2000’li yılların başından itibaren Kürt Hareketi öncülüğünde ortaya konulan yeni toplumsal özgürleşme paradigması sosyal, mental ve çevresel ekoloji alanlarının birbirileri ile uyumlu bir şekilde geliştirildiği ve korunduğu bir politik ufka dayanmaktaydı. Bu nedenle toplumsal ekoloji kavrayışında bir araya getirilen bu üç alt-ekoloji alanı hareketin özgürleşme ufkunun pusulası niteliğindeydi. Toplum içindeki verili güç ve iktidar ilişkilerinin dönüştürülmesinden kadının özgürleşme mücadelesinin desteklenmesine; çevresel ekoloji duyarlıklı yeni yaşam biçimlerinin geliştirilmesinden bireylerin kapitalizme karşı donanımlı birer özne haline getirilmesine kadar birçok alanda bu üç ekoloji birbirileriyle kesiştiği bir yeni toplumsal özgürlük tahayyülü örülmekteydi. Fakat ulus-devletin inkârcı karakterinden kaynaklı kısıtlarına Türko-Sünni bir yeni siyasal rejim ve neo-liberal bir talan dalgası da eklenince Kürt hareketinin bu üç ekoloji alanına yönelik özgürleşme paradigmasına karşı topyekûn bir saldırı dalgası başlatıldı.
Miladını 2000’li yılların başına götürebileceğimiz bu yeni saldırı dalgası, devletin alt-yapısal iktidar ağlarının Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgelerin her alanına sirayet etmesiyle birlikte, özellikle toplumun ve bireylerin sosyal ve mental ekolojilerine yönelik hızlandı. Şiddete dayalı despotik iktidarın can-kırım ve hafıza-kırım pratiklerine eşlik eden bu yeni alt-yapısal iktidar genişlemesi her şeyden önce toplumun verili sosyal ekolojisini oluşturan dayanışma ağlarını ve bireylerin mental ekolojisini oluşturan özgürleşme umudunu hedef aldı. Yeni savaş konsepti toplumun sosyal ve mental ekolojisini birçok farklı tekniği aynı anda harekete geçirerek hedef aldı. Bunlar mekâna, sosyal dayanışma ağlarına ve bireysel özgürleşme imkânlarına yönelik üç temel başlık altında gruplandırılabilir.
Sosyal ekolojinin en temel bileşenlerinden birisi mekân bağlamıdır. Toplumsallık belirli bir mekânın düzenlenmesi ve sosyal ilişkilerin bu mekân temelinde kurgulanmasına dayanır. Bu nedenle mekânın yıkımına, yeniden biçimlendirilmesine ya da insansızlaştırılmasına yönelik uygulamalar toplumun sosyal ekolojisini hedef alan en temel politikaların başında yer alıyor. Kırsal bölgelerdeki zorla yerinden etme pratikleri, “parçalı OHAL” olarak tanımlayabileceğimiz “güvenlik bölgeleri” uygulaması, geçiş güzergâhlarının önünü kapayan güvenlik barajları; şehir alanlarındaki yıkım ve talana dayalı “kentsel dönüşüm” uygulamaları toplumun sosyal ekolojisini bozmaya dönük mekân politikalarından sadece birkaçıdır. Bütün bu uygulamalarla çok temelde sosyal ekolojinin ana düğümlerini oluşturan yerleşik ilişki ve etkileşim örüntülerinin bozulması hedeflenmektedir.
Bu mekânların devletin altyapısal iktidarının güçlendirileceği bir şekilde yeniden düzenlenmesi, yani buraların devlet nezdinde “okunaklı” hale getirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu mekânların önce yıkılması, sonra ise mahalle kalekolları ile güçlendirilmiş bir nüfuz etme ve yereldeki iktidar ortaklarına bir sadakat payı olarak dağıtacağı bir ekonomik yeniden bölüşüm ile “inşa edilmesi” gerekiyordu. Mekâna dönük bu müdahaleler aynı zamanda bu mekânsal örüntü içindeki sosyal dayanışma ağlarının bozulması, çözülmesi anlamına da gelmektedir. Örneğin Sur’daki nüfusun büyük bir kısmı yılların deneyiminden doğan çok güçlü dayanışma ağları kurmayı başarmış, hayatta kalmak için farklı geçinme stratejileri inşa edebilmişti. Bu insanları oradan zorla çıkarıp kentin çeperlerinde yaşamaya zorlamak aynı zamanda onların sosyal ekolojilerini de dumura uğratmak demekti.
Mekâna ve bununla bağlantılı olarak sosyal dayanışma ağlarına yönelik müdahaleler, aynı zamanda bireylerin mental ekoloji inşa sahalarının da yok edilmesi demekti. En basitinden seçilmiş Kürt belediye başkanlarının hukuksuzca bir şekilde hapsedilmesi ve sonrasında merkezi otoritelerce atanan kayyumların icraatlarına bakıldığında, yaptıkları ilk işin kadın özgürlük mücadelesinin pratikte ortaya koyduğu kazanımları doğrudan hedef alan uygulamalar olduğunu görürüz. Kürt siyasal hareketinin en etkili sıçrayışlarından birisi mental ekoloji düzeyinde bir devrimi tetikleyerek kadınların toplumsal katılım mekanizmalarına doğrudan dahil olmalarını beraberinde getirdi. Kadınların özgürleşme hedefini önüne koyan birçok kurum ve inisiyatif ile birlikte kadının toplumsal yaşama bir özne olarak müdahil olması bireysel ve toplumsal düzeyde mental ekolojinin nitelikli dönüşümünü de beraberinde getirdi. Fakat kadın kurumlarının kapatılması, yerel düzeyde görev alan birçok kadının görevlerinden alınması; kadın özgürleşmesine dair henüz inşa halinde olan bu sosyal ve mental ekolojilerin büyük yaralar almasına neden oldu. Önümüzdeki hafta, devletin yeni savaş konseptinin bu üç ekoloji temelinde nasıl genel sonuçlar doğurduğuna odaklanarak bu yazı dizisini bitireceğiz.