Sistem yıkılmamakta inat edip yıkılmamak için faşist hareketlere alan açmakta, demokrasinin sırf yüzeysel bir gösteriye indirgenerek tasfiye edilmesine yönelmekte ve böylece kontrol ettiği alanlara cehennemi dayatmaktadır
Tarihsel bir moment içinde olduğumuz gerçekliği, Devrimci Harekete (DH) zıt yönlerden yükleme yapıyor: DH ya hiç olmadığı çapta ve derinlikte inisiyatif alarak başta işçi sınıfı olmak üzere halkın içinde halkla beraber halk olarak iktidarlaşacak ya da anlam kaybına uğrayarak çöpleşecek!
Elbette süreç söz konusu uçlarda yaşanmıyor ve zaten bahsettiğimiz uçlar da öyle açık seçik kendisini göstermiyor; söz konusu uçların varlığı şimdi “melez” konumlarda bulunan siyasal güçlere her an her yerde yaptığı yüklemelerin yarattığı sonuçlardan anlaşılıyor. Akan gerçek süreçte farklı melez durumlar oluşuyor, o ya da bu uca yakınlaşma yaşanıyor ve fırsatlarla tehlikelerin iç içe geçtiği net olarak görülebiliyor. DH, kah şu kesiminde kah başka bir kesiminde sürekli sarsılıp, zorlanıyor.
Aslında olağanüstü tehlikelerle dolu bir süreç, DH olarak basit hataların bile ağır sonuçlar yaratabileceği olağanüstü hız, karmaşa ve gerginlikle yüklü bir gerçekliğin içinde adeta Sırat Köprüsü’nün üstünde yürüyoruz.
Söz gelimi, bir dönemdir sürdürdüğü parçalı ve acil ihtiyaçlarla sınırlı hareketini önümüzdeki yakın dönemde birleşik ve siyasal nitelik kazandığı bir konuma sıçratması muhtemel olan işçi hareketinin, şimdilerde yıldızı parlayan CHP ve yozlaşmış sendikacılar tarafından kontrole alınıp iktidarsızlaştırılarak sisteme içerilmesi tehlikesi yüksektir.
Yoksullaştırılan ve bütün sosyal hakları budanan işçi sınıfının yükselen öfkesi önüne konulan bentleri “kendiliğinden” aşamaz. Evet, öyle seziliyor ki şimdi biriken sınıfsal öfkenin gücü o bentleri aşmaya yeter, ama sadece güç yetmez, biliyoruz değil mi?
Peki, tam da gerektiğimiz anda ve yerde şimdiki gerçekliğe uygun bir cevap üretmeye zorunlu olduğumuzun bilincinde miyiz? Ya da başka biçimde sorarsak, önümüzdeki görevlere uygun bir duruş içinde miyiz?
Yol ayırımı
DH, en başta var oluşunu kendisiyle pratiğini de kendisini büyütmeyle sınırlı olan mevcut ilkelliğinden kopuşarak, içinde olduğumuz “Tarihsel Momenti” kendisine içselleştirmeli, onun varlığı ve talepleriyle iç içe geçmelidir. DH, tarih tarafından sahneye çıkmaya davet edilen ama şimdi nefes nefese varlık yokluk mücadelesi veren başta işçi sınıfı olmak üzere halk güçlerinin hareketinin içinde ve önünde olmak; kendi varlığını toplumsal gerçekliğin/hakikatin varlığı ve hareketinin içinde kurmak zorundadır.
Tekrar edelim, DH asla sadece “kendisiyle uğraştığı” steril bir alanda boşa vakit geçirmemelidir.
Yüzbinler zaten devrimci örgütlenmenin nesnelliği içine girmişken, “sağlam çekirdek olma” ya da tersi uçtan “üye sayısını arttırma” gibi devrimci siyasal örgütlenmenin kimi asli ve rutin ögelerini, güncelliğin zorunlu tutumlarına cevap vermeme acizliğinin maskesi olacağı bir fetiş nesnesine çevirmek mücadeleden kaçmak anlamına gelecektir.
Eh, zaten her kaçış bir parlak “steril” tutumun arkasına gizlenmez mi?
Ve, bırakalım şu ya da bu kişicil “kaçış” çabalarını, bazı “çok büyük” siyasal güçlerin “steril” bir konumlanmada kararlı oldukları, hangi “komünist” ya da “işçici” siyasal parlaklık maskeleriyle gizlemek isterlerse istesinler açık değil mi?
Eriştiği gücü ve ulaştığı alanları, sistemin her yanından döküldüğü günümüz koşullarında sistem karşıtı bir mücadele alanına çevirmeyen bir politik hareketin yaptığı “sade suya tirit” gösterilerin günümüz koşullarında hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Sosyal medyaya içerik üretme faaliyetleri olmaktan öte bir niteliği olmayan bu türden duruşlar, ne niyetle yapılırsa yapılsın ve hangi parlak biçimlere bürünürse bürünsün, bahsettiğimiz steril kalma arzusunun dışa vurumudur. Ve, takılan “Stalinist” maskelerin arkasındaki post-Marksist duruşu görmek için biraz olsun derin görüşe sahip olmak yeterlidir.
Ek olarak, sol alan içinde bir anlamı olan ama ülke çapındaki güçler ilişkisinde hiçbir anlamı olmayan güç böbürlenmeleri ya da dayatmaları, gerekli ve haklı olduğu düzeyi aşıp kendisine sevdalanmaya sıçrarsa, hangi parlaklıkla dolu olursa olsun, içinde olduğumuz olağanüstü koşullarda siyasal şarlatanlık damgasını yiyecektir.
Üstelik, hemen belirtelim, olağanüstü gerginlikle yüklü siyasal ve toplumsal gerçekliğe gözler yumularak yerleşilen steril alanlarda sözümona kazanılan “niteliklerin”, “üyelerin” ve “mevzilerin” gel-geç olmaktan öte gidemeyeceğini, kendisinden “kaçılan” gerçekliğin eninde sonunda hükmünü yürüterek onları ezip geçeceğinin de hiç unutulmaması gerekiyor.
Hatta daha da kötüsü, “steril” konumlanmalar ya da faaliyetler, şimdilerde beka sorunu yaşayan sistem egemenleri tarafından “demokratik şirinlik maskesi” ya da “kültürel bir faaliyet” olduğu bir alana sıkıştırılıp, diktatörlüğün meşruiyetini üretmek için araçsallaştıracağı zavallı durumlara düşürülecektir.
Evet, yol ayrımı çok nettir: Tarihin önünde “yüz kızartıcı” bir suçla mı damgalanacağız, elimizden geleni yapıp bütün farklı güçleriyle şu ya da bu çapta hareket ederek kendi varlığını koruyup ihtiyaçlarını karşılamaya ve aynı süreç içinde bakışımlı olarak siyasallaşmaya çabalayan halkla iç içe geçip mevcut siyasal ve toplumsal gerginliklerin içine mi gireceğiz?
Bütün zorluklarını ve gerginliklerini göze alarak, içinde sarsıldığımız tarihsel momente/siyasal ve toplumsal gerçekliğin güncel haline/hakikate girmek, orada nefes alıp vermeyi becermek, uygun konumlanmalar, ilişkiler ve ittifaklar kurup, uygun siyasal hedefler saptayarak gerçekliği etkileyip, onun hareketini olabildiği kadarıyla belirlemeye çalışmak gerekiyor. Gerçek bir siyasal özne olmanın anahtarı ancak böylesi bir hamlenin içinden çıkıp gelebilir.
Tarihsel Moment
Küresel ve yerel düzeyde birbirinden beslenen bir dizi kriz ekseni günümüzde ortaklaşarak yeryüzündeki yaşamı belirliyor.
Sistemin kendi yapısal özelliklerinin ürettiği toplumsal ve siyasal gerilimleri içerip çözme kapasitesi zayıflamakta ve üstelik çözülemeyen gerilimler hızla farklı şiddetlerdeki krizlere hatta çatışmalara dönüşmektedir. İşte, günümüzün kapitalist dünya gerçekliğini “Tarihsel Moment” olarak belirlememiz, o gerçeklik krize dönüşen birçok siyasal ve toplumsal sürecin kesişme alanı olduğu için gerçekçi bir tespittir.
Çoklu krizler, kaotik durumlar ve hatta şimdilik sınırlı alanlarda kendisini gösteren kaos; işçi sınıfının köleleştirilmeye sürüklenmesi, yoksulluk, işsizlik; kâr oranlarının düşme eğiliminin desteklediği ekonomik krizler ve her an patlayabilecek finansal balonlar; su ve gıda kıtlığından bulaşıcı hastalıklara küresel ısınmadan hava kirliliğine uzanan geniş bir alanda gerçekleşen ekolojik felaketler ve sermaye güçlerinin yaşananlara hiç aldırmadan artan hızda sürdürdükleri ekolojik yıkım faaliyetleri; küresel hegemonya boşluğunun gittikçe netleştiği oranda yeryüzüne yayılan savaşlar; erkek egemenliği sisteminin sermaye güçleri tarafından kışkırtılan saldırılarının yaşamı kadınlar için işkenceye çevirmesi; yüz milyonların kapitalizmin önce sömürgecilikle sonra emperyalist talanla zenginliklerine el koyduğu yerel coğrafyalarından kopup kendilerinden çalınan zenginliklerle inşa edilen emperyalist metropollere göçü! İşte, kapitalizmin güncelliği!
Öyle görünüyor ki, ömrü 500 yılı aşan kapitalist sistemin tarihsel sınırlarına yaklaşıyoruz. Ancak, sistemin egemenleri ellerindeki muazzam güçleri kullanarak kapitalizmi sürdürmeye kararlıdır. Sistemin ömrünün tükeniyor olması, asla onun kendiliğinden yıkılacağı anlamına gelmiyor; tersine, egemenler kendi sonlarıyla birikte yeryüzündeki canlı yaşamı da inanılmaz bir kabusa sürüklüyor.
Daha şimdiden, işsizlik, yoksulluk, ekolojik felaketler ve savaşlarla kuşatılıyoruz!
Açık değil mi, sonlarını gören sermaye güçleri cehennemi yeryüzüne indirmeye çalışıyor!
Öte yandan, toplumsal yaşamı cehenneme sürükleyen sistemin kriz dinamikleri doğurduğu yıkıcı sonuçlarla sistem karşıtı toplumsal dinamikleri harekete geçirmekte ya da en azından harekete geçirici potansiyelleri doğurup sürekli beslemektedir. Farklı içeriklerle yüklü bir dizi anti-kapitalist toplumsal ve siyasal hareket yeryüzünün neredeyse bütün coğrafyalarında hareket halindedir.
Gelin görün ki, sistemin tarihsel düşmanı işçi sınıfının komünist hareketi böylesi bir tarihsel momentte belirleyici inisiyatif alamamaktadır.
90’larda Sosyalist Sistem’de yaşanan çözülüşle açığa çıkan ama aslında daha uzun bir tarihe ve içeriğe sahip olan güçsüzlük ve inisiyatifsizlik, onu ortaya çıkaran ‘90 çözülüşüyle açıklanamaz. Komünist hareket sosyalist sistemin çözülüşünden gereken dersleri çıkaramamakta ve özellikle de kapitalizmin yaşadığı dönüşümlere uygun paradigmal dönüşümler üretememekte, eski konumlanmalarda ısrar etmekte ya da “yenilik” maskesiyle sistemin radikal reformcu kanadına dönüşmektedir.
Ancak, “Tarihsel Moment” geçici değil, sistemin çözüm üretme kapasitesine sahip olmadığı çözümsüz krizlerin ürettiği bir kalıcı statüdür. Bu durum, kendisini sürdürmek isteyen egemenlik sistemlerinin teknik-askeri olarak sürekli daha güçlendiği, ama aynı zamanda toplumsal alanda meşruiyet kaybına uğrayarak çözülme potansiyeliyle yüklendiği özgün bir gerçekliğin oluşmasını beslemektedir.
Sistem yıkılmamakta inat edip yıkılmamak için faşist hareketlere alan açmakta, demokrasinin sırf yüzeysel bir gösteriye indirgenerek tasfiye edilmesine yönelmekte ve böylece kontrol ettiği alanlara cehennemi dayatmaktadır. Tam da bu açmazıdır ki, sistemi dayattığı cehennemi kabul etmeyen toplumsal güçlerin isyanlarıyla artık bazı alanların kontrolünü kaybetmek zorunda kalacağı bir özel tarihsel konuma doğru sürüklemektedir.
İşte, sistem karşıtı toplumsal hareketlerin farklı ittifaklar kurarak ortaklaşması, ortak düşman kapitalizmin dayattığı köleleşmeye karşı, günümüze özgü bir toplumsal özgürleşme sürecini fiilen inşa edebilir, hatta sistem dışı bir iktidarlaşma aşamasına sıçrayarak günümüze özgü bir “İkili İktidar” gerçekleştirebilir.
Üstelik, mevcut gerçekliğe uygun bir özel komünist duruşu inşa ederek tarihin sahnesinde yeniden inisiyatif kazanacak komünist hareketler, olası bir toplumsal özgürleşme sürecini sistemi tasfiye edecek bir aşamaya dek taşıyabilir.
Evet, siyasal devrim hedefine doğru yürüyüşünü toplumsal devrim süreciyle bakışımlı bir ortak süreçte yürütebilecek, kalıcı bir “İkili İktidar” olasılığını gözeten, kendi örgütlenmesini “Parti” ile sınırlamadan “Anti-Kapitalist Alana” doğru genişleten ve bu dönüşümde kendi özel tarihsel konumunu koruyup hegemon hale getirmeyi becerebilen bir komünist duruş!
Yerellik
Türkiye, küresel düzeyde yaşanan bütün krizleri doğrudan yaşamakta, ek olarak bir dizi yerel krizle de zamanın akışıyla artan oranda sarsılmaktadır. Ülke, küresel, bölgesel ve yerel krizlerin kesiştiği bir cehennemi coğrafyaya dönüştü. Kaotik durum kalıcılaştı, üstelik kaos olasılığı da “içeri girebilmek” için kapıyı sürekli zorluyor.
Faşizmin kurumsallaşması sürecini yürüten, ama sürecin anayasal statü kazanmasını başaramadığı için aslında “hukuki” değil ancak “fiili” bir dayatma olabilen özel bir iktidar tarafından yönetiliyoruz. İktidar ne hukuki ne de toplumsal onay açısından meşru değildir. Seçimleri de ancak hilelerle kazanabilen iktidar alanı, ele geçirdiği devletin gücüyle kendisini de bağlayan sistemin yasalarını geçersiz hale getirdi. Neyin ne olacağına artık yasalar değil iktidar karar veriyor. Yasasız devlet, çeteleşmiş devlettir.
İktidar, devleti çeteleştirmesi yetmemiş olacak ki, hala süren meşruiyet ve güç eksikliğini devlet şiddetini sürekli arttırarak ve mafya ile kutsallık halesiyle kaplanarak hiçbir yasayla denetlenmeyen tarikat görünümlü hepsi holdingleşmiş çetelerle iç içe geçerek gidermeye çalışıyor.
2016 darbe girişimiyle açığa çıkan “Devlet Krizi” ise, farklı biçimlere bürünerek sürmekte, sürdükçe devletin varlığının sorgulandığı ve zamanın akışında daha da fazlasıyla sorgulanacağı bir duruma sürüklemektedir. Güçlenip zayıflayan kararsız bir seyir izleyen ama hep süren devlet içi fraksiyonların uyumsuzlukları ve bu uyumsuzlukların bazen yüksek gerginlikle yüklenmesi devlet krizinin bir ögesidir. Devletin yasasızlaşıp çeteleşmesi de devlet krizinin başka bir yönüdür.
Aynı iktidar, küresel savaş sürecinin Ukrayna’dan Irak ve Suriye’ye, İsrail ve Filistin’den Yemen ve İran’a uzanan merkez alanının tam da merkezinde olan yerel coğrafyamızda; gerek yerel sermayenin hegemon olacağı bölgesel pazar talebinin zorlamasıyla, gerekse de bölgedeki kapitalist devletler arasında yaşanan egemenlik çatışmalarından çıkıp gelen rasyonellerin dayatmasıyla bölgede hegemon devlet olmaya çalışıyor.
İktidarın önceden hevesle elini attığı bölgemizin neredeyse tümündeki olağanüstü gerginlikler, ülkeyi günümüzde hızla bütün bölgeye yayılma potansiyeli taşıyan savaşların içine çekme riskini taşıyor.
Ancak, ülkede sadece iktidar ve onun muhalifi sistem içi güçler yok; oluşan cehennemin ateşiyle yüzleşen farklı toplumsal güçler de hareket halindeler.
Devrimci Hareket, zaten hareket halinde olan ama birbirinden farklılaşıp demokratik-halkçı ya da anti-kapitalist içerikler taşıyan muhalif toplumsal güçlerle iç içe geçmeli, her özel hareketin kendi ihtiyaçları için özgün biçimlere ve içeriklere bürünen mücadelesine (asla araçsal ya da indirgemeci yaklaşmadan) katılmalıdır.
Aynı zamanda, söz konusu mücadelelerin ortaklaşacağı demokratik-halkçı ve anti-kapitalist toplumsal özgürleşme alanlarının inşasına yoğunlaşmak gerekiyor.
İşçi sınıfının hareketi, komünistlerin özellikle yoğunlaşacağı ve yaşanan kaotik ortamda tutunacağı omurga olacaktır.
Kürt halk hareketiyle stratejik ittifak, asla pazarlık konusu yapılmadan olmazsa olmaz düzeyde bir netlikte hayata geçirilmelidir. Ahmakça akıllar vererek ya da alçakça iftiralarla veya başka biçimlerde uydurulan bahanelerle Kürt hareketinden uzak durmak, günümüz koşullarında sistemin icazet alanında konumlanmak anlamına gelir.
Bu “steril” duruş, başlıca iki kaynaktan besleniyor; ilki, devletin zorundan ve halk içindeki Kemalist ya da ırkçı-şoven önyargıların baskısından kurtulma isteğidir; ikincisi, bizzat bu güçlerin kendilerinin de ulusalcı-Kemalist ön yargıları taşıyor olmalarıdır.
Sonraki yazıda mevcut faşist kurumsallaşma sürecine karşı toplumsal güçlerin direnişinin yapısı ve farklı ittifaklara bürünmeye yazgılı olan biçimine/biçimlerine değineceğim. Sadece “direnişe” değil, “iktidarlaşma” perspektifine de!