Buyrun burdan yakın! Yine 1960’ların Mehmet Şevki Eygi’sinin Bugün Gazetesinin, Komünizmle Mücadele Derneklerinin söylemine geri döndük: “Sol zihniyet, bu komünistler, bunlar hiçbir zaman vatansever değildir, milliyetperver değildir!”
1960’larda bütün dünyadaki gelişmelere paralel olarak, solun, sol düşüncenin yaygınlaşmasına karşı TC devleti, faşist hareket henüz pişirilme aşamasında olduğu için, o dönemin İslami hareketi devreye sokuldu.
Gülen cemaatinin, cumhurbaşkanları, başbakanlar, Meclis başkanları, bakanlar çıkarmakla öğünen MTBB’in Sol ve Kürt düşmanlığı kökünü o yıllardan alır.
Şimdi sözde antiamerikancı, antiemperyalist geçinen kesimin 1969 Şubat’ında kitlesel 6. Filo protesto eylemine karşı nasıl seferberlik ilan ettiği ve devletin polisinin aradan çekilivermesi ile nasıl bir pogrom girişiminde bulundukları, Kanlı Pazarı yarattıkları asla unutulmayacak.
Bu sözde infial eyleminden önce Dolmabahçe Camii’nde namaz eda ekerken arkalarındaki Amerikan savaş gemileri onları rahatsız etmediği gibi, tersine cesaretlendiriyordu.
Kanlı Pazar öncesi hafta bütün İstanbul eylemliliklere tanık olmuştu.
Daha 6-7 ay önce 6. Filo yine İstanbul’da boy göstermiş. Sembolik eylemlerle protesto edilirken, şiddeti sahneye sokan, Demirel Hükümeti olmuştu.
1968 temmuzunda, Teknik Üniversiteyi basan polis, Fikir Kulupleri Federasyonu üyesi, İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi Vedat Demircioğlu’nu camdan aşağı attı.
Önce komaya giren Vedat ölünce, gençlik kitlesinin öfkesi taştı, Cağaloğlunda toplum polisi ile çatışma yaşanırken, ertesi gün Amerikalı askerler, Dolmabahçe’den denize atıldı.
Halktan insanların Amerikalı askerleri linç etme girişimini, yine öğrenciler önledi.
Aradan 6-7 ay geçtikten sonra 6. Filonun İstanbul’u yeniden ziyareti aslında bir provokasyondu.
Ziyaret sırasında, İslami/Milliyetçi kesimi seferlik haline sokan “paralel” bir çalışma yürütüldü.
Üniversite gençliği ise en kitlesel protestolar içinde yer almaktaydı.
Çemberlitaş’daki Kız Öğrenci Yurdunda devasa bir kırmızı bayrak dikildi. Üstünde yazın 6. Filo eylemlerini protesto eylemlerinde öldürülen Vedat Demircioğlu’nun resmi vardı. Beyazıt Kulesi’nin tepesinde dalgalandırılınca, kıyamet koparıldı.
Gülen’in KMD’leri seferlik halindeydi, MTBB’ilerde belediye başkanları, bakanlar, meclis başkanları çıkaracak olan Mücadele Birliği militanları harekete geçti.
Bugün Gazetesi , “Komünistler Beyazıd’ a Kızıl Bayrak çekti” manşeti ile çıktı, bir yandan da Endonezya’daki “solkırım” örnek gösteriliyor, ballandıra ballandırıla anlatılıyordu.
Meydana ilk giren birkaç bin kişi arasında idik, birden arkamızdaki kitle ile bağımız toplum polisi tarafından koparıldı. Gezi Parkı’na yığılmış ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinden, bir çeşit Cihat havası ile taşınmış kin ve öfke dolu güruh ile arada sözde Toplum polisinin oluşturduğu bir mania vardı, tam parkın merdivenleri üzerinde. Bunlar aradan çekiliverince, barajın boşalan suyu gibi üstümüze taşlar yağmaya başladı, sopalar ve bıçaklar ile taş yiyip yere düşenlere girişiyorlar, Toplum polisi ise izlemekle yetiniyordu. Yüzümü gelen taşlara dönüp, kendimi bunlardan sakınarak, tam yokuşun başındaki Eczanenin olduğu apartmana sığınmayı başardık bir grup ile. Çıktığımızda etraf bir yangın yeri gibiydi. Cihatçılar Gezi Parkı’ndan saldırırken, toplum polisi ise onbinleri Gümüşsuyu’ndan aşağı sürmekle meşguldü. 68’de Amerikan askerlerinin denize dökülmesinin rövanşını almışlardı.
Kanlı Pazardan sonra FKF’liler olarak yılmadık. Kıyımı protesto için üçlü tertip komitesi olarak İstanbul Vilayetine başvuruda bulunduk. Benimle birlikte, bu komitede İÜ Hukuk Fakültesi temsilcisi olan Ertuğrul Günay yer almıştı. Üçüncü arkadaş kimdi hatırlamıyorum. Tabii İstanbul Vilayetinden evlerimize gelen bir yazı ile görülen lüzum üstüne bu protesto eylemine izin verilmediği bildirildi.
1969 yazında ise “komando kampları kurularak” infaz timleri eğitilmeye başlandı.
Ülkücülerle Deniz ve arkadaşlarının sopalı kavgaları oluyordu ama, silah kullanılmıyordu.
1969 yılında ilk bıçaklama eylemini gerçekleştiren, Mücadele Birliğinden İslamcı bir militan oldu. Kimbilir şimdi hangi makamdadır! İktisat Fakültesinden arkadaşımız Yücel Özbek’i bıçakladı. (İslamcı kardeşimizin beceremediğini Filistinde İsrail ordusu becerdi ve Yücel ile birlikte 68 kuşağından romantik devrimci arkadaşların canını aldı.) Ülkücüler zoru gördü mü o dönem kaçıyorlardı. İslamcılar ise, “şehit” olmayı göze alıp, işi bıçak kullanmaya kadar vardırıyorlardı.
1969 sonbaharı ile birlikte, yetiştirilen kendini komando diye nitelendiren infazcılar snaypırlıklarına başlayıp kalleşçe devrimci arkadaşları, İstanbul ve Ankara’da vurmaya başladı.
Annem Safiye hanım, Demirel’i “Öğrenci Katili” diye anardı.
Aydın Engin’in “Devri Süleyman” diye harika bir müzikal oyunu vardı. Kapalı gişe oynardı. Anadolu turnelerinde ortalık kırılırdı. 1969 yılında Aksaray’daki tiyatroyu yaktılar. “Derinlerimizin” bir de, “yakma” gibi kötü bir alışkanlıkları vardır. Yada tam “Cadı Kazanı” oynarken, AKM’nin yanması, Tepebaşı Tiyatrosu’nun yanması… Şan Sinemasının, yine “gıcık kapılan” bir müzikal sırasında yanması gibi. Neyse bu ayrı bir yazı konusu.
İlk kurşun, İÜ Öğrenci Birliği seçimi için Ankara’dan gelen ÖDTÜ öğrencisi Taylan Özgür’e sıkıldı. Ama bu Ülkücülerin de İslamcıların da işi değildi. Doğrudan devletin bir servis elemanı idi…
Arkasından yangın tutuştu zaten. Öğrenci kitlelerini yıldırmak için peş peşe vurmalar, buna karşı öz savunma çabaları başladı. Bu arada yasal makenizmalar da kullanılarak, öğrenci birlikleri, federasyonları, yani öğrencilerin yığınsal örgütlülükleri tasfiye edilmeye girişildi.
15 Temmuz gibi, 12 Martta da darbe içinde darbe yaşandı, 9 Martta başlatılacak olan ve istihbaratı alınan darbeye karşı 12 Mart darbesi düzenlendi. Demirel hükümeti sözde düşerken, beceremediği tasfiye işini Nato subayları üstlendi, sözde sivil politikacıların işbirliği ile; aynen 28 Şubat’ta olduğu gibi parlamento kapatılmadı.
1980 darbesi öncesi yaşanan fiili iç savaşta, İslami kesim, taraf olmadı. Ülkücülerin bazı gençlik önderlerini infaz etmesine karşın. Bu konuda kimi sol kesimlerle temasta bulundukları da söylenir.
Bu ise, 12 Eylül döneminde “sessiz ve derinden git” politikası yürüterek güç sağlamalarını olanaklı kıldı.
Evet, aradan on yıllar geçti. Şimdi “yeni devlet”i ilan edecek kadar rahat hissediyorlar ve iddialılar.
1960 sonrası geçen on yıllardan sonra, “gençlik ideallerini” gerçekleştirme yolunda olduklarını düşünüyorlar. Sıra artık, “yeni insanı”, “yeni toplumu” yaratmakta!
Sadece İran İslam devriminin değil, bir anlamda Çin devriminin kavramlarını ödünç alıyorlar: “Kültür Devrimi”, “Yeni Devlet”, “Büyük Sıçrama” gibi…
Ama bu bir “Geriye Büyük Sıçrama” ve “Kültür Karşı-Devrimi”…
Ama enseyi kararmamak gerek. Bu coğrafya 200 yılın kazanımlarını kolay harcatmaz.