IŞİD’in gerçekleştirdiği Ankara Gar Katliamı’nın 7. yılında tanıklar ve avukatlar süreci anlattı: Devlet yönlendirdi, IŞİD katliam yaptı
Yadigar Aygün/ İstanbul
Ankara’nın Altındağ ilçesinin Ulus semtindeki Ankara Garı kavşağında 10 Ekim 2015 tarihinde saat 10:04 civarında 2 intihar bombacısının patlattığı bomba ile Türkiye’nin en kanlı katliamlarından biri yaşandı. DİSK, KESK, TTB, TMMOB, HDP ve pek çok sivil toplum örgütünün katılımıyla Barış Mitingi düzenleniyordu. Fakat yürüyüş başlamadan yürüyüş alanına kortej halinde ilerleyen grupların bulunduğu tren garı kavşağında, 3 saniye arayla 2 patlama gerçekleşti. Patlamanın ardından ambulanslardan önce polis meydana ulaştı. Polis yaralılara yardım edeceğine yaralı ve ölen yurttaşlara tazyikli su ve biber gazı ile saldırdı. İki IŞİD’li tarafından eşzamanlı düzenlenen intihar saldırılarında 103 yurttaş yaşamını yitirirken, 48’i ağır, 391 kişi de yaralandı. Barışa, adalete, özgürlüğe, emeğe, demokrasiye tahammülü olmayanlar, Barış Güvercinleri’ni öldürdüler. Ankara Gar Katliamı’nın 7. yılında tanıklar ve davanın avukatları yaşanan adalet mücadelesini gazetemize anlattı.
‘Tesadüfen yaşıyoruz’
10 Ekim Katliamı tanığı ve katliamda yaşamını yitiren Dicle Deli’nin babası Faik Deli, Ankara Gar Katliamı’nda herhangi bir güvenlik önleminin alınmadığına dikkat çekerek daha öncesinde yaşanan Suruç, Diyarbakır, Roboski katliamlarını hatırlattı. Deli, katliamın Kürt halkına ve Türkiye sol hareketine yönelik olduğunun altını çizdi. Deli, yaşadığı o günü şu sözlerle anlattı; “9 Ekim günü kızımla Türkiye’ye barışın gelmesi için İstanbul’dan yola çıktık. Ülkenin demokrasisine, barışına bir katkı sunmak istedik. Ülkenin çeşitli illerinden yüzbinlerce insan Ankara’ya akın etti. Bölgeden gelen arkadaşlarımla sohbet ederken arka arkaya 2 tane bomba patladı. Bombanın patladığı yere koştum. Patlamadan 10 dakika sonra binlerce polis gaz bombaları ile plastik mermiler ile ‘süpürün’ diyerek yaralı ve ölü insanların üzerine saldırdı. Atılan gaz bombaları ve plastik mermilerle de insanlar öldü. Ambulanslar alana geç geldi. Yaralılara yardım etmemize izin verilmedi. Polisler, ölsün mantığı ile hareket etti. Uzun süre kızımdan haber alamadım. Bir cenaze var dediler. Teşhiş için gittiğimizde acı gerçekle karşılaştık. Kızımdı. Bugün yaşıyorsak tesadüfen yaşıyoruz. Hedef kitle oradaki Kürt korteji ve Türkiye’deki sol hareketlerdi” dedi.
‘Asıl sorumlular yargılanmıyor’
Ankara Katliamı’nın bilinçli, göz göre göre bir şekilde gerçekleştirildiğinin altını çizen Deli, asıl sorumluların yargılanmadığına dikkati çekti. Deli, “Yüzbinlerce insanı ilgilendiren bir katliam. Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük katliamı. O günden sonra adalet mücadelemiz başladı. 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği’ni kurduk. 7 senede aldığımız bir arpa boyu yol yok. Sağdan soldan bir iki kişiyi toplayıp getirmişler. Kimisi belli ceza aldı. Kimi aranıyor. 7 sene içinde bizim bütün ısrarlarımıza rağmen kamuoyunun baskı ve ısrarlarına rağmen herhangi bir polis, MİT mensubu, devlet yetkililerinden adalete gelip kendi kanaatlerini, görgü tanıklıklarını hukukun karşısında görmedik. İçişleri Bakanı, MİT, Ankara Valiliği, Ankara Emniyeti bu katliamda birinci dereceden sorumludur. Suçlu kim varsa, sorumluluk makamında kim varsa yargılansın. Sanki devletin hiçbir suçu yokmuş gibi sanki bihaberler gibi. Korkunç bir şekilde duvar örülüyor. Oysa ki kendini orada patlatan katil çeşitli takiplere uğramış, uygulamalara takılmış, gözaltına alınmış, sorgulanmış, üzerinde uyuşturucu çıkmasına rağmen serbest bırakılmış. Demek ki birileri serbest bırakıp gelip o katliamı yapmaları adına talimat vermiş. Katiller, bilerek, isteyerek, göz göre göre serbest bırakıldı. Çeşitli kişilerin ceza alması gerçeklerin üzerini örtmüyor. Hakikatin ortaya çıkmasını sağlamıyor” diye konuştu.
Bildikleri halde susuyorlar
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun ve diğer siyasi parti yetkililerin katliamı bildiği halde sustuğunu söyleyen Deli, “Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan şimdi kendini toplumun kurtarıcısı gibi göstermeye çalışıyor. O dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, ‘Ben konuşursam yer yerinden oynar. Birçok siyasetçi sokağa çıkamaz’ dedi. Davutoğlu bildiklerini anlatmadı. Ne biliyorsa anlatsın. Bildikleri halde susuyorlar. Bugün topluma demokrasiyi, barışı getireceğini iddia eden muhalefet partileri de bu katliamların üzerini örtmek için kör ve sağırları oynuyor. Suruç, Roboski, Diyarbakır ve ülkedeki katliamların tümünün üzeri örtülmek isteniyor. Muhalefet partileri bizlere sırtlarını dönmüş vaziyetteler. Ankara Katliamı sadece ailelerin meselesi değil tüm ülkenin kanayan yarası” diye belitti.
Türkiye halkları barışı getirecek
Yeni katliamların yaşanmaması için faillerin ve asıl sorumluların yargılanması gerektiğini vurgulayan baba Deli, sonuna kadar mücadele edeceklerini söyledi. Deli, “Biz ödediğimiz bedeli barış için ödedik. Barış talebimizden vazgeçemedik. Vazgeçmeyeceğiz. Bu coğrafyaya barış gelecek. Biz bu ülkeye barışı getireceğiz. Kardeşçe bir arada yaşayabilmemiz için bu katliamların aydınlatılması gerekiyor. Bu ülkede bir değil, 2 değil, 30 değil çok fazla katliamlar yaşandı. Yeni katliamların yaşanmaması için faillerin yakalanması ve asıl sorumluların yargılanması gerekiyor. Adalet mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz. Asla vazgeçemeyeceğiz” dedi.
*
Katliam mağdurlarına dava açıldı
Ankara Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin ailelerinin avukatı Senem Doğan, katliamın üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen hala katliamın aydınlatılmadığını söyledi. Doğan, dava süreçlerinde yaşanan hak ihlallerine dikkati çekti. Avukat Doğan, “6 Ekim 2022 tarihinde 10 Ekim Ankara Katliamı’nın firari sanığı ve insanlığa karşı suçtan yargılanan Erman Ekici hakkında devam eden davanın 17. duruşması görüldü. Bu duruşmada avukat komisyonumuz tarafından hazırlanan bir rapor sunuldu ve bu raporda aslında 10 Ekim 2015 tarihinden beri nasıl bir inatla bu davayı yürütmeye çalıştığımızın adli bilançosu sunuldu. Katliamın hemen ardından savcılık tarafından dosyaya getirilen kısıtlılık kararı ile soruşturmanın tarafımız yok sayılarak sürdürüldüğü, yayın yasağı kararı ile de katliamın kamuoyunda tartışılmasının önlenmek istendiği hatırlatıldı. Yargılama devam ederken duruşmada ve duruşma çıkışında müvekkillerimizin değerlendirmelerinin yargılama konusu olduğu ve bir bütün olarak katliamın yedinci yılında katliama yol veren tek bir kamu görevlisi için işlem yapılmazken katliam mağdurları ve katliamı anmak isteyen en az 340 kişiye cumhurbaşkanına hakaret iddiası ile dava açıldığı, anma ve protesto eylemlerinde en az 434 kişinin gözaltına alındığı tespit edilmiş oldu” dedi.
‘Yargı unutturmaya çalışıyor’
IŞİD’lilerin araştırılmadığını, yargı tarafından katliamın unutturulmaya çalışıldığının altını çizen Doğan, “10 Ekim 2015 günü ne oldu sorusuna vermeye çalıştığımız cevaplar ve hatta sorunun kendisi hakkında nasıl bir koruma ve örtme mekanizması olduğunu da ortaya koyuyor. 19’u tutuklu olmak üzere 35 sanık hakkında yargılama yürütülmüş olduğunu ve aslında sadece 9’unun katliamdan sorumlu bulunduğunu hatırlayalım. Dolayısıyla sadece bununla sınırlandırılmaya çalışılan ama bu katliamın nasıl, nerde, kimler tarafından, hangi yollarla örgütlendiğini tartıştırmamaya çalışan, IŞİD militanlarını bile araştırmaktan geri duran ve asıl en önemlisi Türkiye’nin hangi politik anında bu katliamın gerçekleştirildiğini unutturmaya çalışan bir yargılama yürütülüyor” diye konuştu.
Klasörler gizlendi
Avukat Doğan, Ankara Emniyeti tarafından hiçbir aşamada paylaşılmayan yargılamanın 3. yılında ortaya çıkan kayıp klasörleri hatırlattı. Faillerin ve delillerin saklandığını söyleyen Doğan, “Mülkiye müfettişlerinin önleyici tedbirler yönünden sorumlu tuttuğu Emniyet görevlileri ifadelerinde ve bu soruşturmaya yansıyan kayıtlardan açıkça anlaşıldığı üzere miting öncesin 62 adet istihbarat ve 14 Eylül 2015 tarihli, bir mitingde canlı bomba eylemi olabileceğine ilişkin istihbarat ilgili birimlere iletilmemiştir. Dahası canlı bomba Yunus Emre Alagöz hakkındaki, ailesi ile vedalaştığı ve eylem yapacağı istihbaratı Ağustos 2015’te emniyete dağıtılmıştır. Bunun gibi Mülkiye müfettişlerinin değerlendirmeye almasının önüne de geçen ve Ankara Emniyeti tarafından da hiçbir aşamada paylaşılmadığı anlaşılan bizleri dehşete düşüren diğer bir mesele ise yargılamanın 3. yılında ortaya çıkan kayıp klasörler meselesidir. Hatırlanacağı üzere, canlı bomba aracına eskortluk yapan sanık Yakup Şahin ve örgütün nakliyecisi olan sanık Hüseyin Tunç ile ilgili Nizip Emniyet Müdürlüğü tarafından yapılan işlemlere dair ihbar evrakı sonradan bir bankoda bulunan 9 kayıp klasörden çıkmıştı” dedi.
Deliller karartıldı
Katliamdan 10 gün önce, 30 Eylül 2015 tarihinde, Nizip Emniyeti, canlı bombaları Ankara’ya getiren ve bombalama eyleminde kullanılacak materyali tedarik eden Yakup Şahin’in mutlaka izlenmesi gerektiğini Antep Emniyeti’ne bildirdiğini ama Antep Emniyeti’nin hiçbir şey yapmadığını söyleyen avukat Doğan, “Katliam sonrası evrak Nizip tarafından Ankara katliamı soruşturmasını yürüten Ankara Emniyeti’ne de gönderilmişti. Katliamı soruşturmakla görevli olan Ankara Cumhuriyet Savcıları ve Ankara Emniyet Müdürlüğü ilgili personeli tarafından Nizip Cumhuriyet Savcılığı ve Nizip Emniyet Müdürlüğü tarafından kendilerine gelen Yakup Şahin’le ilgili ihbar evrakı, bilinçli bir şekilde soruşturma evrakına eklenmemiş, dolayısıyla katliama ilişkin en önemli delillerden birisi soruşturma makamlarınca karartılmıştı.”
‘Göz göre göre geldi’
Seçim öncesinde katliamların yaşandığına dikkati çeken avukat Doğan, katliamların yaşanacağının bilinmesine rağmen engellenemediğini söyledi. Belge ve delillerin gizlendiğini belirten Doğan, “Soruşturmanın yanlış yönlendirildiği, tüm sorumluların açığa çıkarılmak yerine tam tersine gizlenmelerinin sağlandığı belgelerin Mülkiye Müfettişleri’ne de sunulmaması ile doğrudan ilgisi var. Bugün en önemli delillerden biri olan Mülkiye Müfettişleri’nin tahkikatı baştan eksik bırakılmıştır. Bu, unutturulmak istenen veriler tabi ki katliamın göz göre göre geldiğini ortaya koyuyor. Bir de seçim sürecinde Mayıs 2015’ten itibaren HDP binalarının bombalanması, 5 Haziran mitinginde bombalı saldırı, Suruç’ta canlı bomba saldırısı, ağustos ayı itibarıyla sokağa çıkma yasakları o dönemi belirleyen en temel politik süreçken bu istihbaratların yönetilememesi, 10 Ekim Ankara Katliamı’nın ve diğer katliamlar gibi önlenmemesinin kabul edilebilir hiçbir açıklaması olamayacağı açıktır” dedi.
Soruşturmaya izin vermediler
Devlet yetkililerinin katliamdan sorumlu olduğunun altını çizen Doğan, soruşturmalara izin vermediklerini söyledi. Avukat Doğan, “Bugün iktidarda olmayan, dönemin siyasi aktörleri halen bu dönemi siyasal hesaplarına malzeme yapmaya çalışıyor. Halen tanık olarak bile dinletemiyoruz. IŞİD’li faillere sınırlarını açan, 10 Ekim günü yolu açan, onları alana sokan emniyet ve istihbarat ile ilgili bugün halen hiçbir adli süreç olmaması aslında siyasal iktidarın sorumluluğudur. Çünkü soruşturulmalarına izin vermediler. Bunun gibi Suriye iç savaşında siyasal iktidarın başından itibaren aldığı ve kimi zaman tahrik ettiği cihatçıların desteklenmesi pozisyonu IŞİD’in çok erken dönem soruşturulmasına da engel oldu. Suriye’den istediği zaman operasyonla IŞİD militanı getirdiğini söyleyen siyasal iktidar halen nedense 10 Ekim Ankara Katliamı failleri yönünden bu operasyonları yapmıyor. Katliamın önemli örgütleyicilerinden Yunus Durmaz’ı ve Mehmet Kadir Cebael’i ve canlı bombaları Ankara’ya getiren Halil İbrahim Durgun’u canlı yakalamadığını da hatırlatalım” dedi.
İnsanlığa karşı suç
Ankara Katliamı’nın ‘insanlığa karşı suç’ olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulayan Doğan, “Aslında 10 Ekim Ankara Katliamı’na Ceza Kanunu’nda yer alan 77. maddeyi uygulamayacaklarsa başka nasıl bir suça bu maddeyi uygulayabilirler sorusu daha çok sorulmalıdır. Madde metni ve uluslararası ceza mahkemesi ve Yugoslavya, Ruanda yargılama örnekleri çok açık. İnsanlığa karşı suçun işlenmesi açısından saldırının sınırlı ve tesadüfi sayıda seçilmiş bireyleri değil yeterli sayıda insanı hedefleyerek gerçekleştirildiğinin ortaya konulması yeterlidir. Yine insanlığa karşı suçu tanımlayan hem mağdurun statüsünün sivil olması hem de saldırının kapsamı ya da planlamanın düzeyidir. IŞİD’in katliam öncesi marjinal örgüt vb. adlandırmalarla mitinge katılanların listesini tek tek çıkarması ve buna göre eylem kararı alması, yine eylem kararlarına ilişkin örgüt içi yapılan yazışmalarda ‘PKK’lilerin yoğun yaşadığı yerle, PKK’lilerin mitingleri, kafir yapılar, Yahudi ve Hristiyanlara yönelik eylem yapma’ gibi ifade ve istekler saldırganların siyasi ve dini olarak kendi varlıklarına karşı konumlandırdıkları çok sayıda kişiyi öldürmeyi hedeflemiş ve öldürme eylemini gerçekleştirmiş olduğunu ortaya koymuştur. Katliam sorumluluğu olanlar fiillerini sistemli bir şekilde korku iklimi olarak da işarete edilen bir dönemde diğer saldırıların devamı ve bir parçası olarak gerçekleştirmiştir” dedi.
‘Adalet talebini yükseltmeliyiz’
Avukat Doğan, sonuna kadar adalet mücadelesi vereceklerini ve asla bu katliamı unutturmayacaklarını söyledi. Doğan, “Biz müvekkillerimiz sayesinde, onların dayanışmacı gücüyle bu mücadeleyi verebiliyoruz. Bu adalet talebi 2015’ten sonra yaşama devam edebilme motivasyonumuz oldu bir yandan da. Hem Türkiye’nin olağanüstü yaygın ve şiddetli bir döneme girdiği ve halen içinde yaşadığımız zaman ile hesaplaşmak hem de 2011’den beri Ortadoğu’nun çok sert ve yıkıcı döneminde IŞİD gibi soykırımcı örgütlerin eylemlerinin hesabını sorabilmek için de tabii ki adalet mücadelesine devam edeceğiz. Bizim topluma unutturmamak gibi bir sorumluluğumuz var. Adalet talebini her geçen gün yükseltmeliyiz” diye konuştu.