Seçim bitti ama günlerdir kesinleşmiş sonuçları alamıyoruz. Seçilenler mazbatalarını almakta zorlanıyorlar. Çünkü seçilip seçilmedikleri belli değil. Daha doğrusu neredeyse bütün partiler alınan ilk sonuçlara itiraz ettiklerinden yeniden sayım işlemleri devam ediyor. Bu nedenle de kimin seçildiği tam netleşmedi.
Tabii ki çeşitli nedenleri var bu durumun. Ama diyebilirim ki temel neden seçim sonuçlarının manipüle edilebileceği ile ilgili kuşkular. Daha doğrusu, sandıktan çıkan sonuçların tutanaklara geçirilirken partilerin, özellikle de iktidar partisinin bir yamuk yapıp sonuçları kendi lehine çevirebilme olasılığı. Tabii ki benzer işleri yapma olasılığı muhalefet cephesiyle ilişkili de düşünülebilir ama açıktır ki bu seçimin bütün lojistiği iktidar partisi tarafından hazırlanmış olduğundan bu daha düşük bir olasılık.
Ama bence ortada bu belirsizliklerin ve birbirine duyulan güvensizliklerin ana nedeni kurumsal olarak devlet sisteminin çökmüş olmasıdır. Devlet ve hükümet ile ilgili kısa tanımları hatırlayacak olursak bu iddiamı sanırım daha iyi anlatmış olurum. Devlet bir ülke için ortak iyiyi ve genel iradeyi temsil eder. Hükümetler ise farklı ideolojik tercihleri olan yönetim erkini. Devlet kurumları hükümetlerin ideolojik tercihlerine karşı duyarsız, topluma karşı ise tarafsız kurumlardır.
Bu kısa tanımlardan gidersek bugünkü Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi devlet kurumlarının hükümet kurumları haline getirilmiş bir türünü oluşturuyor ve bu nedenle de bugün Cumhurbaşkanı ve hükümeti “devletin” yerine geçmiş durumda. Ne demek istiyorum?
Demek istediğim, “Cumhurbaşkanı ve hükümetinin,” ortak iyiyi ve iradeyi tarafsız bir biçimde temsil edecek olan devleti değil tam aksine siyasi bir ideolojinin temsilcisi olarak taraflı ve kendi taraftarlarının lehine davranan bir hükümeti temsil eder hale gelmiş olduğudur. Bu durumun çok tehlikeli bir yönetim modeli ima ettiği açıktır. Hele hele toplumda yaratmış olduğu kutuplaşmış siyaseti düşünürsek, oluşan model tam anlamıyla “çatışmacı” siyasi bir model durumundadır.
Bugün toplumun devlet kurumlarına güvenmemesi ve alınan seçim sonuçlarının yeniden yeniden sayılmasını istemesi bu güvensizliğin, dolayısıyla da bu yönetim modelinin çarpıklığını ortaya koyan siyasi bir kriz halidir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi bir garabettir. Herkesi temsil eden bir devletin ve kurumlarının toplumda farklı ideolojik tercihleri olan bir kişi ve elitinin kontrolüne geçmesi ve böylelikle toplumun diğer farklı ideolojik tercihleri olan kesimlerin dışlanmasıdır. Ben bu duruma, devletleştirme, özelleştirme gibi terimlerden giderek “Hükümetleştirme” adı veriyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve partisinin “devleti” “hükümetleştirdiği,” yani tarafsız ve tüm toplumun iradesini yansıtması gereken devlet kurumlarını hükümet kurumları haline getirmiş olduğunu iddia ediyorum.
Örneklerim çok. Yalnızca, kanunlarında belirli bir “bağımsızlık” gözetilerek oluşturulmuş bütün “düzenleyici kurumların” bugün artık bakanlıkların içinde bir bağlı kuruluş haline geldiği tartışmasız bir biçimde ortada. Alın BDDK’yi, alın SPK’yi, alın Rekabet Kurumunu, alın EPDK’yi, alın RTÜK’ü, alın TRT’yi, alın AA’yı, saymakla bitmez… Bugün bütün bu kurumlar “devlet” değil “hükümet” kurumları haline gelmişlerdir. Yani “hükümetleştirilmişlerdir”. Tabii bunların yanında YSK’nin, AYM’nin, HSYK’nin ve diğer bir çok hukuk kurumunun da “hükümetleştirildiğini” biliyoruz.
Kısacası bugün siyasi olarak da ekonomik olarak da yaşadığımız kriz hali, ne dış güçler, ne iç düşmanlar ve ne de diğer saçma gerekçelerle değil doğrudan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin yanlış bir yönetim sistemi olmasıyla ilgilidir. Toplumun birliğini ve birlikte yaşama iradesini bozan bu sistemden kurtulmadıkça kriz hallerinden de kurtulamayız. Bizden söylemesi…