Yazı dizisinin bu son bölümünde şimdiye kadar yazdıklarımdan hareketle üç temel nokta etrafında genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Bunları yeni savaş konsepti içinde “düşman”tanımının genişletilmesi, altyapısal iktidar olanaklarının artmasına paralel olarak yönetimsellik, içerme/yutma ve kontrol pratiklerinin çoğalması ve Kürt siyasal hareketinin “üç ekoloji”temelinde inşaya giriştiği yeni politik özgürleşme projesi etrafında kurulan toplumsal dayanışma ağlarının çökertilmesi olarak özetlemek mümkün
En aşağı 2015’den bu yana yaşanan gelişmelere bakıldığında Kürt meselesi ile alakalı olarak devlet aygıtlarınca üretilen “düşman”retoriğinin yüklü kavramı olan “terörist”ile etiketlenenlerin hızlıca çoğaldığını ve bu etiketlemeye maruz kalanların yaş, cinsiyet ve sınıf bağlamında da son derece çeşitlendiğini söyleyebiliriz. Bu çoğalma ve çeşitlenme, iktidarın algılanan siyasal tehdide dair haleti ruhiyesini gösterme anlamında son derece önemli. Bu algılanan tehdit üzerinden dolaşıma sokulan güvenlikçi retorik üzerinden işe koşulan şiddet, zulüm, yıkım, gözaltı,tutuklama,KHK ile ihraç, seçilmiş siyasetçilerin makamlarına kayyumlar atanması ve tutuklanmaları vb uygulamalar bu çoğalma ve çeşitlenmenin örnekleri olarak gösterilebilir.Devlet memuru olan Kürtlerin memurluktan atılmaları ve hatta geçen günlerde kamuoyuna yansıyan haberlerde görüldüğü üzere 635 güvenlik korucusunun dahi görevden alınması“terörist”in günden güne nasıl Kürtlüğün neredeyse tamamına ikame edildiğinin önemli göstergeleri.
Ezcümle yeni savaş konsepti artık “devletine sadık Kürtler”ile “bölücü Kürtler” arasında keskin bir ayrım yapmayı ne pratikte ne de söylemde dile getirme gereği dahi duymuyor. Barış sürecinde insanların kendilerini ifade etmeleri üzerindeki baskı ve korkunun kısmen azalmasıyla ortaya çıkan ve Kürt siyasal hareketinin politik ajandasına gerek seçimler üzerinden (HDP’nin 7 Haziran 2015 ve sonraki seçim sonuçlarını düşünelim) gerekse toplumsal düzeydeki sempati (6-8 Ekim 2014’te Kobanê ile dayanışma için halkın sokaklara dökülmesi, Rojava’daki Kürtlerin İslam Devleti ile olan mücadelesine yönelik sempati vb.) üzerinden teveccüh gösterilmesi, siyasal iktidarın “düşman” ufkunu bütün bir Kürtlüğe serpmesi ile sonuçlandı.
Devletin altyapısal iktidar kapasitesinin hızlıca büyümesine bağlı olarak hem Kürtlerin yoğun yaşadıkları alanlardaki neo-liberal abanma ve talanın derinleşmesi, hem de güvenlik teçhizatı bağlamındaki teknoloji yoğunluklu güçlenme; yeni savaş konseptinin ikili ayağını kuran altyapısal ve despotik iktidarının eşgüdümlü bir şekilde işe koşulması sonucunu doğurdu. Etkinliğini teknoloji yoğunluklu bir kapasite büyümesinden alan despotik iktidar ile şiddet tekelini yeniden tahkim eden ve bunun üzerinden egemenlik sahasını nekro siyaset pratikleri ile yeniden “dize getiren”iktidar, 2015’den beri her seferinde adeta devletini“gücünü” yeniden hatırlattı.Despotik iktidarını nekro-siyaset pratiklerine dayalı korkunun yönetilmesi üzerinden işleten yeni savaş konsepti, altyapısal iktidarını ise menfaat, muhtaçlaştırma ve rıza üretimi üzerinden işletti.Doğayı, kültürel mirası, kentsel dokuyu tahrip eden ihale ekonomisinin menfaat dağıtımı ve bölüşümü üzerinden kendi yeni klientalist ilişkilerini kuran; sosyal yardımlar, şartlı nakit transferleri,taşımalı eğitim, İŞKUR gibi araçlar üzerinden bir muhtaçlaştırmaya giden ve bütün bunlar üzerinden de durumsal bir rıza üretimi sağlayan iktidar bu yeni yönetimsellik rejimini altyapısal iktidar kapasitesinin imkânlarından beslenerek inşa etmektedir.
Son olarak yeni savaş konsepti yukarıda değindiğimiz iki durumun bir sonucu olarak, yani despotik ve altyapısal iktidarın eş zamanlı güç birleşiminden hareketle Kürt toplumu içerisindeki verili sosyal dayanışma ağlarını bozarak,toplum içerisindeki güvensizliği derinleştirerek, neo-liberal talan ile daha da katmerleşen ekonomik eşitsizlikleri provoke ederek politik ethosu dejenere eden, gelecek ufkunu bir edilgenliğe odaklayan ve yılgınlığı örgütleyen örtük bir çökertme stratejisini hayata geçirmektedir. Bu nedenle bakışını sadece devletin despotik pratiklerine odaklayan,fakat arka planda topluma ve doğaya yönelik sosyal, mental ve çevresel ekolojilerin ritmini bozmaya ayarlı bu örtük çökertme stratejisini görmeyen ve buna karşı bir mücadele hattını örmeyen bir politik duyarlık maalesef sorunun kaynağını ıskalamış olacaktır.