Malaparte, 1931 yılında yayımlanan “Darbe: Devrimin Tekniği” adlı kitabında, “devleti fethetmek ve korumak siyasi değil, teknik bir meseledir” diye yazıyordu. Ulusal Faşist Parti’nin üyesi olan Curzio Malaparte’ye göre “darbe tekniği”, devletin kaynaklarını, yani devletin altyapısal gücünü (telefon sistemini, posta hizmetlerini, elektrik jeneratörlerini vb.) ele geçirmekle alakalı teknik bir meseleydi. “Darbe/devrim”, bu kaynakların fethinde kullanılacak askeri-siyasi güçlerin derlenmesi ve doğru zamanda doğru yerde konumlandırılmasıyla, düşman güçlerin tarafsızlaştırılarak atalete sürüklenmesiyle ilgili bir taktikler meselesiydi. “Fethedilmiş devleti koruma” eylemi olarak YSK’nın İstanbul seçimlerini yenileme kararı, Malaparteci “darbe tekniği” açısından son derece başarılıdır. “Her şey güzel olacak” çıkışının muhalefet saflarında sebep olduğu moral itki ne olursa olsun, meşru ve geçerli seçim sonuçlarının hiçbir makul hukuki gerekçe olmaksızın iptali, üstelik bunun muhalefet tarafından sindirilmiş olması, devletin altyapısal gücü ve kurumsal mimarisinin şefçi fethinin acı bir tezahürüdür. “Sandıkla gelenin sandıkla gitmeyebileceğinin” ilan edilmesi, iktidar açısından alınan ciddi risklere karşın esas olarak muhalefet için bir geri adımdır ve her şeyin güzel değil de en hafif tabirle oldukça zor olacağının işaretidir.
Malaparte aslında ancak kısmen haklıdır: Devleti “fethetmek” ve “korumanın” teknik bir mesele olduğu doğrudur. Ancak devletin fethinin kalıcı olup olamayacağı meselesi başarılı taktik hamlelere değil, esas olarak toplumsal güç ilişkilerine bağlıdır. Türkiye’de şefçi bir rejimin inşası esas olarak temel toplumsal sınıfların, Gramsci’nin deyimiyle, “kendi kampları içerisinde bir yeniden inşa iradesine özerk ifade kazandırmaya muktedir olmaması” sonucunda mümkün olmuştur. İktidarın yakın geçmişte Malaparteci “tekniği” defaten ve muvaffakiyetle uygulayabilmesinin nedeni, bir yandan hâkim sınıfın birlik ve bütünlüğünün sağlanamaması, diğer yandansa alt sınıfların siyasal ve sosyal planda dağınık ve etkisizleşmiş olmasıydı. Temel toplumsal sınıfsızların dermansızlık ve dağınıklığı, alternatif bir hegemonik projeyi gündeme getirecek siyasal kapasiteye sahip olmayışı, şefçi seçeneğin önünü açmıştı. Dolayısıyla “darbe tekniğinin” başarı ya da başarısızlığı toplumsal güç ilişkilerinin somut konjonktürüne bağımlıdır.
Kriz bu konjonktürü yeniden biçimlendirmekte, “aşağıda” da “yukarıda” da bugüne değin geçerli olmuş dengeleri alt üst etmektedir. Bu bakımdan 6 Mayıs’ta seçim güvenliğine vurulmuş darbenin sonuçlarını belirleyecek şey, mağduriyetin ya da memlekette sandığa olan itimadın iktidar karşıtı bir siyasal reaksiyona dönüşmesi ihtimali değil, krizin şefçi momenti mümkün kılmış sınıf konjonktrünü değiştiriyor olmasıdır. Mesele sadece hâkim partinin toplumsal tabanındaki ağır çekim erozyonun görünür hale gelip hızlanması değildir. Daha da önemlisi, kriz dolayısıyla şefin hâkim sınıf fraksiyonlarının birliğini sağlama, çeşitli hiziplerin ekonomik ve siyasi güç kaynaklarına erişimini belirleyen tek güç olma kapasitesindeki erozyondur. Bu durum, hâkim sınıfın siyaseten pasifize olmayı, yani “siyaseten mülksüzleştirilmeyi” sineye çekmeyi sürdürmesini zorlaştırmaktadır. Bu bakımdan AKP içerisindeki itirazların giderek daha görünür hale gelişi, vicdani bir kalkışmanın değil, şefin “yukarıdaki” bütünleştirici/birleştirici işlevini yerine getirmekte yaşadığı zorlanmanın işaretidir.
Bu zorlanma, krizde kimin (hangi sermaye kesimlerinin) “kurtarılıp” kimin “feda edileceği” sorusuna dair tereddütler, hayata geçirilemeyen “yapısal reformlar”, başka bir deyişle “kriz yönetiminin krizi” olarak cereyan etmektedir. Sermaye sınıfının düne kadar siyaseten sindirilmiş kesimleri, ekonomi yönetiminin “siyasetten arındırılması” (Merkez Bankası bağımsızlığı, Albayrak’ın görevden alınması vs.) yönünde bastırmaktadır. İktisat yönetiminin depolitizasyonu yoluyla “normalleşme”, şefçi rejimin bizatihi varlığına yönelmiş bir tehdittir ve Erdoğan’ın frene basamamasının, sürekli ileriye kaçmasının nedeni de budur.
Not: Böyle bir “normalleşmenin” demokrasiyle bir ilgisinin olup olmadığıysa apayrı bir başlıktır…