Cemaatin tecrübeli gazetecilerinden biri Levent Kenez. Tr724’de yazıyor. Son yazısı “bu son seçimim” diyen Erdoğan üzerine. Ona göre Erdoğan yalan söylüyor. Haklı. Daha önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde de “bu son seçimim” demişti. Vefa oyları istiyor. AKP’den yüz çevirmeye hazırlanan kitlelerin bir kısmı, “giderayak adama sırt çevirmeyelim” desinler diye duygu sömürüsü yapıyor.
Ama Kenez uyarıyor: İnanmayın.
“Yasa çok açık; eğer Meclis erken seçim kararı alırsa cumhurbaşkanının o dönemi yapılmamış sayılıyor. Geçtiğimiz seçimde onursuz YSK üyeleri 3. kez aday olduğu halde neye karar vermişti? İkinci kez aday olduğuna…
Meclis’te erken seçim kararı alınarak yeniden aday olacak, hem de tahmin edilenden daha erken bir seçim olacak.”
Demek ki Kenez “tahmin edilenden daha erken bir seçim olacağını” düşünüyor.
Ama birkaç paragraf sonra farklı şeyler yazıyor.
“Yine birileri yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’nın yanında bazı büyükşehirlerin de AKP tarafından kaybedilmesi halinde erken genel seçim için bir baskı ve iklim olacağını öngörüyor. Bu da komik…”
Demek istediği şu: Erken seçim olacaksa buna yine Erdoğan karar verir. Muhalefetin hem seçimi kazanması “komik”, hem de “baskı” ile Erdoğan’ı erken seçime zorlaması “komik.” Belli ki Cemaat Erdoğan’ın karşısında havlu atmış. Özetle umut yok diyor. Eski ortaklarının Cemaati allem edip kallem edip silip süpürmesi karşısında umudunu kaybetmiş.
Onların havlu atması ya da umutlarını kaybetmesi bizi ilgilendirmez. Ama Kenez gibiler yazdıkları her yazıda umutsuzluk yayıyorlar. Erdoğan’ın önünde dört yıl varmış. Dört yıla kalmadan erken seçim kararı alır, o seçimden yine galip çıkar, bir beş yıl daha iktidarını sürdürürmüş. Sonra yeniden bir erken seçim kararı daha. Hak vaki olana kadar bu adam iktidardan kat’iyyen inmez demeye getiriyorlar. Ekonominin de düzeleceğinden ve Erdoğan’ın her yeni erken seçim kararından sonra halka seçim hediyeleri dağıta dağıta o erken seçimleri kazanacağından Gülen’e inandıklarından fazla inanıyorlar.
Anlamak mümkün. Yenilmişler. Halka küsmüşler. Çakma darbede Erdoğan’a destek veren CHP’yi, İyi Parti’yi, cümle muhalefeti defterlerinden silmişler. Bir başlarınalar. Devletin dışında bağımsız güçleri yoktu. En tepeden en sondaki Cemaatçiye kadar devletin arşivinde isimleri yazılı. Devletteki güçleri kendi eserleri değildi. 12 Eylülcülerin kararıydı. Öyle gizli kapaklı devlete sızmadılar. Eklendiler: Türk-İslam sentezi devlet içinde bir koalisyondu. CHP’yi artık siyaset sinemasında esas oğlan değil de figüran haline getiren devletin milliyetçi kanadına İslamcı kanat olarak eklendiler. İran İslam devriminden sonra ABD ve Türk devletinin Ortadoğu stratejisinde Şii Hilali tehlikesine karşı NATO’nun kararının ürünüydüler. Uzatmayalım,1 Mart tezkeresinin TBMM’den geçmemesi yüzünden işler değişti. Değişen işler Erdoğan’ın ABD ve İsrail’e rağmen Selefilerle Ortadoğu’da güç merkezi olma hevesi yüzünden Kürt kayasına başını vurunca iyice değişti. ABD’nin sopasının hizasında mahpusa düşen “Balyozcuların” ordudaki unsurları, çözümü sabote ettikten sonra fırsat buldu, Başbuğları hapse atan NATO’cu generallerle, kendilerinin devlete eklediği Amerikancı Cemaat unsurlarını temizlediler. Erdoğan müttefiksiz kaldı ve siyasi alanda MHP’ye, devlet alanında Ergenekon’a, diplomatik alanda Rusya’ya mecbur kaldı. Onlar da darbe yapmak yerine Erdoğan’ın seçmen kitlesine mecbur kalınca koalisyon 2016’dan bu yana tıkır tıkır işledi.
Başlarına ne geldiyse, aslında devletin 2014 MGK’sında kararlaştırılan Çöktürme Planı’yla ve 2015 yılında Dolmabahçe Mutabakatı’nın çöpe atılması, hemen ardından da Kürt özgürlük hareketine hala süren savaşın başlatılmasıyla geldi. Çözüm süreci devam etseydi, ne Erdoğan, ne Akar ve ne de Fidan 2016’da çakma darbeye cesaret bile edemezdi. Kenez ve arkadaşları kronolojiyi kendileriyle başlatıyorlar ve daha beteri HDP ve şimdi DEM Parti’yi arada sırada kendilerini desteklemediği için, kimilerimizin Cemaat’e “FETÖ” demesinden hareketle suçluyorlar. Unuttukları şu: Erdoğan’la birlikte KCK tutuklamalarının ortağıydılar ve Kürt özgürlük hareketini desteklemeyi bıraktım, yok etmek için yıllarca kanlı savaşların altına imza attılar. “FETÖ” diyenler onlara bu geçmişi hatırlatıyor.
Ben şahsen Cemaat’e “FETÖ” de demem, ölünün ardından konuşulmaz deniyor ya, yenilene de kurşun atılmaz düsturundan hareket ederim. Böyle yaparken Cemaat’in sınıfsal, ideolojik ve politik geçmişini ise hiç unutmam.
Konudan uzaklaştığımı biliyorum. O halde konuya gelelim:
“Yine birileri yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’nın yanında bazı büyükşehirlerin de AKP tarafında kaybedilmesi halinde erken genel seçim için bir baskı ve iklim olacağını öngörüyor. Bu da komik” derken bu “birilerinin” içinde ben de yer alıyorum. Ama onun dediği gibi değil.
Bana göre, bu seçimde kimin kaç belediye alacağından da önemli olan, AKP-MHP’nin yüzde otuzbeşlerde kalmasıdır. Çünkü asıl büyük kriz seçimden sonra tırmanacak. Bugüne kadar Şimşek’i seçim nedeniyle frenlenen ve Şimşek’in de ayağını gazdan çektiği korkunç ekonomi tankı 1 Nisan’dan sonra emekçileri ezecek. NATO’nun savaş planlarına ayak sürüme büyük olasılıkla son bulacak. Savaşın sivri ucu önce Süleymaniye’ye, İran’a doğru yöneltilecek. Gerginlik büyüyecek. Yusuf Kaplan Yeni Şafak’ta şunu söyledi: “Fars emperyalizmi ve Şiî yayılmacılığı, Sünnî dünyanın kalbine Batı emperyalizminden daha tahripkâr bir hançer saplayacaktır.” Hakan Fidan da İran’ın etkisinde olduğuna inandığı YNK’yi tehdit ediyor.
Eğer AKP-MHP’nin oyları ciddi şekilde geriler ve iktidar azınlıkta kalırsa, rejim halka karşı bu azgın politikayı hayata geçirmek bakımından meşruiyet kriziyle yüz yüze gelecek.
İşte o nedenle, seçimden sonra DEM Parti’nin öncülüğünde kitlelerin rejimi “erken seçime” zorlama imkanı doğacak. Mümkünse bu amaçla asıl seçimden sonra ittifaklar kurulacak, değilse ittifaka yanaşmayan partilerin kitleleri tabandan DEM Parti’yle ittifak yapacak.
Bu öngörüde komik olan bir şey var mı?
Her kim “evet komik” diyorsa, Erdoğan’ın karşısında teslim bayrağını çekmiş demektir.
Gülen’in villasının damında o beyaz bayrağı görür gibiyim.
Haydan gelen huya, devletle gelen devlete geri gider.