Zaman su gibi akıyor. 31 Mart’tan bu yana iki buçuk ay geçti. Birçok demokrat, hatta solcu ve sosyalist, öyle ümitvar idiler ki, DEM Parti’nin Kürdistan dışında seçime kendi adaylarıyla girmesine bile kızmışlardı. Rejimde “gedik açmak” için oylarımızı CHP’ye verelim diyen sanılandan çoktu.
CHP birinci parti oldu, az buz değil, koca bir “gedik” açıldı.
Ama o da ne? Kale duvarında mancınık koca bir gedik açmış, lakin gedikten içeriye dalacak yeniçeri tayfasından eser yok. Kalenin içindekiler “oh şükür, nicedir dört duvar arasında havasızlıktan boğuluyorduk, şu gedik açıldı da içeriye mis gibi hava giriyor” diye gevrek gevrek gülüyor.
Şaşırdık mı? Hayır. Olacağı aşağı yukarı buydu.
İyi ama, yeniçeri tayfasının gedikten içeriye duhul etmeyişine kızıyoruz da biz neden onları seyrediyoruz?
Diyeceksiniz ki, bir başımıza gedikten girelim de bizi ham mı yapsınlar?
Haklısınız. Tek başımıza huruç hareketine girmeyi ben de kimseye tavsiye etmem. Etmem ama “çok başımıza” gedikten içeriye dalmak için ne yaptığımızı da, sormak isterim.
Biz derken Kürt halkını kastetmiyorum. O zaten hürriyet aşkıyla, bırakalım seçimin açtığı gediği, Ferhat olmuş granit kayaları delik deşik ediyor. Bizden kastım sosyalizm camiası.
Ben kendimi bildim bileli ömrümüz “asgari program, azami program” diye diye geçti. “Asgari” desek de bu asgari de devrimdi, azamisi zaten devrimin feriştahıydı. Aşağısı kurtarmıyordu. Hepimiz bir hayli uzakta olsa bile devrimin siluetini görüyorduk ama, ona doğru yürüyeceğimize, durup “bu nasıl bir devrimdir” diyerek, birbirimizi devirmeye çalışıyorduk. Ortalık devrim stratejilerinden ve devrim tanımlarından geçilmiyordu. Devrimin yolu nedir denince de, belinde tabanca olan “silahlı yol” deyip işin içinden çıkıyordu. Tabancası olmayan da Ahmet Kaya’nın yanık türküsünü mırıldanıyordu. “Başım belada, tabancamı unuttum helada.”
Bugün şükür önümüzde öncüsüyle, kitlesiyle, programıyla bir devrim duruyor. Çok uzakta değil. Fırat-Dicle nehirlerinin hemen kıyısından bize el sallıyor. Konfederal, kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal sosyalist devrim.
Eski “iki aşamalı” devrim şemamıza pek uygun değil. Aynı anda hem demokratik halk devrimi, hem sosyalist işçi-emekçi devrimi. Aslında “süreç içinde devrim”. Yani devrimci süreç. Yolu demokrasiyle açıyor, açanları komünal sosyalizmin ordusuna dönüştürüyor. Yani devrimin öznesi olan sınıfları önce “demokrat” sonra “sosyalist” yapmıyor. Aynı anda hem demokrat, hem de sosyalist yapıyor. “Kesintisiz” diyorduk ya, işte öyle.
Ne güzel değil mi? Devrimin kendisini yakından görünce, nasıl bir devrim olduğu hemen anlaşılıyor. Ben bir sosyalist partinin program komisyonunda olsam, programın başına “partinin stratejik amacı konfederal, kadın özgürlükçü, ekolojik, komünal sosyalist devrimi Fırat-Dicle nehrinin köprüsünden Ege Denizi’ne bağlamaktır” diye yazmayı önerirdim.
Yazmak kolay da, uzansak dokunacak kadar yakınımızdaki bu devrime bir türlü uzanıp dokunamıyoruz. Neden acep?
Çünkü önümüzde bir engel var. AKP-MHP görünüşlü devlet iktidarı. Kürt halkı koskoca Cudi’yi delip Ege’ye varmaya çalışıyor, biz önümüzdeki yapay ve çürümüş kaya külçesini yerinden oynatacak bir kaldıraca sahip değiliz.
Hani Arşimed demişti ya, “bana bir istinat (dayanak) noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım.” O hesap.
Sadede geliyorum. Bu istinat noktası güncel politik somut durumun analizine dayanan bir “eylem programı”dır. Yani ilerideki devrime kadar bekleyip, sonra uygulanacak “devrim programı” değil. Hemen şimdi uygulamaya konacak program. O nedenle adı “eylem programıdır.”
Açılan gedikten içeriye dalabilmemiz için, aşağıdaki eylem programında önce sosyalistleri birleştirmek, ardından yeniçeri ağalarının “yumuşama-normalleşme”yle afyonladığı muhalif tabanı bu programla harekete geçirmek gerek:
Birincisi, erken seçim. İkincisi, Cumhurbaşkanı ve bakanların istifası. Üçüncüsü, eşitlik temelinde TBMM’deki tüm partilerin erken seçim hükümeti. Dördüncüsü, başta Öcalan olmak üzere bütün tutsakların salınması. Beşincisi, emek ve barış düşmanı bütün program ve planların seçimlere kadar durdurulması. Altıncısı, erken seçimle oluşacak olan TBMM’nin Kurucu Meclis olabilmesi için seçimlerin sıfır barajla yapılması. Yedincisi, Kurucu Meclis’in Cumhurbaşkanlığı sistemini tasfiye edecek ve işçi sınıfının, demokratik güçlerin önündeki bütün anti demokratik engelleri kaldıracak (gerisi teferruattır) bir Anayasa yapması. Sekizincisi, rejim erken seçimi ve iktidarın istifasını reddettiği durumda tüm muhalefetin TBMM’den çekilmesi ve bu hedeflere ulaşma görevini halk kitlelerine bırakması. Dokuzuncusu halk kitlelerinin erken seçim için barışçı mücadelesine karşı iktidarın devlet terörüyle karşılık vermesi durumunda…
Gerisini bilen biliyor, ben yazıyı daha fazla uzatmayayım.
Nasıl?
Kulağıma “pek gerçekçi görünmüyor” dendiği geliyor. İlahi! Kardeşime “devrimin envai çeşidi gerçekçi” geliyor, ama ona yaklaşmanın yolu gerçekçi gelmiyor.
Çok tuhaf.
Biraz denemeye değmez mi?