Öcalan’a karşı komplo gerçekleştirildiğinde, “Türkiye’nin eline ateşten bir top verildi. Tutsan yakar, tutmazsan kaçar” misali bir pozisyonda idi. Yıllar geçtikçe bu tanımlamanın ne kadar tutarlı olduğu görüldü.
İlk beklenti Öcalan’ın sloganik ve kaba direniş haricinde hiçbir hamle yapamayacağı, teslim olacağı, örgütünün de kısa sürede parçalanacağı ve zamanla marjinalleşerek yok olacağı yönündeydi. Dünya tarihi ve yakın dönem örneklere bakılınca böyle bir hesap yapmak pek yanlış değildi. Ancak bunun böyle olmadığı ve olmayacağı kısa zamanda fark edildi. Öcalan, kim adaya giderse, hakiminden savcısına, askerinden bürokratına tüm yetkililerle çok ama çok konuştu. Birilerine göre geri adımlar olsa da onun tüm gayretlerinin ana noktası şuydu; PKK ile iletişim kurabilmek, bu cephede daha önce başlatılan değişim sürecini tamamlamak; devleti şiddetten, sertlikten ve imhaya yönelik girişimlerden uzak tutmak; toplumda oluşabilecek demoralizasyonu ve baskının yaratacağı kırılmayı önlemek; ve demokratik ve barışçı yollarla Kürt sorunun çözülebilmesi için iki tarafı da ortak bir zeminde buluşturabilecek fikri, idari ve politik zemin oluşturmaktı. Yani bir nevi daha önce sadece lideri olduğu hareketi ve toplumu örgütleme ve yönetme ile sorumlu iken, şimdi karşı tarafı da örgütlemek, belli bir seviyeye çekmek zorundaydı. Bu yüzden devletle görüşmelerinde, diyaloglarında savunmada kalmak, pasif durmak yerine daha aktif, etkili olmayı tercih etti. Osmanlı’dan TC’ye değin bölünme, parçalanma, küçülme paranoyasına sahip devlet geleneğinin adeta psikolojik tedavi yoluyla ikna edilmesi, kendine getirilmesi, cesaret kazanması konusunda çok çaba harcadı. Eğer kıvamına gelse idi Kürtlerin ve Türklerin ortak özgüveniyle müzakere edilecek ve özgür bir birliktelik sağlanacaktı.
Ne var ki, devletin kurmay aklı içine tekçi, egemenlikçi, jaboken devlet anlayışını aşamadı. Demokratik, özgür, her etnik, kültür grubunun kendini ifade edebileceği, organizasyonlarını kurabileceği, eşitlikçi güçlü bir devlet olmayı, Ortadoğu ve dünya genelinde yeni bir model yaratabileceği fırsatı göremedi, değerlendiremedi. Çünkü ırkçı, üsttenci, nobran bakış açısıyla süreci anlamak ve meselelerin derinliğini anlayıp çözüm üretmek ya da üretilen çözümlere değer vermek yerine tamamen kullanma, tüketme ve bitirme niyetiyle yaklaştılar. Devlet aklının ilk yorumu Öcalan’ın korktuğu ve kendini kurtarmak için hamleler yaptığı biçimindeydi ve onun kontrol edilmesi ve kullanılmasıyla örgütün ve toplumun da kontrol edilebileceği varsayımıyla taktikler geliştirdiler. Öcalan’ın dışarı ile bağlantı kanallarının açık tutulmasında bir nevi amaç buydu. Elbet devletin bu taktik adımını Öcalan kendi hesabına farklı değerlendirdi. Avukat görüşmeleriyle devlete siyasi çözüm, topluma demokratik örgütlenme ve sivil siyasi yapılanma, PKK’ye de dönüşüm ve yeniden organize olma babında düşüncelerini iletti. Üretkenliği de arttı. Güncel değerlendirmeler yanı sıra teorik ve analitik çözümlemeleri de görüşmeler ve kitaplar yoluyla kamuoyuna yansıdı. Özeleştirileri de eleştirileri de oldu. Birileri zayıflık, birileriyse sertlik olarak değerlendirdi. Ama her biçimiyle bir üretkenlik ve dinamizm ortaya çıktı.
Komplodan günümüze değin, bırakın dalgaları, tsunamileri atlatan Öcalan ve yoldaşlarının geldiği noktaya baktığımızda; kendi kurmay aklını kurmuş, felsefesi ve fikirleriyle toplumsallaşmış, bilgisini üretebilen, önderlik kurumu ve yönetim organizasyonlarının bütünleştirebilen, kendi politikasıyla ve icraatlarıyla bölgedeki konjonktürel ve stratejik dalgalanmaları iyi okuyabilen ve bunlar üzerinde kendini yeniden üretebilen bir sistem görmekteyiz.
Buna karşılık ulus devletin, siyasi aktörlerinin ise çürüdüğünü, çıkmaza girdiğini görmekteyiz. Öcalan’ın nasıl kontrol edileceğine ve onun üzerinden nereye nasıl müdahalede bulunulacağına dair çok teknik ve analitik çalışmalar yürütüldü. Psikologlardan politik uzmanlara, istihbaratçılardan askeri kurmay güçlerine, hukukçulardan sivil toplum yetkililerine, gazetecilerden düşünürlere değin kamuoyuna açık veya kapalı birçok oturum, toplantı ve değerlendirme yaptılar. Farklı ad ve biçimlerle sürekli çalışan kurumlar oluşturdular. Ama hepsi tek tek döküldü. Şu an o birimlerin nerdeyes hiçbiri yok. Lağvedildi. Öcalan’ı kullanmak amacıyla açtıkları kanallardan akan bilgilerin Öcalan’ı, yoldaşlarını ve halkını güçlendirdiğini gördükçe çıldırdılar. Oysa söylediklerini dikkate alsa, uzmanların yerine biraz ona kulak kabartsalar işler daha da kolaylaşacak, belki çözüm yolu daha hızlı bulunacaktı. Elbet görüşmeciler veya devletin kurmay birimlerinde bunu fark edenler oldu. Ama basiretsizlikleri, korkaklıkları veya çıkarları yüzünden sesleri güçlü çıkmadı. Örgütlenip bir güce dönüşemediler. Devletin siyasi birimleri alternati üretmek, sorunları çözmek yerine tekrarlar ve ezberlerle süreci kurtarmanın derdine düştüler.
Ne olursa olsun Öcalan’ı kullanmak isteyen devlet resmen ve alenen Öcalan’ı siyasal muhatap olarak kabul etmiştir. Oslo ve İmralı görüşmeleri ve Dolmabahçe deklarasyonu bunun ispatıdır. Bu teamülden geri gidilemeyeceği aşikardır.
Devlet 5-6 yıldır Öcalan ile görüşmeleri tamamen engellemektedir. Çünkü söyleyecek sözü yoktur. Öcalan ile yapılacak görüşmenin başlangıç noktası Dolmabahçe deklarasyonu ve resmi müzakerenin gerisinde olamaz. Bu biliniyor ve devlet buna hazır değil. Öcalan’dan kaçıp çökertme planıyla yoldaşlarına diz çöktürmeyi, halkını başsız, umutsuz bırakmayı ve ona bir daha dönmemeyi umdular. Ancak son Newroz gösterdi ki bütün saldırı, tutuklama ve engellere rağmen halk dipdiri ayakta, cezaevlerindeki siyasi tutsaklar eylemlilikle Öcalan’ı esas alıyor, PKK ise kendini yeniden organize ederek Ortadoğu’daki etkinliğini sürdürmektir. Çöktürme planının devrede oluduğu yıllarda Öcalan’ın eserleri birçok dile çevrildi. Düşünsel etkinlik alanı Kürtler ve Türkler yanı sıra Araplar, Farslar, Avrupalılar ve başka ülkelerden birçok kesim arasında yayıldı. Fikri, felsefi veya politik olarak öncülük ettiği hareketlerin alansal kazanımları ve politik etkinlikleri daha da genişledi.
Görüşme kanallarının açılması halinde daha güçlü pozisyonda konuşacak olan bir Öcalan’ın söyleyecekleri ciddi sonuçlar doğuracaktır. Seçim, çıkar ve güç mücadeleleri için kavgaya tutulmuş, ekonomik, sosyal ve siyasal olarak bunalıma girmiş Türkiye siyasetine nefes aldıracak, gündemi değiştirecek bir Öcalan realitesi var. Ve bundan korkuluyor.
Korkaklar, çıkarcılar, çanakçılar, çantaçılar için oyun bitti, deniz bitti. Artık Öcalan ve ekibi ile eş düzeyli oturup müzakere edilmesi, Ortadoğu’daki tüm çıkmazların kilidini açacak, Kürtlerin, Türklerin, Arapların, Farsların, Asurluların, Ermenilerin,Rumların, Çerkeslerin ve daha nice halkların çıkarları bağlamında çözümlerin tartışılması kaçınılmazdır. Herkese kazandıracak bu hamlenin başlatılması için cezaevlerindeki direnişlerin dışarıda toplumsal katılım, siyasi faaliyetlerle güçlendirilmesi elzemdir.
Son olarak Öcalan kızgın bir ateş topu olarak İmralı Adası’na bırakıldı. Ama o barış çiçeklerinin tohumlarını ekti. Dili kimliği, derdi ne olursa olsun bunun değerini bilmemiz ve önemsememiz gerekir.