15 Temmuz 2016’dan sonra tüm coğrafyamızı kaplayan OHAL karanlığıyla birlikte kitle hareketinin dikkate değer bir şekilde zayıfladığı; faşizmin ideolojik-politik ve kültürel hegemonyasını dünden daha güçlü bir şekilde kurumsallaştırdığı bir dönemde, bu şiar ilk bakışta biraz şaşırtıcı gelebilir.
Ne var ki bu söylemin muhtevasına ve iddiasına daha yakından bakarak sakin kafayla düşünmek fikrimizi değiştirecektir.
Bilindiği üzere “devrim”, bir toplumsal sınıf veya tabakanın iktidarı elinde bulunduran sınıf ve katmanlara yönelik şiddet, zor ve değişim hareketidir. Başka bir deyişle “devrim” dediğimiz olgu, toplumsal bir alt üst oluştur. Bu sürecin toplumlar tarihini ileriye götürüp götürmeyeceğinin belirteci ise açık ki bu harekete önderlik eden politik güç ve sınıftır.
Burada bizim için dikkatlerin asıl çekilmesi gereken nokta ise “devrim” dediğimiz süreci açığa çıkaran gerçekler olacaktır. Devrim, aşağıdan bir değişim talebiyse bizim için, o halde hareket halinde olan, bulunduğu toplumsal durumu, pozisyonu, statüyü kabul etmeyen ve buna karşı sürekli bir itiraz halinde olan sınıf, tabaka veya katmanları karşımızda görmeliyiz. Başka türlü söylersek “devrim”in fitilini ateşleyecek, onu bağrında büyütüp, besleyecek toplumsal çelişkiler söz konusu olmalıdır. Olması da yetmez bu çelişkilerin kendini görünür, toplumu da sarsıcı, devinim yaratan bir biçimde ortaya koyması gerekir.
Açık ki “devrim” müesses nizama istikrarlı bir karşı koyuştan beslenir, onunla büyür ve hedefine ulaşır. Görüldüğü gibi bu bir süreçtir. Biz onu özgürlük isteyenlerin hâkimiyet kurmasıyla paranteze alsak da süreç daha karmaşık ve süreğendir. Başkan Mao’nun Çin devriminden sonra Marksist literatüre kazandırdığı “sürekli devrimler” paradigması da bunu anlatır. Özetle, “devrim” ezilenler iktidarı aldıktan sonra da devam eden bir süreçtir der Mao.
Toparlarsak; “Devrim” güncelse, değişim isteği bakiyse, biz bu durumu, bunu isteyen toplumsal sınıf ve katmanlarda, onların yaşadıkları sorunların birer yansıması olan sınıfsal, ulusal ve mezhepsel ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ait çelişkilerde görebilmeliyiz. Yaşadığımız ağır gözaltı, tutuklama ve katliam politikalarına rağmen açıkça dile getirmeliyiz ki, işçi sınıfı her şeye rağmen hakları, geleceği ve onuru için direnmeye devam ediyor. Kürt ulusu, faşizmin imha, inkar ve işgal politikalarına karşı dört parçada amansız bir direniş sürdürüyor.
Kadın ve LGBTİ+’lar erkek egemenliğine, homofobi ve transfobiye karşı sokakları terk etmiyor. 25 Kasım’da Taksim’de ortaya konan kadın iradesi, toplumu değiştirecek, dönüştürüp ileriye taşıyacak güçlerden birisinin neresi olacağına da işaret ediyor.
Aleviler, Türk İslam senteziyle asimilasyona karşı varoluş mücadelesini her şeye rağmen sokakta sürdürüyorsa; evet değişim isteği, iradesi, hala kanlı canlı bir şekilde karşımızda demektir. İran’da molla rejimine karşı kadınların öncülüğünde başlayan ve İran halkını birleştiren, 500’den fazla insanın katledilmesine, binlercesini tutuklanmasına ve idamlara rağmen sönümlenmeyen isyan, “devrim”in Ortadoğu’da hala güncel olduğunu gösteriyor.
Dünyanın dört bir yanında sadece son 3-4 yıl içinde yaşanan halk isyanlarının anlattığı da budur!
Elbette, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’nin 50 yıllık mücadelesiyle, ağır bedellerle, ilmek ilmek ördüğü devrimci direniş olmasaydı, Rojava Devrimi mümkün olmayacak; Ortadoğu’nun kadını yok sayan, mezhepçi, tekçi rejimlerinin ortasında demokratik, ilerici, bir örnek ortaya çıkamayacaktı.
Devrimci hareketin, Türkiye, T. Kürdistanı’nda zayıfladığı bir gerçekken buna tezat bir şekilde hemen her alanda çelişkiler büyük bir yangına dönüşmüş durumda. Devrimciler, düzenin restorasyonunu değil ezilen emekçi kitlelerini kurtuluşa götürecek yegane yolu, “devrimi” ve de alternatif toplumsal sistemlerini örgütlemeyi hedefler.
Tarihin köstebeği kazmaya devam ederken, “devrim” güncel olmanın ötesinde hala ve her şeye rağmen mümkündür.
Devrim, onu güncel kılan toplumsal sorunlar ve çelişkilere temas edecek, müdahale edecek doğru bir politik önderlik inşa edildiğinde kuşkusuz gerçekleşecektir ki Rojava Devrimi bunun yaşayan bir kanıtıdır!