden, anlatmadan, söylemeden duramazsın. Durduğun zaman, asıl suçu o zaman işlemiş olursun.
Kuşkuyla yaklaşmak
Şimdi durup şöyle bir baktım da, ne acı ki oturmuş, gazeteciliğimizi ispat etmeye çalışıyoruz sanki. Ama bizi bu duruma düşürenler utansın. Biliyorum, yargılama sürecinde de aynen bizden bunu yapmamız istenecek. Nitekim kulağımıza geliyor: Basın camiası içerisinden de duruma kuşkuyla yaklaşanlar varmış. Hatta haber yapmaktan imtina edenler. Böyleleri ile karşılaşırsanız, o tarihi fotoğrafı gözlerine …. Neyse, gözlerine biraz daha yaklaştırın.
Neyse geçelim bu tatsız konuları da biraz buralardan bahsedelim. Yaşantımız yat-kalk, ye-iç şeklinde bir rutinde gidiyor. Aslında bir önceki cezaevinde düzenimiz neredeyse oturmak üzereydi ki, sevkimiz çıktı. Tabii şimdi sil baştan aynı zorlukları göğüslemek zorundayız.
Anlatacak çok şey var aslında. Yaşanan bazı problemler de. Lakin ülke genelinde, özellikle hapishanelerde bunca sıkıntı ve bu sıkıntıları yaşayanlar varken, kendi sorunlarımızdan bahsetmek insafsızca olur kanımca. Sadece dirençli kalmaya çalıştığımızı bilin. Tabii dışarıda olup bitenden sağlıklı haberdar olmamak gazeteci açısından ciddi bir problem. Şimdilik ne televizyon ne radyo ne de gazete var. Umarız idare bu problemi kısa sürede çözer. (Mektubu okudukları için çaktırmadan mesaj da veriyorum 🙂
Neyse ki, okuyacak birkaç kitap elimize ulaştı da hepten cahil kalmaktan kurtulduk 🙂 Bir kez daha anladık ki, kitap insanoğlunun en iyi dostu. Kitap okumayı ihmal etmemeli kimse.
Sonra ne mi oldu?
Sonrası karanlık, kör bir kuyu
Ve işte biz yeryüzünün asileri
Bu kör kuyunun mahkum sakinleri
Bu zifiride aslında seyreyleyecek çok şey var
Ama bir yanın duvar, öbür yanın yine duvar
Hangi yöne dönersen gördüğün
Bir tek yalnızlığını fısıldadığın
Bir yaz güneşi az önce selamladı bizi
Sıcaklığını bırakarak terk eyledi gitti
Gökyüzü desen mağrur bakışlarla bizi gözlemekte
Oysa bilirim ki o da bizi sevmekte
… demiş şair, hapishane yalnızlığını anlatırken. (Aslında bunları diyen şair değil, diziler bu faniye ait. Şimdi boş yere aratmayalım kimseye)
Aslında bu dizelerle bitirelim. Zaten sayfanın da sonuna gelmiş bulunduk. Bizi soran, merak eden herkese selamlar.”