Yerel seçimlerin ülke gündemini tamamen domine ettiği son aylarda bu seçimlerin sadece belediye seçimlerinden ibaretmiş gibi görünmesi ve muhtarlık seçimlerinin pek bir gündem oluşturmaması kimseye pek tuhaf gelmiyor nedense. Bu aslında bir yanıyla büyük oranda kentleşen ve verili siyasal kutuplaşma nedeniyle artık siyasal tercihin sadece yerel hizmet temelinde değil esasında bir siyasal “dava” temelinde yapılması ile ilgiliyken, bir yanıyla da muhtarlık seçimlerinde ön plana çıkan asabiyet ilişkilerinin artık kaybolduğu, bu nedenle de muhtarlık seçiminin artık eskisi kadar önem taşımadığı yönündeki varsayıma dayanıyor. Peki durum gerçekten böyle mi? Gettolaşan bazı kentsel periferiler dışındaki kentsel alanlarda bunun büyük oranda böyle olduğunu kabul etsek de kırsallarda durumun hala hem devlet hem de yerel elitler açsından eski önemini koruduğunu söylemek mümkün. Yani köy düzeyindeki muhtarlık seçimleri hala son derece canlı bir siyasal rekabet arenası olma niteliğini koruyor.
Tanzimat’ın merkezileşme reformlarının bir parçası olarak 1840’larda oluşturulan ve Cumhuriyet’in ilanının hemen ertesinde yenilenen 1924 tarihli Köy Kanunu ile son derece önemli bir işleve büründürülen muhtarlık kurumu, o günden bu yana hem devletin yerellerdeki yönetimsellik tekniklerinin köşe taşı hem de yerel siyasetin en etkili rekabet alanı olageldi.
Bu üç bölümlük yazı dizisinde, Cumhuriyet tarihi boyunca muhtarlık kurumunun devletin merkezi iktidarı ve yerel elitler arasındaki ilişkilerin düzenlemesinde ne gibi bir işlev gördüğüne odaklanacağım. Ayrıca muhtarlığın etnisite, sınıf ve asabiyet gibi değişkenlerle nasıl bir konfigürasyon içerisinde şekillendiğini de Kürt yoğunluklu coğrafyayı esas alarak anlatmaya çalışacağım. Bunu yaparken de kentsel alanlardaki mahalle muhtarlığından ziyade kırsal bölgelerdeki köy muhtarlığı üzerinden gideceğim. Bunun sebebi ise hem akademik saha araştırmalarımın daha çok kırsal bölgelerdeki etnografik gözlemlerime dayanıyor olması hem de çok yakın bir zamana kadar Kürt yoğunluklu bölgelerdeki demografik dağılımın kır merkezli olması.
1924 tarihli Köy Kanunu’nun 10. maddesine göre, “Muhtar, köyün başıdır” ve “Köy işlerinde söz söylemek, emir vermek ve emrini yaptırmak muhtarın hakkıdır.” Ve elbette “Muhtar Devletin memurudur.” Muhtarın göreceği devlet işleri ise Kanun’da 16 maddelik uzun bir liste şeklinde sıralanır. Buraya dikkat çekici birkaç tanesini almakla yetinelim:
(1) “Hükümet tarafından bildirilecek kanunları, nizamları köy içinde ilan etmek ve halka anlatmak ve kanunlar, nizamlar, talimatlar, emirler ile kendisine verilecek işleri görmek; (2) Köyün sınırı içinde dirlik ve düzenliği korumak (asayişi korumak); (3) Köye gelip gidenlerin niçin gelip gitmekte olduklarını anlamak ve bunlar içinde şüpheli adamlar veyahut ecnebiler görülürse hemen yakın karakola haber vermek; (4) Asker toplamak ve bakaya ve kaçakları Hükümete haber vermek; (5) Köy civarında eşkıya görürse Hükümete haber vermek ve elinden gelirse tutturmak; (6) Köylünün ırzına ve canına ve malına el uzatan ve Hükümet kanunlarını dinlemeyen kimseleri köy korucuları ve gönüllü korucularla yakalattırarak Hükümete göndermek.”
Cumhuriyetin yeni ilan edildiği, yerellerdeki devlet otoritesinin esamesinin okunmadığı bir bağlamda Köy Kanunu ile muhtara biçilen rolün önemini sadece bu altı maddede bile açıkça görüyoruz. Anlaşıldığı üzere bir devlet memuru olarak muhtarın temel görevi devlet iktidarının yerelde en etkin şekilde işlemesini sağlamak ve merkezi iktidara sağlayacağı kesintisiz bilgi akışı ile henüz tamamen içerilemeyen yereli “okunaklı hale getirmektir.”
Burada bir kaymakam ya da validen farklı olarak muhtarın atama yoluyla değil de seçim yoluyla göreve gelmesinin esas motivasyonu aslında halkın yereldeki karar alma mekanizmalarına katılımı yoluyla iradesini ortaya koymasından ziyade yereldeki verili asabiyet bağları ve ilişki ağlarının bu yolla mobilize edilerek merkezi iktidarın “memurluğuna” koşulmasıdır. Devlet son derece incelikli bir yönetimsellik tekniği ile yereli okunaklı hale getirme arzusuna direnen çeperdekilerin asabiyet temelinde süregelen hayatta kalma stratejilerine hitap ederek, onlara birbirilerine karşı avantajlı bir konum elde edebilecekleri bir güç ve yeniden bölüşüm alanı sunmakta fakat aynı zamanda bu yolla verili asabiyet rezervlerine de el koymaktadır. Bu anlamda devlet açısından muhtarlık halkın aşağıdan temsili değil tam aksine merkezi otoritenin muhtar “aracılığıyla” yerele en aşağıdan nüfuz etme stratejisinin bir parçasıdır.