Binlerce tutsağın yedi aydır sürdürdüğü açlık grevi, İmralı’ya avukatların gitmesi ve hükümet temsilcilerinin avukat görüşünde yasal bir engelin kalmadığını beyan etmesinin ardından, Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile sona erdi. Son yılların en kitlesel ve kararlı eylemi, taleplerin kabul edilmesi sonrası başarı ile sonuçlandı. Muhtemelen üzerine çok şeyler söylenip çok şeyler yazılacak eylem sürecinde vicdanlara damga vuran görüntüler, tutsak annelerinin hapishaneler önündeki direnişlerinden geldi. Çocuklarının seslerini duyurmak ve ölümleri durdurmak isteyen tutsak anneleri ülkenin ve dünyanın gözleri önünde defalarca tartaklandılar ve hakarete uğradılar. Önyargısız her insanı sarsacak barbarlık görüntüleri, fotoğrafları hafızalara kazındı. 7 ay süren direnişin kısa özeti, Diyarbakır Lice’de polis tarafından barbarca darp edilen tutsak annesi Necla Özer’in kendisine, hastane raporu alıp şikâyetçi olmasını söyleyenlere cevabıyla verildi: “Devleti devlete şikâyet etmekten yorulduk”. Devlete devleti şikâyet etmekten yorulanlar, mücadele etmekten yorulmadılar ve kazandılar.
Bazen en derin analizler, büyük felsefi açıklamalar, felsefe ve siyasal analizle hiç ilgisi olmayan, hayatın içindeki bireyin basit cümleleri ile özetlenir. Devletin devlete şikâyet edilmesine yapılan itiraz bir yanıyla suç kavramının kurumsal ve toplumsallığını vurgular iken, diğer yanı ile devlete karşı oluşmuş olması gereken toplumsal duyarlılığın ve siyasal örgütlenmenin zayıflığına yapılan derin vurgudur. Bu cümle aynı zamanda bilgi ve bilinç arasındaki ayrımı izah etmesi açısından önemlidir. Tutsak annesi, kendi yaşanmışlıkları üzerinden edindiği bilinç ile ciltler dolusu kitap okunup edinilen bilgiyi hayatın çıplak gerçeğine uygulayamayanlara net bir cevap vermiştir. Bilmek, kendi başına yaşamın farkına varmak değildir.
Neredeyse hemen her olayda, devlet ve egemenlerin saldırısına uğrayanlara mahkemelere şikâyet çağrısı yapılmaktadır. Tutsak anneleri defalarca saldırıya uğramış, kendilerine saldıran polislerden savcılık yolu ile şikâyetçi olmuşlardır. Tutsak annesi “Devleti devlete şikâyet etmekten yorulduk” diyerek kendilerine yönelen saldırının kurumsal boyutunu açığa çıkarmıştır. Saldırı ya da esnemeler tekil memur ve amirlerin niyet ve vicdanından öte, doğrudan devletin politikası ve toplumsal duyarlılık ile alakalıdır. Polise, saldırı emrini veren bizzat devletin kendisidir. Devlet bu emri verirken emri uygulayanlara da koruma güvencesi vermektedir. Suçu işleyen devletin kendisidir. Büyük toplumsal hareketler gündeme gelmediği sürece devletlerin kendi suçları ile yüzleştiği, emri uygulayanlar dâhil bizzat emir verenlerin işledikleri suçların bedelini ödedikleri görülmemiştir.
İronik bir şekilde benzer duruma farklı şekillerde örnek oluşturacak iki önemli gelişme aynı zaman dilimine sıkışmış şekilde gündeme geldi. Mayıs ayının ikinci yarısında Diyarbakır’da bir kadın avukat doktor kocası tarafından katledildi. Avukatın, kocası tarafından daha önce şiddete uğradığı, tehdit edildiği, savcılığa şikâyetçi olduğu, öldürülmekten korktuğu ve bu durumu sadece devletle değil dostlarıyla da paylaştığı açığa çıktı. Hiç kimse yardımcı olmadı. Karısını öldüren doktor hâkim karşısına çıktığında, mahkeme yargıcı katili “Hoş geldiniz, geçmiş olsun” sözleri ile karşıladı. Benzer tutumlar defalarca ağır tahrik indirimleriyle erkekleri aklayan, tecavüzcüleri serbest bırakan, neredeyse tecavüz ve kadın cinayetini meşru hale getiren imzaların atıldığı mahkeme kararlarında tekrar edildi. Her seferinde suç kişiselleştirildi, suçlu kurumsal olarak gözetildi. Kadınlar erkekleri, erkekleşmiş devlete şikâyet etti.
Benzer bir mahkeme kararı, Eylül 2014’te 10 işçinin hayatına mal olan işçi cinayetinin yaşandığı Torunlar davasında verildi. Şirket patronlarının hiçbirinin yargılanmadığı davada, dördü asansör firması, ikisi şirket elemanı, üçü de iş güvenliği uzmanı dokuz kişiye verilen ve sonra “iyi hal” nedeniyle para cezasına çevrilen mahkeme kararı, istinaf mahkemesi tarafından onaylandı. Tıpkı saldırı altındaki Kürt anneleri ve erkek şiddetine uğrayan kadınlar gibi, işçiler de yıllardır patronların cinayetini patronların devletine şikâyet ediyor. Ve doğal olarak, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi mahkemeler, sömürü düzeninin suçunu, bu düzenin idare amirlerine yükleyip, suçu kişiselleştirip, düzeni akladı.
Tutsak annesinin ikinci vurgusu, gerçek şikâyet mercilerinin ortada olmamasına dairdir. Kendisi örgütlenmiş bir şiddet aygıtı olan devletin topluma, ezilen cins, sınıf ve uluslara karşı şiddetine barikat olmak ve şiddeti kaynağıyla beraber ortadan kaldırmak görevi devrimci hareketlerin, emek ve demokrasi güçlerinin işidir. Annenin sarf ettiği cümledeki öfke ve sitem şiddet uygulayan devletten çok, devlet şiddeti karşısında kendilerini yalnız bırakan toplumsal güçlere karşıdır. Saldırıya uğrayan bireyin şikâyet etmesi haktır ancak devrimci hareketlerin şikâyetle yetinmesi teslimiyettir.
Devrimci hareketler devletin, sermayenin ve erkeklerin saldırılarına karşı toplumu seferber edebilecek bir gücü oluşturamadığı sürece yaşananlara seyirci kalmaya devam edecektir. Kabul edilmesi gereken nokta toplumsal olaylara seyirci kalan siyasal harekete toplumun da uzaktan seyirci kalacağıdır. Acil görev, toplumsal meselelere müdahale edebilecek, saldırı altındaki tüm toplumsal kesimlerin ve işçi sınıfının çözümü devlet yerine kendisinde arayacağı bir devrimci adresin yaratılmasıdır.