Ateş yağmurunun, taş kesildiği Karacadağ bölgesine gelmişken ve dengbêj Zadina Şakır’ın büyüleyici sesinden Dewrêş’in destanı, Edule’ye sevdası yüreğimde yankılanıp dururken, Dewrêşê Evdî’nin köyü Oğlakçı’ya uğramamak olur muydu? Ve müsaade edilmediğinden, bir mezar taşının dahi olmadığı, Edşan köyündeki tepede yattığından değil de; her nasılsa, zırhını kuşanmış da, Hedwan’ın sırtından hiç inmeden, mahmuzlayıp cenkten cenge koştuğundan, Edule’sine kavuşamadığına inandırmışım kendimi. Destanın akıbetini ve imkansızlığını bilmeme rağmen, birazdan arabayla döndüğümüz yolun tam da kör noktasında, bizi durduracakmış gibi bir his taşıyorum. Dedem anlatıyordu, dağ gibiymiş Hedwan ve süvarisi Dewrêş’in başı göğe değiyormuş, heybetiyle hasmına korku salıyormuş.
Baba Evdiyê Mılhım’ın aşireti Şerqiler, Şengal’den Karacadağ bölgesine gelmişler ve on sekiz aşiretten oluşan Milan konfederasyonunun en yiğit savaşçılarını yetiştirmişler. Evdi’nin, acıları dert, isimleri destanlaşan Dewrêş ile Sadun dışında beş oğlu daha varmış. Oğlakçı’da yaşayanlar büyük oğul Mılhım’ın torunları. Küçük oğul Bengzade zamanında kayboluyor ve aile bir daha haber alamıyor. Mehmud, Temır ve Bışar’ın torunları ise Rojava’da yaşıyorlar
Viranşehir’de, Oğlakçı’ya Xelef’in babasının köyü (Gundê Bavê Xelef) de deniliyor. Eski zamanlarda ve o zamanın dili olan çirok ve stranlarda, destanlaşan yiğitler, doğrudan isimleri ile değil, çocuklarının ya da bindikleri atlarının isimleri ile anılıyorlar. Dengbêj Şakıro, Ferzende Bey için yaktığı stranda onu Elfesya’nın babası, Eznawır’ın binicisi diye anlatır. Xelef’in babası Bışar Ağa’nın yaşadıklarını duyunca dengbêjler nasıl olmuş da ona stran yakmamışlar diye çok merak ettim.
Bışar Ağa Mılhımê Evdi’nin torunu, Dewrêşê Evdi’nin halefidir. Nasıl ki dedesi Dewrêş zor günlerinde Milan aşiretinin reisi Zor Temır Paşa’nın imdadına yetişmiş ise o da yakın dostu Huseynê Qenco ile birlikte İbrahim Paşayê Milan’ın zor günlerinde yanında olmuş.
İbrahim Paşa’nın Osmanlı ile ilişkileri bozulunca aralarında Bışar Ağa, Huseynê Qenco ve İbrahim Paşa’nın oğlu Abdülhamit’in de olduğu, bölgenin ileri gelenleri tutuklanmış. Abdulhamit, Diyarbakır’da, kahvesine zehir konularak öldürülünce bu namertliği kabul etmeyen Bışar Ağa ve Huseynê Qenco isyan çıkartıp hapishaneyi ateşe vermişler. Bunun üzerine yıllarca tutulacakları Trabzon Hapishanesi’ne sürgün edilmişler.
Sürgün dönüşü, Bışar Ağa’nın ikiz oğlu olmuş, hatıralarına bağlılık ve isimlerini yaşatmak adına, oğullarına Dewrêş ve Sadun isimlerini vermiş. Ne acıdır ki Dewrêş ve Sadun çok yaşamayıp çocuk yaşta ölmüşler. Evdi ismini verdikleri çocukları da çok uzun ömürlü olmayınca aile bu üç kahramanın isimlerini çocuklarına vermekten çekinir olmuş.
Viranşehir, Bışar Ağa’nın döneminde de ticaret merkeziymiş. Ağa Oğlakçı ve Viranşehir merkezde bölgenin en büyük iki değirmenini ve yine Viranşehir’deki değirmene yakın bir yerde, büyük ve gösterişli bir han inşa etmiş.
Oğlakçı’da, Bışar Ağa’nın fidanlarını Ermeni Germuş köyünden deve sırtı ile getirip, kendi elleri ile diktiği yüzyıllık ağaçlardan oluşan abide bir bahçe var. Bu bahçeye dair ilginç bir anekdot anlatılır; Bışar Ağa, ağaçları diktikten sonra bahçıvana ve köylülere tembihte bulunur. Ağaçlara zarar veren hayvan kiminse kesilecektir. Aksilik bu ya, Bışar Ağa’nın amcasının koyunları ağaçlara musallat olur. Çoban, bir koyunun ayağını kırınca amca küsüp köyü terk eder ve gidip Heyze köyüne yerleşir. Bışar Ağa ve köylüler gönlünü zor edip amcayı köye geri getirirler.
Oğlakçı’nın sırtını verdiği tepe son birkaç yıldır sit alanı ilan edilmiş. Buranın da Göbekli Tepe gibi bir medeniyete beşiklik ettiği ileri sürülmekte. Tepenin üzerindeki mezarlardan Begê Samur’un öyküsü hayli ilginçtir. Begê, Suruç’un Mishecerk (Gölen) köyünden, Ezidi Dınayi aşiretindenmiş. Ailesi dahil herkes Müslümanlığı seçince Suruç’taki köyünü terk edip gelip Oğlakçı’ya yerleşmiş. Ermiş gözü ile bakılan Begê’nin, öleceği günü bile bildiği anlatılır. Yetmişli yaşlara geldiği 1958’in güneşli bir yaz gününde ‘Öleceğim’ diyip hazırlıklarına başlar. Kendisi ile özdeşleşen incir ağacının altındaki çeşmede yıkanır, bembeyaz geleneksel elbisesini giyip ebedi uykusuna yatmak üzere yatağına uzanır ve bir daha uyanmaz. Bize söylenen, mezarına her çarşamba gecesi gökten bir ışığın indiğiydi.
Edule’yi unuttuğumu sanmayın onu ve sevdasının sesi dengbêj Zadina Şakır’ın trajedisini ayrıca paylaşacağım.