Salgının yarattığı siyasi ve toplumsal krizle ilgili konuşan Ahmet Murat Aytaç, kayyum siyaseti ile virüs arasında bir benzerlik buluyor. Aytaç’a göre ikisi de kendilerine ait olmayan vücutlarda barınmaya çalışıyor
Ahmet Kanbal/Mardin-MA
Salgına dair kaleme aldığı yazılarla dikkati çeken Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Ankara Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci Yrd. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç, söz konusu tabloya ilgili Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu.
Türkiye’nin salgına karşı aldığı önlemleri değerlendiren Aytaç, Türkiye’nin salgını kısıtlamalar aracılığı ile durdurmaya çalışan ülkeler arasında olduğunu belirterek şöyle devam ediyor: “İktidar toplumun genelini ilgilendiren her kritik konuda yaptığı gibi, medya üzerindeki kontrolü aracılığıyla propaganda makinesini işletti. İnsanların gerçekleri bilmeye en çok ihtiyaç duyduğu böylesi bir anda bile vaka ve ölüm istatistiklerine ‘karartma’ uygulandı. Dahası konuyla ilgili görüşlerini kamuoyuyla paylaşan doktorlar veya bilim insanları üzerinde baskı kuruldu. Sonuçta mızrak çuvala sığmayınca resmi açıklamaların gerçeği yansıtmadığı da gün gibi ortaya çıktı.”
Süreç ve sosyalizm
“Kapitalizmi çökertecek tek bir büyük kriz yoktur ve böyle bir felaket beklemek beyhudedir” diyen Aytaç, asıl meselenin krizin varlığında değil ona nasıl bir anlam verilmiş olduğunu belirtiyor. Aytaç bu konuyu şu sözleri ile tartışmaya devam ediyor: “Etkin bir siyasi muhalefetin veya devrimci öznenin olmadığı durumlarda krizlerin sistem değişikliği veya devrimden çok, bir tevekkül hali, hatta genel bir teslimiyet durumu yaratmasını beklemek daha makuldür. Zaten kapitalizmi çökertecek bir kıyamet beklentisi içinde olmak aslında kendinin bir siyasi özne olmadığını itiraf etmenin dolaylı bir biçimidir.”
Salgın sonrası dünyanın nasıl değişeceği sorusunu da yanıtlayan, Aytaç, salgın öncesi dünyanın pek matah bir şey oymadığını vurgulayarak, “Sadece dünyanın önceden olduğundan daha kötü bir yer haline gelmemesi için çabalamamız gerektiğini söylemek anlamında bu uyarıyı anlamlı bulduğumu söyleyebilirim. Bugün Çin’de salgınla baş etmek için muazzam bir gözetim ve denetim şebekesinin herkesin bilgisi dahilinde iş başında olduğunu görüyoruz. Herkesin bilgisi dahilinde vurgusunu özellikle yapıyorum. Çünkü böylesi kapsamlı müdahaleler bir anda ortaya çıkmazlar ve mutlaka daha önce de örtük olarak yapılmaktadır. Şimdilerdeyse bizzat insanlar bunu genel yarar adına talep ediyor ve bu yoldan salgının kontrol altına alınmasını umuyor.
Türkiye’de dâhil, birçok ülkede bu türden uygulamaları bizzat yönetilenler tarafından talep edilmeye başlandı” diyor. Türkiye’de hükümetin salgın nedeniyle ortaya çıkacak olan ekonomik maliyetleri karşılayabilmek için halktan bağış topladığını belirten siyaset bilimci Aytaç, şöyle devam ediyor: “AKP-MHP bloku daha önce yaşanan toplumsal krizlerde veya doğal afetlerde de dayanışma adı altında böylesi bağış kampanyaları düzenledi. Toplum hafızası önceden düzenlenen bağışların şeffaf bir şekilde yönetilmediği ve amaca aykırı bir şekilde kullanıldığı durumları gündeme getiriyor. Bu yüzden de bağışlarla beraber yolsuzluk yapılması veya İslami vakıflara para aktarılması yönünde endişeler dile getiriliyor. Kimse bu endişelerin temelsiz olduğunu söyleyemez. Zira bu eleştiriler durduk yere söylenmiyor ve daha önceki deneyimlere dayanıyor. Aksini iddia etmek siyaset yapmayın, hükümeti hiç eleştirmeyin demekten farksız. Nitekim AKP siyasi başarısızlıklarını veya çözümsüzlüklerini eleştiriden muaf tutmak istediği her durumda bu yöntemi izliyor.”
Aytaç şöyle devam ediyor: “İktidar blokunun Gezi’den ve özellikle 15 Temmuz’dan sonra artan oranda kitle seferberlikleri yaratmaya ve bunların psikolojik etkilerinden yararlanmaya çalıştığını görüyoruz. Sonuç olarak, bu tip kolektif eylem organizasyonlarıyla grup tutunumunu arttırıp burada açığa çıkan enerjiyi liderin kişiliğine transfer etmek amacının güdüldüğünü söyleyebiliriz. Bu yolla yurttaşlarda bir şeyler yapıldığı algısını canlı tutan iktidar siyasi çaresizliklerinin üstünü örtüyor. Sağlık sisteminin ne kadar kötü işlediğini, kamu kaynaklarının ne kadar verimsiz kullanıldığını görünmez kılmakla kalmıyor, toplumda fiili kutuplaşmayı da arttırıp en azından ellerindeki kitleyi korumayı bir süreliğine de olsa başarabiliyor.”
Kayyum ve virüs
Ahmet Murat Aytaç, kayyum meselesinin hak ve özgürlükler alanını kapatmak amacıyla kullanılan araçlardan biri olduğunu belirterek, “Burada dikkatimi çeken ve söylemeden edemeyeceğim bir durum var: Halk sağlığı alanındaki virüs problemi ile demokratik siyaset alanındaki kayyım problemi arasındaki geçişlilik bu açıdan gerçekten dikkate değer. Yani virüs canlılığını kendine ait olmayan bir bedende var olup çoğalmaya borçludur ve çoğalmasını son aşamaya kadar sürdürmeyi başardığında, içinde yeşerdiği canlı bedenle beraber kendi yaşam koşullarını da ortadan kaldırır. Kendine ait olmayan makamlarda, kendini seçmemiş insanlar adına yöneten ve etkili olan kayyım uygulaması, siyasetinin Kovid-19 salgınından önce zaten viral olduğunu bize gösteriyor. Belki korona günlerinde salgın meselesine bu perspektiften bakmakta da yarar vardır” dedi.