İş sadece Türkiye’deki ‘güvenlik’ personeli maaşlarıyla kalsa iyi; bir de sırtımızda Suriye var. Bütçenin hiçbir kaleminde görünmüyor ama AKP-MHP rejiminin yıllardır binlerce cihatçıya maaş ödediği herkesin bildiği bir gerçek
Ender Öndeş / İstanbul
Türkiye tekelci burjuvazisinin en önemli figürlerinden Koç Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç, geçtiğimiz Ekim ayında verdiği röportajda, “Devlette 5.5 milyon kişi çalışıyor. Buna askerler dahil değil” diyor ve “2 milyon kişiyle bu devlet rahatlıkla döner” ifadelerini kullanıyordu. İlk bakışta bu cümleler, Rahmi Bey’in tipik bir ultra-liberal tavırla devlette ciddi bir ‘sadeleşme’ (ve buna bağlı olarak demokratikleşme) istediği izlenimi veriyor ama nasıl bir ‘küçülme’ arzu ettiği belirsiz gibi. Kurulduğu ilk andan bu yana her zaman sırtını devlete dayayan ve istisnasız bütün askeri darbeleri destekleyen Koç Ailesi’nin, “gözden çıkardığı” 3.5 milyonun kimlerden oluştuğu “buna askerler dahil değil” ibaresinden biraz anlaşılıyor ama yine de pek net değil. Bunu biraz anlamak için, bu 5.5 milyonun kimlerden oluştuğuna bakmak gerekiyor.
Bunun için en iyi yol sıcak sıcak önümüze sürülen 2025 Bütçesi’ndeki ‘Personel Giderleri’ bölümünü ele almak gerekiyor. Belki bundan hareketle biz de bir ‘sadeleşme’ çalışması ve önerisi yapabiliriz.
Değirmenin suyu
Öncelikle bir noktanın altının çizilmesi gerekiyor. Kabaca gelirler-giderler tablosundan oluşan bütçenin gelirleri, ağaçtan toplanmıyor. Doğru bir deyim kullanmak gerekirse eğer, ‘kazdan’ yani bizden ‘yolunuyor.’
2025 Bütçe Teklifi’ne göre, 2025 yılında gerçekleşmesi öngörülen net vergi tahsilatının 11 trilyon 138,8 milyar lira olması bekleniyor. Geçen yıla göre yüzde 46,5 oranında bir artışı ifade ediyor. Ancak bu vergi gelirlerinin 7.3 trilyon liralık bölümü, yani üçte ikisi, yurttaşların mal ve hizmetleri satın alırken ödedikleri Katma Değer Vergisi (KDV), Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) gibi “dolaylı” vergilerden sağlanacak. KDV ve ÖTV, bilindiği gibi, herkesin ‘eşitlendiği’ bir vergi tipi. Basitçe söylenirse, Rahmi Koç ile bir inşaat işçisi, markette bir alışveriş yaptıklarında aynı vergiyi ödemiş oluyorlar.
Hatta verginin de vergisi var. Örneğin, ÖTV, genellikle ürünün vergisiz satış fiyatına ekleniyor, bu şekilde elde edilen toplam üzerinden KDV hesaplanıyor. O kadar yani! O kadar ve daha fazlası da var. Harçlar var mesela, haraç gibi. Bu yıl 278,7 milyar TL bekleniyor. Yargı, noter, tapu, vergi, pasaport, gemi ve liman, imtiyaz name-ruhsatname, diploma ve trafik… Nereye gitseniz ödüyorsunuz. Damga Vergisi’nden 216,2 milyar, Şans Oyunları Vergisinde 56,5 milyar, Özel İletişim Vergisinde 45,2 milyar, Dijital Hizmet Vergisinde 29,4 milyar, Konaklama Vergisinde 19,1 milyar lira bekleniyor ve durmadan yeni vergiler de icat ediliyor.
Yük emekçinin sırtında
Peki, geriye kalan ‘dolaysız’ vergi biçimleri adil mi? Tabii ki değil. Gelir, kâr ve mülkiyet üzerinden alınan “doğrudan” vergilerde 2025 net gelir hedefi 3 trilyon 881,8 milyar lira. Bu kapsamda, Gelir Vergisi’nde yıllık tahsilat 2 trilyon 129,7 milyar lira olarak öngörülüyor. Bunun ise tamamına yakınını çalışanların ücret ve maaşlarından doğrudan yapılan kesintiler oluşturuyor.
Özetle söylenirse, basında “vergi şampiyonu” ilan edilenlerin ödediği verginin aslında çok da bir önemi yok; devlet bütçesinin neredeyse tamamına yakınını emekçiler ve sıradan yurttaşlar finanse ediyor.
4 kişiden biri derken…
Peki, bu adil olmayan bütçenin harcamaları adil mi? Daha doğrusu, kamu yararı için toplandığı iddia edilen vergiler, gerçekten halkın refahı için mi harcanıyor?
Bütün diğer bütçe kalemlerini bir tarafa bırakarak, sadece Rahmi Koç’un yakındığı yerden, yani “personel giderleri” üzerinden ilerleyerek sorunu ele alalım. Belki böylece Rahmi Bey’in “bedavadan” maaş alanlar olarak gözden çıkardığı 3.5 milyon kişinin gerçekten “fazlalık” olup olmadığını anlayabiliriz.
SGK, Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 21.7 milyon kişi devletten maaş alıyor. Neredeyse, her 4 kişiden biri. Ancak bu aldatıcı bir veri. SGK verilerine göre bu toplamın 16 milyon 437 bini emekli maaşı alıyor. Bu rakamı toplamdan çıkardığınızda geriye kalan 5 milyon 262 bin gibi bir şey oluyor. Resmi verilere göre ise kamuda fiili çalışma ise şöyle: Kadrolu çalışan 3 milyon 467 bin, sözleşmeli personel 277 bin, sürekli işçi 1 milyon 204 bin, geçici işçi 48 bin ve diğer 103 bin. Bunların toplamı ise 5 milyon 99 bin oluyor. Yani ordu hariç Rahmi Koç’un tahmini doğru gibi görünüyor. Tabii bu arada ‘diğer’ kategorisindeki 103 bin ve maaş alanlarla çalışanların toplamı arasındaki yaklaşık 163 binlik farkın içinde ne gibi bir sır barındırdığını bilmiyoruz.
Ah şu emekliler
Biraz daha ilerleyelim… 16 milyon 437 bin emekli maaşı alan kişi sayısı içinde yaşlılık aylığı alanlar 11 milyon 826 bin, ölüm aylığı alan kişi sayısı da 4 milyon 278 bin 496, diğer emekli maaşı alanların sayısı da 332 bin gibi görünüyor. 2024’ün ilk yedi ayında emeklilere ödenen tutar 1 trilyon 428 milyar 278 milyon TL. Önümüzdeki yıl ‘sadaka’ düzeyinde bir maaş artışı düşünüldüğünde bu rakamın 3 trilyonu aşacağı öngörülebilir. Tabii bütün emekliler, şu işe yaramaz ‘asalaklar’ bir salgın hastalıkla ölüverseler, epey bir ‘tasarruf’ sağlanır ama toptan bir ölüm ihtimali ufukta görünmüyor. Şimdilik maaşları mümkün olduğunca azaltarak açlıktan ölmelerini beklemek daha makul bir çözüm gibi duruyor.
Personel sıralamasında durum
Bunu bir tarafa bırakıp fiili çalışanlara geldiğimizde ise, 2025 yılı bütçesinde kurumlara ayrılan 14 trilyon 731 milyar 14 milyon 332 bin liralık bütçenin yüzde 23,6’sı personel giderleri için kullanılacağını görüyoruz. Bu miktarın dağılımı ise kimin ihtiyaç, kimin ‘yük’ olduğu konusunda bir fikir verebilir. Örneğin bu tabloda Milli Eğitim Bakanlığı 1 trilyon 30 milyar 744 milyon lira ile bütçeden en fazla payı alıyor. Sağlık Bakanlığı da 566 milyar 841 milyon liranın üzerinde bir ödenekle ikinci sırada bulunuyor. Kapitalist mantalite açısından bu şaşırtıcı bir durum değil. Çalışan nüfusun az çok eğitimli olması ve ‘çalışabilecek kadar’ sağlıklı olması gerekiyor çünkü. Ancak konuya bir de şöyle bakmak lazım. Örgün eğitim kurumlarında görev yapan öğretmen sayısı 2023-2024 eğitim öğretim yılında 1 milyon 168 bin 896 oldu. Bu öğretmenlerin 993 bin 397’si resmî okullarda, 175 bin 499’u özel okullarda görev yapıyor. Yani devlet aslında yükün bir bölümünü sırtından atmış durumda.
Sağlıkta da durum aynı. Toplam personel sayısı 2023’te 1 milyon 413 bin 921’e yükselmekle birlikte, bunun ne kadarının devlette olduğu konusunda çok net bir veri görünmüyor. Ama daha eski bir veride 2002-2019 yılları arasında Sağlık Bakanlığı hastanelerinin sayısı yüzde 15,6 artışla 774’ten 895’e, üniversite hastanelerinin sayısı yüzde 36 artışla 50’den 68’e çıkarken özel hastanelerin sayısı yüzde 112,2 artışla 271’den 575’e yükseldiğini görüyoruz. Yani devlet, bu alanda da sırtındaki yükün hayli önemli bölümünü hafifletmiş görünüyor.
Militarist yükün bilançosu
Peki, bu yük ‘hafiflerken’ ağırlaşan ne? Bunu anlayabilmek için Personel Giderleri sıralamasının 3. sırasına bakmak gerekiyor: Emniyet Genel Müdürlüğü! EGM, 302 milyar 167 milyon lirayla üçüncü sırada bulunuyor. Dördüncü sırada ise 273 milyar 553 milyon lirayla Milli Savunma Bakanlığı var. Devam ediyoruz. Beşinci sırada Jandarma Genel Komutanlığı (193 milyar 701 milyon lira), altıncı sırada Adalet Bakanlığı (170 milyar 804 milyon) yer alıyor. Altıncı sıra ise yükselen yıldıza ait: Diyanet İşleri Başkanlığı (110 milyar 56 milyon lira). Arada bir Tarım ve Orman Bakanlığı var, daha sonra 8. sırada İçişleri Bakanlığı geliyor: 55 milyar 756 milyon lira. Ve daha sonra da 53 milyar 280 milyon lira ile yine bir ‘yükselen yıldız’ Aile ve Sosyal Hizmetleri Bakanlığı karşımıza çıkıyor.
Bütün bu rakamların söz konusu kurumların toplam harcamasını değil, sadece personel giderlerini yansıttığını bir kez daha hatırlatarak ilerleyelim ve ‘fazlalık’ konusunu bir kez daha düşünelim. Hatta neyin ‘fazla’ olduğunu anlamak için 2025 Bütçesi’nden başka personel Gideri verileri de aktaralım. Örneğin bu listede Cumhurbaşkanlığı 2 milyar 784 milyon, MİT 15 milyar 842 milyon, Sahil Güvenlik Komutanlığı 8 milyar 633 milyon, İletişim Başkanlığı 1 milyar 062 milyon, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 224 milyon lira ile yer alıyor. Bütün bunların üstüne isterseniz 2023’te 1 milyar 77.5 milyon lira olan Cumhurbaşkanlığı koruma ekibinin giderlerini de koyabilirsiniz.
Kim fazlalık? Kim gerekli?
Böylece, önümüze bir tablo çıkıyor: Türkiye, ekmek, süt, ayakkabı, vb. hiçbir şey üretmeyen, sadece düzeni ve iktidarı korumakla görevli olan bir topluluğa (gizli kapaklı işleri hesaplamadan) 1 buçuk trilyon liraya yakın bir maaş ödüyor. Yani tamamına yakın bir bölümü emekçilerin sırtından toplanan vergilerle inşa edilen bütçedeki toplam 3 trilyon 911 milyar liralık maaş tutarının yaklaşık üçte biri, genel olarak düzenin, özel olarak da mevcut siyasal iktidarın ‘korunmasına’ ayrılmış durumda.
Bütün bu özetlemeden sonra, Rahmi Koç’un önerisine katılmamak mümkün değil. Gerçekten de bu devlet daha az personelle rahatça yönetilebilir. Burada tüm sorun, kimin ‘gerekli’, kimin ‘fazlalık’ olduğunda düğümleniyor. Ancak, Rahmi Bey ve tüm tatlı su liberallerinin, düzeni ve iktidarı korumakla görevli topluluklara ödenen miktarı kastetmedikleri açık. Onlar olmazsa düzen başka türlü nasıl sürdürülebilir ki?
Peki, bu kesime dokunulamıyorsa, dokunulması teklif dahi edilemiyorsa, devletin sırtındaki ‘azaltılması gereken’ yük ne o zaman? Eh, bu konuda uzun boylu düşünmeye gerek yok, cevabı aslında Rahmi Koç, Mehmet Şimşek ve hepimiz biliyoruz. Asgari ücret tartışmalarından emekli maaşı düzenlemelerine kadar olup bitenlere bakarsak, durum yeterince açık.
Flu bir alan: Suriye
Türkiye’de ‘Örtülü Ödenek’ ve MİT harcamaları gibi alanlarda hangi personele ne ödendiği bilgilerine ulaşmak mümkün değil. Bütçenin hiçbir kaleminde yer almayan bir başka personel harcaması da Suriye ile ilgili. Türkiye tarafından desteklenen ÖSO (daha sonra SMO) gruplarının ‘personel’ sayısı hakkında rivayet muhtelif. Kabataslak bir hesapla bu rakamın 50 binin üzerinde olduğu biliniyor. Bu grupların başlangıçta CIA, daha sonra Suudiler ve Katar tarafından da finanse edildiği bilinirken, daha sonra alana yerleşen Türkiye’nin maaşların önemli bölümünü ödediği kesin. Zaman zaman CHP ve HDP-DEM Parti sorularını yanıtlayan Savunma Bakanlığı da bunu açıkça hiç reddetmedi. TL değer kaybettiğinde ya da Erdoğan Esad’la uzlaşma mesajları verdiğinde cihatçı çetelerin ayaklanarak Türk Bayrağı yakması gibi olaylar da maaşların kaynağı konusunda bir fikir veriyor. Bu konuda 2019’da yapılan tek haberde NYR Daily’e yazan Elizabeth Tsurkov, Ankara’nın Suriye Milli Ordusu’ndan yaklaşık 35 bin kişiye maaş ödediğini belirtiyordu. Daha önce bu fraksiyonlara ABD’nin ‘Timber Sycamore’ kod adlı bir CIA programıyla savunma eğitimi ve ekipman sağlandığını anlatan Tsurkov, programın 2017’de de sonlandırıldığını, 2016’dan itibaren maaş ödemelerini Türkiye’nin devraldığını belirtiyordu.
O günlerde yazan Hamide Rencüzoğulları, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde yalnızca SMO üyelerine değil, yerel meclis üyelerine, öğretmenlere, doktorlara, yerel askeri polise de maaş ödendiğini vurguluyordu. İndependent muhabiri Cihat Arpacık’ın haberine göre bu maaşlar, PTT üzerinden ödeniyordu.
Ödeme kaynağı belirsiz
Dahası aynı süreçlerde Alman basını, Libya’dan Azerbaycan’a kadar gönderilen paralı askere de aylık 2 bin dolar ödendiğini yazıyordu. Daha yakın bir tarihte Enab Baladi haber sitesi, TL üzerinden maaş alan çete üyelerinin şikâyetlerini yayınlarken, bu yılın Temmuz ayında SOHR kaynakları, Türkiye’nin PKK’ye karşı savaşmak üzere Federe Kürdistan’a taşıdığı 400 paralı askere 2 bin 500-3 bin dolar arasında değişen cazip maaşlar sunduğunu belirtiyordu.
Ancak bütün bu maaş ödemelerine ilişkin Bütçe metninde açılmış özel bir ödeme kalemi bulunmuyor. 2025 Bütçesi’nde de bu konuda bir belirti yok. Sadece “Bazı Ödeneklerin Kullanımında ve Harcamalara İlişkin Esaslar” bölümünün 33/a maddesinde “Barışı Destekleme ve Koruma Harekâtları kapsamında Cumhurbaşkanlığı bütçesinin 13-2.2-01-03.04 tertibine tahsis edilen ödenek” şeklinde bulanık bir ifade görünüyor ve aynı bölümün 33/c maddesinde de “Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararına dayanılarak Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin gönderilmesine karar verilen yerlerde Cumhurbaşkanlığınca görevlendirilen kamu kurum ve kuruluşlarının yapacakları harcamalara ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığınca tespit edilir” deniliyor. Bütün bunlardan anlaşılan ise bu tür harcamaları Erdoğan’ın kendi inisiyatifine aldığı ve bu hesapların resmi bütçede açık olarak yer almayacağı oluyor.
Maksat vatan kurtulsun!
Bütçe Personel Giderleri tablosunda iktidarın mantığını ele veren başka öncelikler de var. Örneğin ciddi bir deprem kuşağında yaşayan Türkiye’de, AFAD’a 6 milyar 315 milyon liralık personel harcaması ayrılırken, MİT’e 15 milyar 842 milyon, Cumhurbaşkanlığı’na 2 milyar 784 milyon lira, İletişim Başkanlığı’na 1 milyar 062 milyon lira ayrılması, yurttaşın ihtiyaçlarına nasıl bakıldığını ortaya koyuyor. Yine Kültür ve Turizm Bakanlığı’na 14 milyar 588 milyon ayıran iktidarın Diyanet’e ayırdığı 110 milyar 56 milyon lira çarpıcı bir veri oluyor. Aile ve Sosyal Hizmetleri Bakanlığı’nın şişkin personel bütçesinin ise bir sebebi var. Kendi yarattığı yoksulluğun yükünü yine yurttaşın vergileriyle azaltmak isteyen iktidar, ‘sosyal yardımlara’ yöneliyor. 2023 yılında Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının tüm sosyal yardım programlarından faydalanan toplam hane sayısı ise 4 milyon 989 bin 456. Ve aslında bu da sosyal patlama riskini azaltarak ‘iktidarın korunması’na yönelik bir harcama oluyor.