Seçimlerin klasik “oy sayma” işlemi bitti ama komplocu amaçlara hizmet eden hengame devam etmekte ve ortamın yarattığı “girdaptan” yararlanarak herkesi ketenpereye getirerek seçim kazanma peşinde koşanların ipleri pazara çıkmaya başlıyor. Muş’ta ve başka yerlerde HDP’nin itirazları reddedilirken İstanbul gibi on binlerce oy farkına rağmen yapılan “itirazlar” yerinde bulunup seçim yeni baştan ele alınıyor. Seçim sonucu ne olursa olsun yeni bir aşamaya girilmiştir. Bu seçimlerde kesilen saçı herkesin kendi önüne düşmüş ve “rengi” görülmüştür. Yani Türkiye’nin önünde duran sorunlar alenilik kazanmıştır. Anlaşıldığı gibi ekonomide kontrol kaybedilmiş, enflasyon “zıvanadan” çıkma noktasına tırmanmıştır. Alışagelmiş politik yöntem iflas etmiş, dış ilişkiler kangrenleşmiş, en önemlisi “alternatifi yoktur” denilen AKP iç çatışmalar sürecine girerek “güvenirliğini” yitirmiş, karşısına “alternatif” olabilecek seçenekler ulusal ve “uluslararası” güçlerle konuşulmaya başlandığı sızıntılarının yaygınlaştığı duyulur olmuştur.
Bu yazının amacı, ne Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma dikkat çekmek, ne de rejimin uyguladığı baskıcı uygulamaları tekrar etmektir. Bunların zaten bilinen şeyler olduğu herkesçe görülmektedir. Seçimlerin gösterdiği sonuçlardan hareketle “kendimize” eleştirel bakmaya çalışmak güncel temel görevlerden olmuştur. Ama bundan önce şunu söylemek boynumuzun borcudur. Kürt halkı ve onunla birlikte hareket eden demokrasi güçleri, iktidarların baskı ve şiddet uygulamalarına ve savaş naralarının arşa çıktığı bir zamanda ve de en önemlisi demokratik (legal) siyasetin yıllardır taşıdığı bünyesel zaaf, eksiklik ve dağınıklığına rağmen halkın gösterdiği özveri ve elde edilen başarı çok önemlidir. Şimdi halkın gösterdiği bu özverili davranışı ve sarfettiği emeğinin “daha nitel” bir konuma yükseltilmesi için örgütsel zaafları gidermenin ve “Kürt paradigmasının” gereğince özümsenmesi için silkinme zamanıdır. Gelinen noktaya bakıldığında bir kez daha görülüyor ki devrimci Kürt paradigması hem legal siyasi hareketin tabanında yeterince kavranmamış, hem de “birleşenleri” bu paradigmanın yaşamla buluşturulmasında gerekli özeni gösterememiştir. Legal siyasi yapı içindeki kimi “birleşen” grupların zaman zaman grup çıkarını öne çıkaran bir “şirket ortaklığı” gibi davranması eksiklerin giderilmesini önleyen bir engele dönüştüğünü gösteriyor. Parlamento ve idari kurumların ekonomik ve “manevi” cazibesi ile adeta bir “ruhban sınıfı” yaratılması kimilerinin iştahını kabartmış ve ciddi derecede zaaflara yol açarak mücadelenin devrimci çizgiden uzaklaşmasına basamak oluşturuyor. Bu davranış “bileşenlerin” bir kısmının grupçu ve menfaatçi davranmalarını da teşvik etmektedir. Bir başka zaaf, özen gösterilmeden, gerekli birikimlere sahip olmayan “kişilerin” ve yöneticilerin seçilmesi hem “ahbap-çavuş” ilişkilerinin yeşermesine, hem de kurumların erozyona uğramasına neden olmaktadır. Daha önemlisi eleştiri adı altında yapılan yüzeysel tartışmalar, göstermelik sığ içerikli “düşünceler” ve lafazan sözler hem insanları bıktırmış hem de gerekli kurumlarda (kongrelerde) delegelerin konuşmasının önüne bariyerler konulmasına neden oluşturmuştur. Bir nevi “havanda su dövme” niteliğindeki laflarla sorunların tespiti ve bu sorunların çözümü için zorunlu olan devrimci yönetimlerin oluşmasını engelliyor. Benzeri birçok nedenlerden dolayı legal siyasetin yapısal olarak dağınıklık yaşıyor olması zaaf oluşturan başka bir etmen olmaya devam etmektedir.
“Kürt devrimci hareketiyle” siyasi legal yapılanma arasında olması gereken siyasi, ideolojik ve pratik “uyumun” yeterince yaratılamamış olması, eksik ve zaaf yaratan etmenler hem seçim çalışmaları sürecinde hem de alınan seçim sonuçlarında kendini göstermektedir. Eksikleri giderecek yasal siyasi kadroların yeterince yaratılamaması her “kesitten devrimci” güçlerin eksiği olarak görülmelidir. Seçim sürecindeki çalışmalar bu eksiği herkese çok net bir şekilde göstermiştir. Kadroların “yetkileriyle” değil ancak ve ancak “yetenekleriyle” gerekli olan devrimci görevlerini yerine getirebileceklerini artık anlayıp kavramak bir zorunluluk olmuştur. Bu konuda kime ne görev düşüyorsa objektif olarak yerine getirmek zorundadır. Senelerdir bu konuda var olan eksikler ve zaaflar bir türlü giderilemiyor. Sorunları yapısal ve niteliksel ele alma yerine “geçiştirmelerle” işin içinden “çıkılmaya” çalışılması ne kimseye yarar getiriyor ne de sorunları çözmeye yarıyor. Seçim sonuçlarından çıkarılacak en önemli derslerden birisi de budur. Seçim sonuçlarının gösterdiği bir başka göstergede başta Kürt illeri olmak üzere tüm Türkiye’de Cumhur İttifakı’na çok ciddi bir tepkinin olmuş olmasıdır. Buna açlık grevlerin geldiği nokta da katılırsa legal siyasetin yeniden yapılanmasının önemi kendiliğinden anlaşılmaktadır.