Deveyi havuduyla yutan Erdoğan yönetimi, Türkiye ve Kürdistan’ın aktif bir deprem kuşağında olduğunu bilmesine rağmen hiçbir önlem almadı. Zira onların gözünde güçsüzlerin veya ‘çulsuzların’ kanı ucuzdur
Dr. İsmet Konak
“Devlet, mülk sahibi sınıfın mülksüzlere karşı kurguladığı bir komplodur” diyordu ilk Rus sosyalisti Aleksandr Herzen. Mülk sahibi sınıf çulsuzlaştırır, bireyi paryalaştırır. Onun can ve mal güvenliğini dikkate almaz. Sadece sadık bir “ücretli köle” olarak yaşamasına izin verir. Bu yüzden özgürlük, bireyin kendi emeğinin efendisi olmasıdır. Anarşist ideolog Pyotr Kropotkin bu bağlamda der ki emeğinin ücretlendirilmesine izin veren kişi, zamanla sermayenin kölesi olmayı kabul eder.
Türkiye ve Kürdistan toplumu hiçbir ahlakî değer ve hukuksal ilke tanımayan, halkı “yılkı atı” olarak gören bir yönetici kliğin demir ökçesi altında yaşamaktadır. O yönetici kliğin tek bir meşguliyeti var, o da halkın müştereklerini “kaparozlamaktır.” Bu klik Teselya Kralı Erysichthon gibi doymak bilmez. Deveyi havuduyla yutan Erdoğan yönetimi, Türkiye ve Kürdistan’ın aktif bir deprem kuşağında olduğunu bilmesine rağmen hiçbir önlem almadı. Zira onların gözünde güçsüzlerin veya “çulsuzların” kanı ucuzdur. Yaklaşık 84 milyar liralık deprem vergisinin akıbeti belli değil. Bu paraya 800 bin konut yapılabilirdi. Mereş depreminde nerdeyse 10 bin konut yerle bir oldu. Eğer afet bakanlığı kurulmuş olsaydı ve depremlere hazırlık yapılmış olsaydı bugünkü acılar yaşanmayacaktı. Binlerce insan, devlet ricalinin keyfi sunağına kurban gitti. Ortada volksstaat (halkçı devlet) adına hiçbir kırıntı yok. Tam aksine kurbanına karşı netameli labirentler kazan son derece sinsi bir porsuk var. Maksim Gorki’nin deyimiyle devlet, sermaye gruplarının kör solucanlar gibi birbirine sokuldukları karanlık bir kuyuya dönmüş vaziyette. Toplumun “yazgısı” maalesef bu kör solucanların elinde.
AKP döneminde büsbütün bir raiyyeleştirme siyaseti yürütüldü. İtaat, beraberinde “reis kültü” yarattı. Erdoğan merkezli bir otoritarizm tecessüm etti. Toplumun bir kısmı Erdoğan’ı huşu içinde eğilmesi gereken bir “put” olarak görmeye başladı. Lakin tabulaştırma ve putlaştırmanın bedeli ağır oldu. Bireyin yazgısını aslına yaptığı siyasi seçimler ve ideolojik tercihler belirler. Eğer bir hükümet “muhtekir” ise, ilk seçimde cezası kesilmelidir. Ona şans tanımak, yolsuzluklarını görmezden gelmek veya rant pastasına ortak olmanın bedelleri her zaman ağır olur. Tüm otokrasiler, halkı ahlaksızlaştırarak suçlarına ortak ederler. Suç ortaklığı üzerinden bir meşruiyet zemini yaratmaya çalışırlar. Hatay’daki Rönesans Rezidans, tam da bu suç ortaklığına iyi bir örnektir. “Cennetten bir kare” diye reklamı yapılan bina yaklaşık 1000 kişiye “cehennem” oldu. Müteahhit Mehmet Yaşar Coşkun tüm bu yıkımdan sonra yakalandı. Tıpkı o Hıristiyan özdeyişte olduğu gibi Erdoğan rejimi “kişiyi tedavi etmek için önce yaralamaktadır.” Halbuki bu tedbir zamanında alınmalıydı. Ne diyordu Can Yücel, “bisikletin gidonunu zamanında çevireceksin, düşmemek için.”
Hasıl-ı kelam deprem “mutat” bir vakıadır. En basit tanımıyla yer kabuğunda biriken enerji veya stres sismik bir dalga yaratır. Bu dalga yeryüzünde sarsıntılara sebep olur. Rasyonel bir kentleşme, yapı denetim sistemi, mühendislik ve zemin etüdü ile hazırlık yapılabilirdi. Ancak tek kişinin imam, yargıç, polis, asker, rektör, kapıcı, yönetici, cankurtaran olduğu bir nizamda “depreme hazırlık” hayalcilik olur. Merkeziyetçi rejimler sadece kendi bekasını düşünür. Elinde bıçkı ile gezen bir tirandan “huzur-u âlâ” beklemek tek kelime ile maceracılıktır.